Mutlu olmak zor zanaat. Çünkü öyle bir zanaat yok. Mutlu olamıyorum, allaam beni noolur mutlu et denerek mutlu olunamayacağı gibi, sanılanın aksine sürekli çabalayarak da mutlu olmanın imkanı ihtimali bulunmuyor. Kalmadı, bitti. Biteli de çok oldu. Üstünden bin yıllar geçti. Tahminen Paleolitik Çağ’dan sonra mutsuz olmaya başladık. Kasmayalım, o günden beri de öyle.
Aradan takribi 10.000 yıl geçti, gelebildiğimiz nokta hâlâ Wittgenstein falan seviyesinde. O da “Tractatus Logico-Philosophicus” adında tek bi kitap (orta kalınlık) yazabildi garibim. Adının havalı olduğuna bakmayın, temelde söylediği şu: Üzerine konuşulamayan konuda susmalı. Danke Schön Herr Wittgenstein, çok yardımcı oldunuz cidden.
İnsanlık tarihinin var oluşundan beri en huzurlu çağı
Paleolitik Çağ’da basitçe de olsa krallar gibi taştan yontulanlarla mutlu mesut yaşayan insanlık rahat duramadı ve Neolitiğe (Cilalı Taş) geçti. İş cilaya, lükse girince, kölelik başladı ve insanoğlu var oluş tarihinin en uzun ve mutlu devrine sonsuza kadar veda etti.
Hep daha iyisini isteye isteye, sonunda başardık ve sonsuza kadar mutsuz olacağımız çağlar inşa ettik. Artık ikinci bi göktaşı mı iner, nükleer bir III. Dünya savaşı mı çıkar da Taş Devri’ne geri döneriz bilemiyoruz. Ama huzur orada.
Olmuyorsa zorlama istersen kardeş bozacaksın
“Ne istesem olmuyor, ne istesem olmuyor, aaeah” diye ortalıkda dolaşanların dikkatine: İstemeyin o halde. Belki de bu kadar çok istemesek en azından biraz daha mutlu olabiliriz. Madem mutlu olmak için şunlar bunlar yapılmalı demenin nafile olduğu noktaya geldik, o halde komple mutsuz olanların ortak özelliklerini yazmanın vakti gelmiştir. Belki o zaman elle tutulur bir formüle ulaşabiliriz: Mutsuzlar – yaptıkları = mutluluk gibi bişey.
İdare edelim, bu devirde bu bile iyi…
İşten güçten, nefret nefret nefret
Planet Green adlı site bir anket yapmış ve kendini sürekli mutsuz hisseden insanların ortak özelliklerini derlemiş. Şimdi ne desek boş. Yani, herkesin mutluluk formülü aslında kendine diyerek hadiseden sıyrılmak en temizi. Örneğin bizim formülümüz basit. Sevdiğimiz şeylerle uğraşmak. Bu aynı zamanda şu anlama da geliyor: Sevmediğimiz şeylerle uğraşmamak.
İşte bu ikincisi her zaman mümkün olamıyor. Özellikle para kazanmak için yapılan işten memnun değilseniz ki bu yaşadığımız çağın neredeyse gerekliliği, mutsuzluk garanti. Elimizden geliyorsa istifayı basıp gitmeli gelmiyorsa durumu kabullenip işten geri kalan zamanı değerli kılmaya çalışmalı.
Zaten 10 maddede hayatın sırrını bulmanın mümkün olmadığını derlemeyi yapan da biliyor, biz de biliyoruz, siz de biliyorsunuz. O yüzden tutup da kızlar pasta dükkanı ya da moda blogu, erkekler cafe-bar ya da fitness salonu açsın diyemiyoruz. Olsun yine de farkında olmak iyidir, devam edelim.
Parasızlıktan sürekli şikayet etmece
Eskiden her şey gerçekten daha güzelmiş. Ah o eski zamanlar, aaah Paleolitik Çağ ahh! Dev bitkiler, şirin dinozor yavruları, meyve – sebze organik, denizler balık kaynıyor… Sükse yok moda yok, spor arabalar yok. Bugün öyle mi? Kendini her şeyden korusan da bir anda ekranın birinden pırtlayan Dan Bilzerian gibi bir lavukla karşılaşabiliyorsun. Olsun, boş verelim şebeği. Princeton Üniversitesi’ndeki bir araştırmaya göre Amerikalılar mecburi ihtiyaçlarıyla birlikte yılda sadece ve sadece 75.000$’a mutluluk olayını bağlamışlar.
Klasik cümleyi kurmak istemesek de, diyorlar ki para mutluluk getirmiyormuş. Ya da şöyle diyelim, mutluluk getirmeyen para ayda 6.250 Dolar ediyor. Bu rakamın üstünün mutlulukla bir alakası yok demeye getiriyorlar. Bu örnek bize biraz kapitalist adam yemece gibi geldi. Ayrıca Texas’ta 6.250 papele Bilzerian gibi takılabilirken, New York’a gittiğinizde ancak Bilzerian’ın senelik sigara parası ediyorsunuz. Yani o işler öyle olmuyor sevgili Princeton Üniversitesi, oturun yeniden araştırın.
Mutsuz insanların hobileri yoktur
İnsanın parası yoksa hobisi de olmaz zaten diye düşünmek çok da doğru değil. Yani o derece karamsar olacaksınız size bir doz Rousseau yazıyoruz. Yalnız Gezerin Düşleri’ni (ince kitap) okuyun da bakın insanlar ne hayatlar ve nasıl kafalar yaşıyorlar. Anında hayatı yeniden ele alırsınız ve sonra aldığınız gibi geri bırakırsınız. Çünkü bir kitap okuduk hayatımız değişti şeysi 90’lı yılların romanlarında kaldı. Ama işte hobi denilen nane, yaşarken zevk alınan anlara odaklandığı için işe yarıyor. Kitap, müzik, sanatsal zamazingolar iyidir, hep iyi olacaklar…
Mesela bir sanat eserini gerekten sevmek ve ondan zevk alabilmek muhtemelen Dan Bilzerian nursuzunun farkında olabileceği bir durum değil. Bu yüzden hoşlandığımız konularla elden geldiğince daha fazla haşır neşir olmak hepimize iyi gelecek, cildimizi güzelleştirecek, gözlerimizi pırıl pırıl yapacak, yaşama sevincimize 6.250 Dolar’lık katma değer katacak. Vazgeçmeyelim, sevip değer verdiğimiz şeylere odaklanalım.
Bir o yana bir bu yana savrulan düşünceler…
Science News’de yayınlanan bir araştırmaya göre yaptıkları işe odaklanamayan kişiler duygusal olarak çöküşe savruluyorlar. Araştırmaya göre yaşadığımız hayatın ve yaptıklarımızın neredeyse yarı zamanında aslında başka şeylerin hayalini kuruyoruz.
Yani twitter kalıbıyla “Hayaller Paris hayatlar Muş” durumları. Konunun orjinalini okuduğumuz yazıda yaptığımız işe odaklanmak için meditasyon yapmamız gerektiği söyleniyor. Bu öneriye Twitter değil WhatsApp’tan bir kalıpla cevap vermek isteriz: Hımmm…
Meditasyonun faydalı bir aktivite olduğu tartışılmaz ama memleket gerçeklerini düşündüğümüzde çok karikatür bir çözümmüş izlenimi bırakıyor. Ayrıca meditasyona başlayan arkadaşlarda gördüklerimizden pek hoşlaşamadık. Acilen vejetaryen olmalar, evde patchwork battaniyelere sarınmalar, illa ki vintage dükkanlara takılmalar… Yani koşun, bisiklete binin, ip atlayın daha uygun sanki. Becerebiliyorsanız yapın tabi meditasyonu da, faydası olur herhalde. (Tütsü sapıyla sopa yeme ihtimalinden korkup çark etmek…)
İş ve aşkta uzun mesafe
Hem işimizi sevmiyoruz, hem sevmediğimiz bi yere gitmek için kendimizi parçalıyorsunuz, hem de oradan kurtulup evimize dönmek için kendimizi bir kere daha parçalıyoruz. Günde iki kere kendini parçalamadan 5 gün, haftada 10 parçalama eder ki, bu rakam normal şartlar altında sağlıklı bir insanı manyak etmeye yeter.
Yolda gidip gelirken faydalı şeyler yapmaya bakmalı. Sabah giderken biraz ListeList’e takıl + uyu, akşam eve dönerken ListeList’e takıl + uyu. Biz öyle yapıyoruz valla başka türlü o trafik çekilmez bro.
İşe giderken uzun yollar gidip kıta değiştiriyoruz, üstüne uzun mesafe ilişkisi yaşıyoruz, daha da üstüne boyu uzun aklı kısa adamlara tahammül etmek durumunda kalıyoruz. Bitmişiz…. Bu üçlüden en azında uzun mesafe ilişkisi için bişeyler yapmalı; çünkü ne hissettiğinizi uzak ilişki yaşayanların anlayacağı şeyler listesinde yazdığımız gibi çok iyi anlıyoruz.
Tüket, tüket, tüket…
Mutsuz insanlar tüketmeye daha meyilli oluyorlarmış. Zaten herkes mutsuz olduğu için de dev bir tüketim çağında yaşıyoruz. Sistemi süper kurmuşlar. Bunu alırsan mutlu olursun diyorlar, alınca 15 saniye mutlu gibi oluyorsun, sonra yine mutsuz… Sonra yeniden bişeyler alıyosun, mutsuz.
Al –> mutlu –> mutsuz. Ali mutsuzluk al. Ah Ali ah!
Bu döngü, bişeye ulaşmaya çalışırken bol bol tüketip, sonunda yaşamı da tüketip, Karacaahmet’e yerleşmek üzerine kurulu. Tüketimi sadece kılık kıyafet gibi de düşünmemeli. Mutsuzluk tavan yapmaya başladığında, alkol ve yemek tüketimi de artıyor ki bu da Karacaahmet’le aramızdaki mesafeyi daha da kısaltıyor.
Yeni metro bağlantı tünelleriyle Yenikapı – Yaşamınız – Karacaahmet arası sadece 23 dakika!
Meditasyona başlasak geçer mi ki… Hımm. 🙂
Hep yalnızlık var sonunda yalnızlık ömür boyu
Hayatı sürekli “Bu Sabah Yağmur İstanbul’da” melankolisiyle yaşamanın sonu bittabi “Hep Yalnızlık Var Sonunda, Yalnızlık Ömür Boyu” olacaktır. Kim takar bizim motivasyonu İstanbul trafiği olan ruh halimizi afedersiniz?
Aileye değer vermeli, arkadaşları önemsemeli ve insanlarla profil fotoları haricinde de iletişime geçmeliyiz. “Çevrelerimiz”i sokakta, barda, cafede değil sadece Facebook’ta görüyorsak yalnızız. O halde inşaat reklamcı Mazhar’ı bi kenara bırakalım ve Moğollar’dan gelsin: Bi şey yapmalı! Haydi hepimiz hemen WhatsApp’a koşup sevdiklerimize “???” yazalım, onlarda “??” yazsın, sonra bi program yapalım. 🙂
Şehirler, yaşadığımız yerler, vampirler, sevememek…
Sevmek istiyoruz, korumak istiyoruz, saldırıp dövüyorlar. Sizin zevkinize göre mi idare edeceğiz şehri diyorlar. Sende zevk yoksa biz naapalım usta. Al bak meydanı çaycı tepsisi gibi düzleyip beton döktüler. Konacak yer yok diye güvercinler uçmuyor. Sayenizde depar atan yeni bir güvercin cinsi türedi. Domuzlar ailecek boğazda köpekleme yüzüyor. Köpekler kıvrılıp yatacak yer bulamıyor. Nerde mutlu olacak bu insanlar? Cevap: Avm.
Yaşadığın yeri sevmiyorsan mutlu olamazsın. Ha eğer, “Ohh miss gibi Avm havası” diye bi kafanız varsa, güle kullanın. 3 vakte kalmaz eskir o kafa. Fişi, faturası da yok gidip Avm’ye değiştiremezsin. Kullanıcı hatası. Geçmiş olsun.
Hayvan beslemezler, hayvanları görmezden gelirler
Şu linkteki araştırmaya göre evcil hayvan sahipleri daha huzurlu ve mutlu insanlar. Çünkü canlıları sevmek ve sevginin karşılığını yine sevgiyle görmek tarifi olmayan bir duygu. Koşulsuz doğa sevgisi de buna dahil. Katılıyorsanız çakın ya da bir ara buradan takılın 🙂 Gerçi hepsi kedi olacak ama şuraya da bakmayı ihmal etmeyiniz.
Mutsuz inanlar kendilerini de sevmezler
İlişkilerini stratejiler geliştirerek yeni yetme yatırım danışmanı(gerçek faiz lobisi) sinsiliğiyle kurgulayan eticinler, her yeri kendi bataklıkları gibi görmekte pek mahir olurlar. Kimseye saygı duymayan, sadece kendi çıkarlarının peşinde koşan bu arkadaşları bir süre sonra fark etmeye başlarız. Onlar görünmez olduklarını sanır. İşin en zevkli tarafı da bu değil mi?
Başkalarının mutsuzluğundan gerçek anlamda kimse mutlu olamaz. Belki kısa vadede her şey çok güzel gelir; ama sonunda kendimiz dahil kimseleri sevemeyen pisliklere dönüşürüz. Almanların o meşhur ve emsali olmayan kelimesi “Schadenfreude” yani başkalarının mutsuzluğundan – acısından mutlu olma durumu ancak geçici bir şeytani zevke tekabül eder.
Aslında insanın aklına bazı elemanlar gelmiyor da değil hani… İşin “Schadenfreude” kısmı için herkesin 1 hakkı olmalı diyerek konuyu kapatıyoruz.
Bonus: Ursula Teyze
Ursula K. Le Guin’in ABD Ulusal Kitap Ödülleri’nde hafta boyunca çok ses getiren konuşmasından bir bölümü paylaşarak mutlu yaşamlar dileyelim. Kış kış mutsuzluk sendromu, kış kış…
“Bence, şu anki yaşayışımızın alternatiflerini görebilen, korkuya kapılmış toplumumuzun ve takıntılı teknolojilerinin içyüzünü varoluşun başka yollarına kadar görebilen ve hatta umut için gerçek dayanaklar hayal edebilen yazarların seslerini isteyeceğimiz zor zamanlar geliyor. Özgürlüğü anımsayabilecek yazarlara ihtiyaç duyacağız. Şairlere, hayalperestlere: Daha büyük bir gerçekliğin gerçekçilerine.”