Haydi gelin, şimdi biraz renklerin peşine düşelim. Ama öyle sıradan renklerden söz etmiyoruz! Bu, içinizi ısıtan, yüzünüzü güldüren, ruhunuza kocaman bir yaz güneşi gibi doğan renklerin öyküsü… Düşünsenize, dünyanın en büyük savaşlarından sonra bile, bir sanatçı paletini eline alıyor, içinden geçenleri tuvale aktarıyor ve ortaya çıkan şey ne oluyor biliyor musunuz? “Mutluluk.” Evet, yanlış duymadınız. İnsanlık tarihi boyunca kederle, yıkımla, özlemle yoğrulmuş nice hayat hikâyesi içinde, sanatçılar bir yolunu bulup mutluluğun resmini de yapmış. Hem de ne mutluluklar! Kimi mitolojik yaratıklarla bezeli bir neşe şöleni sunuyor, kimi sadece bir çiçeğe bakarken içinizi kıpır kıpır eden o hissi yakalıyor. İşte mutluluğu konu alan tablolar…
1. Pablo Picasso – Joie de Vivre, 1946
1946 yılı… Avrupa savaşın yaralarını sarmaya çalışıyor, hava ağır, umutlar yorgun. Ama Fransız Rivierası’nda küçük bir eve sığınan Picasso’nun fırçası hâlâ dans ediyor! Kendisi için stüdyoya dönüştürülen Chateau Grimaldi’de zaman geçirirken içindeki sanat tutkusu yeniden alevleniyor. Ve işte ortaya bu büyüleyici tablo çıkıyor: Joie de Vivre, yani “yaşama sevinci”!
Ama ironik olan şu: Picasso’nun çevresi pek de neşe dolu değil. Yine de o, mitolojik bir evren yaratıyor. Sevgilisi Françoise Gilot’yu antik Yunan masallarından çıkmış gibi resmediyor. Gerçeklik karanlıksa, neden hayaller ışıltılı olmasın ki? Picasso, belki de bu tabloyla kendine bile umut aşılıyordu.
2. Pablo Picasso – The Happy Family, 1917
Kübizmin babası olarak tanıdığımız Pablo Picasso, hayatı boyunca birçok farklı sanat akımını denemekten hiç çekinmemiş. Hayat dolu, üretken bir ruha sahipti ve muhtemelen bugün hâlâ yaşıyor olsaydı, “Daha yapacak çok işim var!” derdi.
Ama gelin görün ki, The Happy Family adlı eseri Picasso’nun o alışıldık tarzının dışında bambaşka bir yöne sapıyor. Renkli, sade ama sıcacık… “Acaba böyle mutlu bir ailesi olmuş muydu, yoksa hayalinde mi yaşattı?” diye düşündürüyor. Ama cevabı bilmesek de tabloya bakınca yüzünüze bir tebessüm oturuyor. Öyle etkileyici, öyle içten.
3. Robert Delaunay – Rythme, Joie de Vivre, 1930
Robert Delaunay, ismi her yerde geçmese de modern sanatın sahne ışıklarında gizli kalmış bir yıldızıdır. Renklerle oynamayı, geometrik formları dans ettirmeyi sever. Sanatında hem kübizmin keskinliğini hem de fovizmin renk patlamalarını ustaca birleştirir. Bu iki akımın çocuğu gibi düşünün!
“Rythme, Joie de Vivre” adlı eserinde ise adeta bir görsel şölen sunar bize. Sıcak renklerle soğuk renkler sanki sahnede karşılıklı vals yapar. Çemberler, kıvrımlar, hareket hissi… Her detay içimize enerji pompalar. Bu tabloya bakınca insanın içinden “Hayat ne güzel be!” demek geliyor. İşte bu yüzden Delaunay’in işleri sadece sanat değil; aynı zamanda bir yaşam kutlamasıdır.
Bu kadar özgün bir sanat dili ortaya koyunca, ona özgü bir sanat akımı da doğmuş: Orfizm. Eserleri, Paul Klee, Franz Marc ve August Macke gibi isimlerden bile övgüler almış. Düşünsenize, sadece renk ve ritimle insanın içini kıpır kıpır eden bir tablo yapıyorsunuz. İşte bu Delaunay’in büyüsü!
4. Takashi Murakami –Open Your Hands Wide, Embrace Happiness!, 2010
Pop art dünyasının Japon yıldızı Takashi Murakami’yi duymayan kalmamıştır. Rengârenk, gülen çiçekleriyle tanınıyor. Bu çiçekler sadece sevimli değil; aynı zamanda sanatçının çocukluğunda yaşadığı zorluklara, acılara karşı bir başkaldırı gibi. “Ben yine de gülümseyeceğim!” diyor sanki.
Murakami, geleneksel Japon sanatını modern pop kültürüyle öyle güzel harmanlamış ki; hem sanat hem ticaret dünyasına adını altın harflerle yazdırmış. Her bir çiçeğin “yaşam sevincini” fısıldadığı bu tablo, sadece göze değil ruha da hitap ediyor.
5. Roy Lichtenstein – Happy Tears, 1964
Mutluluktan ağlamak diye bir şey var ya hani, işte Roy Lichtenstein bunu resmetmiş! Çizgi roman estetiğini tuvale taşıyan bu Amerikalı sanatçı, Happy Tears (Mutluluk Gözyaşları) adlı eserinde bir sahneyi öyle etkileyici çizmiş ki, sadece göze değil, kalbe de dokunuyor. Hatta bu eser öyle beğenilmiş ki açık artırmada rekor fiyata satılmış! Demek ki mutluluğun resmi sadece ruhu değil, cüzdanı da etkiliyor. Mutluluğu konu alan tablolar yazımıza devam ediyoruz.
6. Marc Chagall – Happiness, 1980
Marc Chagall’in tabloları adeta birer masal gibi… Happiness adlı eserinde, sevginin ve aile huzurunun resmini yapmış. Çocukluk yılları mutlu geçmiş olan Chagall, belki de bu iç huzurunu eserlerine taşımayı çok iyi bilen bir sanatçıydı.
Ancak hayat da her zaman masal gibi değil… Çok sevdiği eşi Bella’yı kaybettikten sonra, o güzel günleri hatırlamak için fırçasına sarılmış. Gerçeküstü çizgilerle, hayal gücünü rengârenk boyalarla birleştirmiş. Yani tablo sadece bir resim değil, aynı zamanda bir anı, bir özlem, bir kalp sesi.
Signac, nokta nokta yaptığı resimlerle tanınan bir sanatçı. Bu tablosunda, hafta sonunu sosyalleşerek geçiren insanları çizmiş. Ama ne çizmek! Resmen “bu dünyada huzur mümkün” dedirten bir tablo.
Bir çam ağacının gölgesinde insanlar dinleniyor, yaşlı bir adam çocuklara hikâye anlatıyor, genç aşıklar el ele tutuşmuş, bir yandan da arka planda hasat sürüyor. Tarım makineleri çalışıyor ama insanı bunaltmıyor; aksine yaşamın döngüsünü gösteriyor. Her şey öyle uyum içinde ki tabloya bakınca kalbiniz yavaşlıyor, gülümsüyorsunuz.
Signac’ın bu eseri sadece bir tatil manzarası değil; aslında bir ütopya anlatısı. Özgür aşk, birlikte yaşama kültürü, doğa ve insanın iç içe geçişi… Kısacası, tam bir “yaşama sevinci” tablosu!
8. Vincent van Gogh – Oleanders, 1888
Zakkumlar… Ne güzel bir çiçektir değil mi? Van Gogh’un bu eseri ilk bakışta neşeli, parlak, capcanlı bir çiçek resmi gibi görünüyor. Ama biraz dikkat edince tablo içindeki ince göndermeleri fark ediyorsunuz.
Masada bir kitap var: Émile Zola’nın La joie de vivre (Yaşama Sevinci) adlı romanı. Ama dikkat, bu romanın ismi ironik! Çünkü hikayesi, hayatın pek de sevinçli olmayan, hatta trajik yönlerini anlatıyor. Van Gogh bu kitabı tabloya yerleştirerek adeta “hayat bazen zor, ama doğa hâlâ umut veriyor” diyor.
Zakkumlar, Van Gogh için doğanın dayanıklılığını ve içsel gücünü simgeliyor. Kısacası bu tablo, parlak renklerin ardında gizli bir derinlik taşıyor. Hem güzel hem düşündürücü.
9. Rene Magritte – The Happy Donor, 1966
Sürrealizmin ustalarından Rene Magritte, sanatında derinlik ve anlamı hep ön planda tutmuştur. Hayatı kolay geçmemiş… Annesinin trajik ölümü sanatının şekillenmesinde büyük rol oynamış. Ama o, yaşadığı acılara rağmen “mutluluğu da anlatabilirim” diyerek karanlıkların içinden ışık çıkarmayı başarmış.
The Happy Donor (Mutlu Bağışçı) adlı eserinde, gerçekliğin sınırlarını zorlarken izleyicisine umut aşılıyor. Mutluluk bazen bir tebessümde değil, bir hatırada saklıdır dercesine…
Fikret Mualla’nın hayatı fırtınalıydı ama tuvali capcanlı! Yaşadığı zorluklara rağmen resimlerinde hep hayat vardı. Paris sokaklarında dolaşan kadınlar, parklarda oynayan neşeli çocuklar, elinde balonlar… Özellikle “Moulin Rouge’un Önündeki Zarif Kadın” tablosu, sanatçının içindeki yaşam sevincini adeta dışa vuruyor. Kendi yaşadığı karanlıkla resmettiği ışık arasında öyle bir tezat var ki, insan ister istemez hayran kalıyor.
11. Hamit Görele – Konser, 1951
Mutluluğu konu alan tablolar yazımızın sonuna geldik. Cumhuriyet’in ilk yıllarında geçen bir yaz öğlesini düşünün… Aile fertleri bir arada, huzurlu bir ortamda toplanmış. Evin en küçük üyesi, piyanonun başında “Yaz Öğlesi” adlı parçayı çalıyor. Ne büyük mutluluk! Hamit Görele’nin Konser adlı eseri, sadece bir aile sahnesi değil; modernleşen Türkiye’nin umut dolu yüzü. Sıcacık, sade ama içe işleyen bir tablo. Hem bir dönemin ruhunu hem de o öğle vaktinin huzurunu taşıyor.