Moda vizyonerleri ve en iyi mimarlar güçlerini birleştirdikleri zaman ortaya çıkanlar tasarım şaheserleri oluyor genellikle. Bu ortaklıkların kanıtlarıysa dünyanın en güzel müzeleri, gösteri merkezleri ve mağazalarında gizli. Gelin, bu nefis yapıların mimari detaylarına birlikte bakalım…
1. Fondation Louis Vuitton, Paris (Frank Gehry – Louis Vuitton)
Louis Vuitton’un sanat müzesi ve kültür merkezi olan yapı, Paris’teki Boulogne Ormanı’nın köşesine kurulmuş 19 hektarlık “Jardin d’Acclimatation” parkını mesken tutuyor.
1860 yılında III. Napolyon tarafından zooloji parkı ve hayvanat bahçesi olarak yaptırılan “Jardin d’Acclimatation” ise gezi ve rekreasyon alanı olması yanında yaklaşık 400 hayvana ev sahipliği yapmakta. (Karanlık sırrını isterseniz, 1870’lerin sonunda farklı ve sözde yeterince uygarlaşmamış ırklara mensup insanların gösterildiği bir “insan bahçesi” bulundurmuşluğu var.)
Dekonstrüktivizmin öncülerinden Frank Gehry’nin tasarladığı Fondation Louis Vuitton, 19. yüzyılın cam bahçe yapıları ve Jardin’in kültürel hafızadaki rolünü birleştiren bir bina ve proje için özel olarak inşa edilen bir su bahçesinin kenarında yer alıyor. Fiberle güçlendirilen beton panellerle giydirilmiş beyaz bloklar ve bunları çevreleyen 12 adet kocaman cam yelkenden meydana gelmekte. Ahşap kirişlerle desteklenen bu yelkenler, şeffaflık ve hareket hissi verirken binanın çevredeki su, ağaçlar ve bahçeyi yansıtmasına ve ışıkla birlikte değişim göstermesine imkan sağlıyor.
Dekonstrüktivizme gelince, 1980’lerin ortasında ortaya çıkan bu postmodern akım, yapıyı oluşturan bileşenlerin parçalanması/vurgulanması ve yüzey oyunlarıyla öne çıkan, dik açılar ve paralleliğe karşı duran bir mimari yaklaşım.
2. Fondazione Prada, Milano (Rem Koolhaas – Prada)
Milano’nun güneyindeki endüstriyel bölgede yer alan ve neredeyse çürümekte olan eski bir likör imalathanesi, Hollandalı Mimar Rem Koolhaas ve ekibi tarafından sürreal bir sanat kompleksine dönüştürülmüş. Mevcut fabrika binaları restore edilmiş, hatta bir tanesi 24 karat altın yaprağıyla kaplanmış. Yeni yapılan binalar ve bunlarla ilişkilendirilen ve yeniden düzenlenen depolar, laboratuvarlar ve mayalama siloları, yaklaşık 11.150 metrekarelik gösteri ve etkinlik alanı barındırıyor. Ayrıca bir sinema ve Büyük Budapeste Oteli’nin yönetmenlik koltuğundan aşina olduğumuz Wes Anderson tarafından tasarlanmış bir kafe de bulunmakta.
Duvarları arasında Robert Gober ve Louise Bourgeois gibi sanatçılara ait kalıcı enstalasyonlar barındıran Fondazione Prada; geçici sergiler, dans performansları ve konferanslara ev sahipliği yapıyor. Miuccia Prada ve Rem Koolhaas’a teşekkür ediyoruz.
3. Prada Aoyama Mağazası, Tokyo (Herzog & de Meuron – Prada)
Retrodan 21. yüzyıla, hem geçmiş hem geleceğe bakan Prada moda evinden bu görgüsüne örnek niteliğinde bir yapı. Arkaik bir taş ya da kristal gibi gözüküyor fakat en son yapım teknolojilerini barındırıyor. İsviçreli mimarlar Jacques Herzog ve Pierre de Meuron tarafından tasarlanan Prada Aoyama’nın değişken ve dalgalanan karakteri, elmasımsı kafesini kaplayan iç ve dışbükey cam yüzeylerin yarattığı heykelsi etkiyle iyice vurgulanmış. Binanın cephesindeki bu kafes sadece optik illüzyon yaratmakla kalmayıp yapının merkez taşıyıcılarıyla beraber döşemeleri taşıyor.
4. Armani Teatro, Milano (Tadao Ando – Armani)
Ünlü Japon mimar Tadao Ando’nun ellerinde etkinlik ve defile alanına dönüşen eski bir Nestlé çikolata fabrikası var karşımızda. Resmi bir mimarlık eğitimi olmayan, kendi kendini yetiştirmiş bir mimar Ando. Geçmiş kariyerinde boks ve kamyon şoförlüğü bile mevcut. 60’ların sonunda başlayan mimari kariyerini birçok ödülle süslemesiyse boşuna değil; hem taşıyıcı hem de yüzeylerdeki beton kullanımıyla yarattığı minimal mekanların sade estetiği ve çarpıcı aydınlatması ikonik bir imza artık. Akılda kalıcı, hatta zaman zaman göz korkutucu bile olsa rafine ve dingin.
Giorgio Armani, Ando’ya “olabildiğince basit, fakat var olmaya devam edecek kadar değerli” bir şey yaratmak istediğini söylemiş. Sonucu karşınızda.
5. Maison Hermès, Tokyo (Renzo Piano – Hermès)
Yine Tokyo’dayız. Muhtemelen Pompidou Kültür Merkezi’nden tanıdığınız ve İstanbul Modern’in yeni yapılacak binasıyla da gündemde olan ünlü İtalyan Mimar Renzo Piano’nun Fransız Hermès grubu için tasarladığı 12 katlı karargah binası, kesin formu ve yarı saydam cephesiyle sembolik bir geleneksel Japon feneri havasında. Yapı, Japonya’daki yüksek deprem riskine karşılık elastik ve sönümleyici bağlantılarla oluşturulmuş, oldukça esnek bir metal iskelet ve çevresini kaplayan yaklaşık 1 metreye 1 metre boyutlarındaki 13 bin adet cam bloktan meydana geliyor. Butik, tasarım atölyesi, ofisler, çatı bahçesi ve Hermès geleneğine ait tarihi objelerin sergilendiği bir müzeyi barındırıyor. Tokyo’nun renkli ve kaotik kalbi içinde sade ve zarif bir hacim kaplayan bina, özellikle gece vakti, içinden yayılan ışık ve çevreden aldığı renkleri kendi sakin havasında yansıtarak ardında yatan fikri gözler önüne seriyor.
Yazarın notu: Sayın Renzo Piano’nun yeteneği ve tasarımlarına diyecek yok ama ofis çalışanlarından bazılarını oldukça sevimsiz bulmuştum.
6. Valentino Amiral Mağazası, New York (David Chipperfield – Valentino)
Ünlü İngiliz Mimar Sir David Chipperfield, New York 5. Cadde’deki mağazanın neredeyse her yerinde çimento mozaiği kullanmış: Döşemelerde, duvarlarda, merdivenlerde ve hatta tavanlarda. Çimento mozaiği, Venedikli ustaların inşaat sırasında dökülen mermer ve granit parçaları çimento harcına katarak dekoratif yüzeyler elde ettikleri 16. yüzyıla kadar uzanan bir malzeme. Tasarımlarında genellikle fısıldamayı seçen Chipperfield, bu kez sesini yükseltmeyi tercih ederek tek bir malzemenin sadece tek rengi ve iki çeşidiyle minimalist olduğu kadar da maksimalist, aynı zamanda sersemletici bir iç mekan yaratmış. Mağazanın ince hatlı ve disiplinli, uluslararası stil dış cephesiyse ünlü Alman-Amerikan Mimar Mies van der Rohe’ye saygı duruşu niteliğindeki Rohe’nin meşhur Seagram Binası epey yakınlarda: 5. Cadde boyunca Cartier’e kadar yürüyün, oradan da trafik yönünde 52. Cadde’yi takip edin, bulursunuz.
7. Louis Vuitton Place Vendôme Mağazası, Paris (Peter Marino – Louis Vuitton)
Place Vendôme, Louis Vuitton’un yaklaşık 160 yıl önce açtığı ve yerel aristokratlar için deri bavullar sattığı ilk mağazasının bulunduğu yer. Seçilen bina ise Versailles Sarayı’nın büyük bir kısmını tasarlayan Jules Hardouin-Mansart tarafından 1714’de yapılmış. Yapı, üst düzey harç ve tuğla binalarda akla gelen ilk isimlerden biri olan Peter Marino tarafından elden geçirildikten sonra, 2017’de eski mahallesine dönmüş Louis Vuitton. Chanel ve Dior için de çalışmış olan Marino, bitişik iki binayı birleştirerek bir müze ve mağaza arasındaki çizgileri flulaştıran bir mekan yaratmış: Annie Morris ve diğer modern sanatçıların eserleri, neredeyse onlar kadar değerli hale gelen klasik Louis Vuitton bavullar ve markanın ürünleriyle dolu, renkli ve eğlenceli. Fotoğrafta tüm bina cephesini kaplayan güneş ve ışınlarından oluşan altın kaplamalı ızgara iki sene önce kaldırılmış. Binanın şatafatlı Parizyen cephesi ve incelikli modern iç mimarisi arasındaki ilişkiyi Paris’e benzetiyor Marino: “Modern ve eski arasındaki denge.”
Yazarın notu: Peter Marino, kıyafetleri itibariyle Polis Akademisi serisindeki Mavi İstridye barının bir müdavimi olabilir.