Modern klasikler, dünya klasiklerinden farklı olarak daha çok yirminci yüzyılda ortaya çıkan romanları kapsıyor. Genel olarak bir esere ‘’klasik’’ unvanını verebilmek için, okuyucuya her seferinde yeni aralıklar gösterebilen, yazıldığı dönemin özellikle de sosyal ruhunu içeren unsurlara dikkat ediliyor. Bu bakımdan iki dünya savaşının, pek çok iç savaşın, toplumsal sancıların yaşandığı 20. asır oldukça önemli bir çağ idi ve bu devirde yazılan başat romanlara da ‘’modern klasikler’’ deniliyor. Uzun kış maratonuna girdiğimiz şu zamanda derlememizden kendinize bir okunacaklar listesi edinebilirsiniz. İyi okumalar.
1. Demir Ökçe (Jack London)
Modern klasikler deyince akla gelen yazarların başında Jack London gelir. O, büyük kitle hareketlerinin, işçi ayaklanmalarının yaşandığı sancılı bir dönemde ortaya çıkmış ve bu atmosferi de eserlerine iyi geçirmiştir. En meşhur romanlarından Demir Ökçe ilk kez 1907’de yayımlanmış olup toplumsal bir romandır. Bir ‘’işçi sınıfı yazını’’ olarak da nitelendirilen Demir Ökçe’nin kahramanı Everhard hakkında, yazarın kızı Joan London şöyle der: “…Jack London’ın olmak istediği devrimci tipidir.” Tabii ki yazarın bu eserini de diğer birçok yapıtını bize kazandıran Levent Cinemre çevirmiştir.
2. Ay Işığı Sokağı (Stefan Zweig)
Satranç’ın yazarı Stefan Zweig, 20. yüzyılın umutsuz aydınlarının başında gelir. Gördüğü iki dünya savaşı, harbin insanları nasıl etkilediği, Batı’daki aydınlanmacı görüşlerin nasıl savaşların altında ezildiğini gören Zweig bunu daha fazla kabullenemeyip yaşamını sonlandırır. İlk basımı 1922’de gerçekleşen Ay Işığı Sokağı bir novella olup beş öyküyü içerir. Bu öykülerin ana hatlarını tanıtım bülteninden aktaralım: ‘’Fransa’nın bir liman kentinin denizci mahallesinde gezinirken duyduğu arya söyleyen sesi izleyerek tanımadığı insanların marazi hayatlarına dalan bir gezgin; patronuna kölece bağlılığı yüzünden korkunç bir eyleme sürüklenen karanlık, itici ve yabani bir hizmetçi; 1810 yılında İspanya’daki savaşta yaralanan, düşman bir ülkede amansız bir hayatta kalma mücadelesine girişen bir Fransız albay; 1918 yılının bir yaz gecesi Leman gölünde bulunup kurtarılan, ancak sonra yüreğini kavuran yurt özlemine yenik düşen bir Rus savaş esiri; yaşıtları üniversiteye giderken hâlâ liseye devam eden avare bir gencin öğretmeninin otoritesine isyan ettikten sonra ödediği ağır bedel.’’ Almanca aslından çeviren kişi Zweig, Kafka gibi yazarların başka eserlerini de tercüme eden Regaip Minareci’dir.
3. Ruth (Lou Andreas-Salomé)
İlk kez 20. asrın arifesinde, 1895’de yayımlanan eser başına buyruk bir kadının, Nietzsche’den Rilke’ye, Tolstoy’dan Freud’a kadar çalkantılı ilişkiler yaşayan bir yazarın yapıtıdır. Lou Andreas-Salomé, Ruth adını verdiği eserinde ananevi yaşam sistemi içerisinde kendi istediklerini arayan kadınları anlatır. Bu açıdan feminist edebiyata da dahil edilen Ruth yazarın da en ilgi çekici eserlerinin başında gelir. Masumane bir cazibesi olan genç kız, idealist bir eğitmen ve aralarındaki büyülü – karmaşık ilişki anlatılır. Eseri Freud, Rilke gibi muteber isimler de okur ve hatta Rilke de kızına ‘’Ruth’’ ismini verir. Almanca aslından Kafka, Zweig gibi yazarları da çeviren İlknur İgan tercüme etmiştir.
4. Bir Safdilin Hatıra Defteri (Arkadiy Averçenko)
Ünlü Rus güldürü yazarı ve mizahçı Arkadiy Averçenko 1920’lerde Bolşeviklerin Kırım istilası nedeniyle İstanbul’a gider. Buradan bir sonraki durağı da Prag olur. Eser, Rus göçmen olarak İstanbul’daki ve sonra da Prag’daki günlerini anlatır. O dönem İstanbul’daki yabancı nüfusun kalabalık olduğu Galata ve Pera (Beyoğlu) civarındaki Rusları ele alır. Mustafa Kemal Yılmaz çevirmiştir.
5. Altın Gözde Yansımalar (Carson McCullers)
Şiir, öykü, novella, roman sahasında eserler veren Carson McCullers bu eserinde psikolojik unsurlara eğilir. ABD’de barış döneminde bir ordugâhta geçen yapıt beş kişinin kişisel tarihlerini içeriyor. Bu beş kişi başarısızlık, arzu, yalnızlık, düşük yanları gibi kavramlar ekseninde aktarılıyor. Tanıtımından birkaç cümle: ‘’Bastırılmış duygularıyla savaş halinde bir Yüzbaşı; onun dünyayı umursamayan, delifişek karısı; bu kadının sevgilisi ve aynı zamanda aile dostu olan bir Binbaşı ve onun sadakatsizliği yüzünden acı çeken, kırılgan ve duyarlı karısı. Bir de, akşam yemeklerinde buluşan ya da birlikte kâğıt oynayan bu insanların hayatlarını gözetleyen, sessiz sakin, ama tehlikeli Er Williams…’’ Dilimize İpek Babacan kazandırmıştır.
6. Otomatik Portakal (Anthony Burgess)
Türk okuyucusunun da oldukça ilgisini çeken, bir yerlerde mutlaka okurların sayfalarını karıştırdığını gördüğünüz/ göreceğiniz Otomatik Portakal ortaya çıkış hikayesiyle de ilginçtir. 1959’da tümör teşhisi konarak 1 yıldan az bir ömrü kaldığı söylenen Anthony Burgess kendisinden sonra eşi rahat etsin diye kitaplar yazmaya başlar. 1 senede beş eser meydana getiren yazar Otomatik Portakal’ı o dönemde, öylesi bir ruh halinde yazar. Bir distopya olan bu klasikte on beş yaşındaki Alex ve çetesi şiddet eğilimli bir arkadaş grubudur. İyiliğin kökeni, nefret, aşırılık gibi kavramları görebileceğiniz eser filme de çevrilmiştir. Dilimize tercüme eden kişi Galatasaray eski yöneticilerinden Aziz Üstel’dir.
7. Görünür Karanlık (William Golding)
İyi ile kötü, güzel ile çirkinin savaşımı hiçbir çağda, dönemde bitmez. Görünür Karanlık bu çarpışmanın modern dünyadaki görünür yüzlerini ele alır. Terörizm, cinsellik gibi konular en baştadır. Eserde gerçeklikle yanılsamalar fark ettirmeden yer değişir. Ne gidilecek bir yol ne uğruna ölünecek bir hayat kaldığını savladığında da ortaya tek bir şey çıkar: İnsanın idi, ilkel beyni, karanlık yanı… Eseri Can Morali tercüme etmiştir.
8. Gazap Üzümleri (John Steinbeck)
Nobel Edebiyat ve Pulitzer Kurgu Ödülü’nün sahibi John Steinbeck büyük bir öğretmendir. Yazarına Pulitzer’i kazandıran Gazap Üzümleri ise 1939’da ilk baskısını yaptığında tüm camiayı sarsmıştır. Zira tüm dünyayı etkisi altına alan ‘’Büyük Buhran’’da küçük insanı, onun yaşama tutunma çabasını anlatır. Gazap Üzümleri kapitalizmin eleştirisinin yapıldığı en yakın tarihli ve en başarılı romanlardan biridir.
9. Artamonovlar (Maksim Gorki)
Toplumcu – sosyalist Rus yazar Maksim Gorki eserlerinde yarattığı karakterlerin sahiciliği, canlılığı ile de bilinir. Artamonovlar’da da görebileceğiniz bu özelliği, Rusya’nın bir dönem portresini çizerek okuyucuya verilir. Ekim Devrimi’nden önceki Rus toplumuna ilgisini yitirmeyen yazar bu eserinde de Rusya’daki kapitalizmin yükselişi ve çöküşünü konu alır. Rusça aslından dilimize çeviren Ayşe Hacıhasanoğludur.
10. Meczup (Halil Cibran)
Lübnan asıllı ressam, şair ve filozof Halil Cibran insanı derinlemesine incelemiş ve bunu yazıya fevkalade aktarmış bir isimdir. Erken dönem yapıtlarından, 64 sayfalık kısa bir eser olan Meczup’un tanıtım bülteninden içeriğe dair alıntı aktaralım: ‘’Kendini her türlü yüzeysellikten arındırıp hakikatin peşine düşen, bu arayışın sonunda varış noktası yalnızlık ve özgürlük olan kişi, toplumun gözünde meczuptur. Cibran’ın kötülük, ikiyüzlülük, adaletsizlik, konformizm ve tamahkârlık karşısındaki eleştirel tutumu; bu dünyayla, burada sürdürdüğü varoluşla, yaşadığı zamanla uzlaşamayan bir meczubun bakış açısından kaleme alınmış bu mesellerdeki keskin ironide ifadesini bulur.’’ Çevirmen Kenan Sarıalioğludur.
11. Şeytan Tozu (Leo Perutz)
Avusturyalı romancı ve matematikçi Leo Perutz eserini ilk kez 1933’te yayımlar. Aynı sene Hitler’in Almanya’nın başına geçmesiyle Şeytan Tozu yasaklanır. Nazileri bu denli korkutacak kadar güçlü bir altyapıya sahip olan eserin konusunu açıklama yazısından aktaralım: ‘’Girdiği komanın ardından hastanede bilinci yerine gelen Dr. Amberg, Vestfalya’nın hâlâ feodal dönemi yaşayan uzak bir köyünde doktor olarak işe başladığını hatırlar. Hizmetine girdiği Baron von Malchin, Kutsal Roma İmparatorluğu’nu canlandırma düşleri kurmakta, hatta iktidarı devralacak bir veliaht yetiştirmektedir. Baronun Tanrı inancını dünyaya geri getirmek için laboratuvarda çavdar mahmuzundan damıttığı uyuşturucu ise köy halkını felaketin eşiğine getirmiştir. Amberg’in hatırladığı bütün bu olaylar gerçek midir?’’ Zehra Aksu Yılmazer çevirmiştir.
12. Dava (Franz Kafka)
Bohemyalı Yahudi yazar Franz Kafka çağdaş dünya edebiyatında üzerine en çok eğilinen kalemlerden biridir. Bir sistem eleştirisini içeren yapıtlarının yanı sıra Kafka’nın kişiliği de hep dikkat çekici olmuştur. Hatta yakın dostu Max Brod’a, ölünce tüm yazdıklarını silmesi için vasiyet bırakır. Brod bu vasiyeti yerine getirseydi bugün Kafka’nın birçok eserine ulaşamaz olurduk. Dava; 20. asra dünya genelinde egemen olan korku, anlamsızlık, haksızlık gibi temalar ekseninde oluşur. Bir sabah sebebini bilmediği, anlamadığı bir suç nedeniyle kendini mahkemeye verilmiş bulan Josef K. karakteri üzerinden çağın absürt, saçma, problemli yüzü anlatılır. Büyük çevirmenlerimizden Ahmet Cemal dilimize kazandırmıştır.
13. Büyülü Dağ (Thomas Mann)
İlk basımı 1924’de gerçekleşen Büyülü Dağ, Alman yazarı Thomas Mann’in çağdaş klasiklere giren birkaç yapıtından biridir. Birinci Cihan Harbi öncesindeki devrin sorunlarını ele alır, burjuva düzenini sert ve ironik bir dille eleştirir. Eserin yazılmasının ardından Mann’a Nobel Edebiyat Ödülü’nün layık görülmesini de hatırlatarak tanıtım bülteninden içeriğe dair alıntı yapalım: ‘’Hamburg’lu genç gemi mühendisi Hans Castorp, üç haftalığına kuzenini ziyarete gittiği bir İsviçre sanatoryumunda, kendisinin de tedaviye ihtiyacı olduğunu öğrenerek yedi yıl kalır. Bu süre içinde doktorlar ve hastalar dünyasını, Batı felsefesinin iki kutbunu, platonik bir aşk serüveninin sarhoşluğu içinde ve yaşayarak tanır. Sanatoryumda kaldığı süre içinde hastalık ve ölüm gibi deneyimlerin ötesinde hayatın mucizesini kavrayan Castorp’un yalın ruhu bir değişim geçirir.’’ Almanca aslından İris Kantemir çevirmiştir.
14. Çanlar Kimin İçin Çalıyor (Ernest Hemingway)
Herhalde listemizde bahsetmezsek büyük ayıp edeceğimiz isimlerden biri de Ernest Hemingway’dir. Hemingway ismini edebiyatla biraz içli dışlı olanlarımız dahi bilir. Özellikle ‘’Yaşlı Adam ve Deniz’’ öyküsü bir başyapıt niteliğinde olup filme de çevrilmiştir. Ömrünün bir parçası savaşlarda geçen yazar Çanlar Kimin İçin Çalıyor’da bir gazeteci olarak katıldığı İspanya İç Savaşı’ndaki tanıklıkları anlatır. Cumhuriyetçiler ile Milliyetçiler arasında çatışma, savaşın nasıl insandaki kötü duyguları uyandırdığı gerçeği ve anlamsızlığı gazeteci titizliğiyle eser yazan Hemingway’in usta kaleminden bizlere aktarılır.
15. Kendine Ait Bir Oda (Virginia Woolf)
Feminist, politik sahada önemli bir figür olarak bilinen Virginia Woolf’un en meşhur eseridir. Yapıta ismini veren ‘’Kendine Ait Bir Oda’’ da özellikle kadının özgürlüğü, toplum içerisindeki yeri anlatılırken sıkça atıfta bulunulan bir tamlamadır. Bu eser yazarın 1928’de kapılarını kadınlara daha yeni yeni açan Cambridge Üniversitesi’ndeki kız öğrencilere hitaben yaptığı bir konuşma üzerine teşekkül etmiştir. Eserden bir alıntı yapalım: ”Bütün bu yüzyıllar boyunca kadınlar, erkeği olduğundan iki kat büyük gösteren bir ayna görevi gördüler, büyülü bir aynaydı bu ve müthiş bir yansıtma gücü vardı. Uygar toplumlarda hangi işe yararlarsa yarasınlar, bütün şiddet ya da kahramanlık eylemlerinde aynalar gereklidir. İşte bu yüzden Napoléon da Mussolini de kadınların erkeklerden aşağı olduğunda bu kadar ısrarcıdırlar, eğer onlar aşağıda olmasalardı kendileri büyüyemezlerdi.” İlknur Özdemir tarafından dilimize çevrilmiştir.
16. Seksek (Julio Cortázar)
Arjantin’in en meşhur yazarlarından biri olan Julio Cortázar’ın Seksek’i okunma biçimi olarak hala daha tartışılan bir eserdir. Önce bu teknikten bahsedersek; bir cümlenin, ifadenin, anlatının yarattığı farklı çağrışımlar vardır değil mi? İşte eserdeki karakterimiz bize bir ‘’sıçrayarak okuma’’ sistemi sunarak alternatif kapılar aralar. Bu okuma biçimi de esere adını veren seksek oyununa benzemektedir. 155 bölümden oluşan Seksek’in ilk 56 bölümünü okuduktan sonra diğer bölümleri okumadan, kitabın bitmiş sayılabileceği eserde okura söyleniyor. Bir diğer alternatif de 73. bölümden başlayarak yazarın komutları doğrultusunda okumak. Okuyucuyu romanın bir parçası haline getiren bu yaklaşımda yazar size tuzaklar da hazırlıyor… Pablo Neruda da “Cortazar okumayanlar kara bir yazgıya mahkumdurlar. Onu okumamak ciddi, görünmez bir hastalıktır.’’ diyerek aslında yazarın kudretini bize özetler. Necla ışık tarafından dilimize çevrilmiştir.
17. Veba (Albert Camus)
20. asrın en önemli düşünür ve yazarlarından Albert Camus, sanatçının toplumla alakasının nasıl olması gerektiğine dair çok düşünmüştür. Nobel’i alırken yaptığı konuşmada da sanatçının kibirli bir bilgiçlik halinde asla olmaması gerektiğinin altını defalarca çizmiştir. Veba, kimsenin tahmin edemeyeceği hızda salgına dönüşen veba hastalığının bir kenti nasıl umutsuzluğa boğduğunu ele alır. Yanı sıra kabullenmeyip mücadele edenler de vardır ve onlar ‘’yazgı’’nın kıskacından kurtulmaya çalışırlar. Sembolik bir anlam ifade eden ‘’veba’’nın karşıladığı anlam 20. asrın tam da bahsettiğimiz toplumsal felaketler silsilesidir. Eseri dilimize Nedret Tanyolaç Öztokat kazandırmıştır.
18. Kayıp Zamanın İzinde (Marcel Proust)
Marcel Proust’un hayatının son 17 yılında yazdığı, 3.000 (hatta 4.000) sayfalık çok büyük roman 7 ciltten oluşuyor. Dönemin Fransa’sını her yönden anlatması bakımından bir tarihi roman, tarih kitabı gibi de değerlendirilebilen eser handiyse bütün bir 20. yüzyıl Avrupa dünyasını, yazarın hazmettiği kadarıyla içeriyor. Tüm ciltleri olmasa dahi mutlaka okumamız gereken bir başyapıt.
19. Dublinliler (James Joyce)
Marcel Proust’la bir vesileyle karşılaşan ve hatta ona biraz saldırganca tutum sergileyen Joyce, Dublinliler’de on beş ayrı öyküyü anlatır. Ancak hepsi birbirine yaşam standardı, hayat şansı gibi kavramlarla bağlıdır. 15 öyküde de orta sınıf Dublinliler’in yaşamları, buradan hareketle de İrlanda halkının vaziyeti anlatılır. Ünlü yazar, çevirmen, akademisyen ve aktivist Murat Belge çevirmiştir.
20. Wigan İskelesi Yolu (George Orwell)
Tabii en çok 1984 ile bildiğimiz Orwell aslında diğer yapıtlarıyla da yazın dünyasında kuvvetini ispatlayan bir kalem. Wigan İskelesi Yolu buna çok güzel bir örnek olarak gösterilebilir. Eser İngiltere’deki işçi sınıfının durumunu anlatıyor. Sanayi bölgelerinde yaşayan İngiliz proletaryası sosyal adaletin olmadığı, çalışma koşulların felakete gittiği bir düzendedir ve İkinci Dünya Savaşı’na çok az zaman kalmıştır. Daha çok bir inceleme, deneme olan yapıt Orwell’ın diğer birçok eseri gibi çağdaş klasiklere girmeyi hak ediyor. Eseri dilimize Levent Konca kazandırmıştır.