Kıbrıs’ta tanıştığımız Bangledeşli bir otel çalışanı ile laflıyorduk. Konu iş güç meselelerine geldi. Üzerimizdeki tshirtleri göstererek mağazadan ne kadara aldığımızı sordu. Söyledik. Üretim fiyatlarını tahmin edebilir misiniz dedi. Tahmin ettik. Tutmadı. Tekrar tekrar denedik. Tutmadı. Salladığımız fiyatları 10’ar 20’şer düşürüyor, tutturamıyorduk. Sonunda uluslararası bir markaya ait tshirt’in kollarına, yakasına kısa bir süre baktı. 15 cent gibi bir fiyatı var dedi. Bu inanılmaz rakam tshirt’in mağaza fiyatının 70/1’i bile değildi.
Ülkesinde uzun süre tekstil işçisi olarak çalışan Bangledeşli genç moda endüstrisinin sırlarını birer birer anlattı. Dünyanın en pahalı caddelerinde, koca koca binalara yayılan hazır giyim markalarının o inanılmaz cirolara nasıl ulaştığını anlamak hiç de zor olmadı. Üstümüze başımıza baktık, sonra Bangledeşliyle göz göze geldik, hissettiğimiz boşluğu anlayarak gülümsedi. “Bu tshirt’ten sadece bir konteyner (gemi nakliyesi) getirmeye hakkım olsa çok para kazanırdım” dedi. Her yolu denemiş, getirememiş. Yeri geldiğinde bir gömleğin düğmesinin dikimi için bile tonlarca mal yüklenip ülke değiştiriliyormuş. Örneğin Bangledeş’de üretilen gömleğin düğmeleri Malezya’da, ya da pantolona fermuarı başka bir ülkede dikiliyormuş.
Yani sadece 4,99’a satılan tshirtler ve 19,99’a satılan pantolonlar ya da indirimde 150 liradan sadece 49,90 düşen o muhteşem elbisenin ardında hayli uzun bir yolculuk var.
Aslında her şey fast food’un modaya uyarlanmış hali fast fashion akımıyla başladı. Eskiden yaz ve kış dilimine yayılan 3-4 aylık sezonlar artık neredeyse haftadan haftaya değişir oldu. Son moda kıyafetler, “kabul edilebilir” fiyatlarla tüketiciyle buluşur oldu. Acayip cool dükkanlarda, çılgın vitrinlerde, hoparlörlerden patlayan gaz parçalar ve cool tezgahtarlar (satış danışmanı) eşliğinde o markadan bu markaya koşar olduk. Artık neredeyse sadece fast fashion markalardan oluşan AVM’ler var ve neredeyse dünyadaki herkes aynı giyiniyor. Peki nasıl oluyor da oluyor ve bu hadise aslında nelere mal oluyor. İşte cillop vitrinlerin ardındaki moda endüstrisi.
Büyük bir hazır giyim markası bizlere yılda neredeyse 10.000 tasarım sunabiliyor
Tüm dünyaya yayılan dağıtım ağı ve ucuz üretim sayesinde düşen maaliyetler giyim alışkanlıklarımızı da belirliyor. eskiden delinen bir tshirt, yırtılan bir pantolon büyük problem iken günümüzde bunlar pek de sorun değil. Çünkü capcanlı kıyafetler 3 kuruşa satın alınabiliyor. Peki onca pamuk nasıl ve nerede yetişiyor. Hem yetişmesi hem toplaması büyük emek isteyen bu bitki onca tshirt’e, eteğe, gömleğe nasıl hammadde oluyor? Tabii ki genetiği değiştiriliyor. Yani iş yine dünyanın yarısına göre ölüm, diğer yarısına göre kurtuluşun simgesi olan GDO meselesine bağlanıyor. Bu sektörün ağababası olan Monsanto firması dünyanın dört bir yanına genetiği değiştirilmiş pamuk tohumları yolluyor. ABD’de üretilen pamuğun %93’ünün genetiği değiştirilmiş. Peki GDO olunca ne oluyor?
Böcükler ve zararlılar
“Pest” börtü böcek ve zararlı demek, pestisit de bunlar tarım üretimlerine gelmesin diye kullanılan kimyasallara deniyor. Doğalı da var kimyasalı da. Az kalıntı bırakanı da var çok da. Pamuk üretiminin dünya pestisit kalıntısına katkısı %11 – 12 civarında. Hindistan gibi ucuz iş gücü ülkelerinde pestisit birikimi insan ölümlerine bile sebep oluyor. Pestisitler sadece “zararlılara” değil, hayvanlara, temiz topraklara ve yer altı sularıyla dünyanın dört bir yanına yayılıyor. Kısaca ucuz ve yaygın üretim aslında doğayı içten içe bitiriyor.
Ucuz iş gücünün adını koyalım: Kölelik
Aslında bir iki ülke haricinde kapitalizm denilen nane zaten kölelik anlamına geliyor. Fonların denetimindeki batıda uygulanan kölelik daha yaşanılası gibi gözüküyor; çünkü dünyanın geri kalanında insanlık batıyı doyurmak, giydirmek ve batı için üretmek için ölüyor.
Mecaz değil insanlar çalışırken, o kumaşları kesip, biçip, dikerken ölüyorlar. Bizdeki gibi iş kazası da değil. Dayanamayıp intihar edenler ya da insani çalışma koşullarına sahip olmadıkları için zehirlenerek ölüyorlar. Yani öyle Birleşmiş Milletlerin çok önceden yasakladığı “Hiç kimse kölelik veya kulluk altında bulundurulamaz, kölelik ve köle ticareti her türlü biçimde yasaktır” kanunu laf olarak varlığını sürdürüyor. O kanun kovboy filmleri dönemi için var. Gerçekte insanlık tarihinin en yaygın kölelik dönemindeyiz. Hem de yasal. Hatta daha uç örnekler de var.
Örneğin tekstil üretimine pamuk sağlayan önemli ülkelerden Özbekistan’da devlet vatandaşlarını zorla pamuk tarlalarında çalıştırıyor. Bu işçilerin çoğunluğunu çocuklar oluşturuyor. 2012 yılında zorla çalıştırıldığı tarladan erken ayrılmak isteyen bir çocuk yediği dayak sonrasında can verince ortalık ayağa kalkmış ve hepimizin giyindiği anlı şanlı markalar ortak bir açıklamak yaparak Özbek pamuğunu kullanmayacaklarına dair bir bildiriye imza atmışlardı. Bugün Özbek pamuğu alıyorlar mı almıyorlar mı bilmiyoruz. Hem almasalar ne olur? Gider başka bir 3. dünya ülkesinden pamuk alırlar, sonra başka çocuklar ölür, yine bildiri vs.
Renkli kıyafetler dünyasının ardında genellikle ölüm var
2013 yılında Bangladeş’de yıkılan Rana Plaza’da binlerce tekstil işçisi çalışıyordu. Binadan çatırtılar geliyor, işçiler içeriye girmek istemiyorlardı. Son gün içeriye girmek istemeyen kadın işçiler işten atılmak ile tehdit edildiler. Hepimizin bildiği anlı şanlı giyim markalarına üretim yapan bina o gün yıkıldı. Facia öylesine korkunçtu ki yıkımın üzerinden geçen bir ayın ardından ceset çıkarma çalışmaları hâlâ devam ediyordu. Rana Plaza’da 1129 işçi hayatını kaybetti. Geriye paslı demirler arasında sıkışmış renkli kumaş parçaları kaldı.
Peki o renkli kıyafetlerin renkleri
Capcanlı desenler ve insanın gözünü alan renkler aslında doğanın renklerini solduruyor. Renk üretiminde ortaya çıkan kimyasal işlemler ve ağır metaller doğaya salınıyor ya da karışıyor. Bu konuda en sabıkalı ülke Çin. Renk üretimine bağlı doğaya salınan ağır metallerin arındırılabilmesi için her yıl yüzlerce araştırma yapılıyor. Kirliliği önleme ve kontrol pek de kolay değil çünkü renk üretmenin de onlarca formülü ve çeşidi var. Bunlar atık sulara belli filtrasyon yöntemleriyle salınsa da, kimyasal çökeltilerin ve doğaya sızan kimyasalların önüne geçilemiyor.
Peki naapalım çıplak mı dolaşalım
Yani aslında, ne güzel olurmuş. İnsan düşünmüyor da değil hani, sabah ne giyeceğim derdi yok, sosyal sınıf farkı yok, ferah ferah… Şakası bir yana beğenme ve beğenilme dünyasında işimiz zor. Hızlı üretim ve tüketimin öyle pek fazla insanın da umurunda olduğu söylenemez. İşin ilginci gelişmiş ülkeler bu konuda daha tutucu. Tüketirken daha dikkatli davranıyorlar. Yani hem daha zenginler, hem üretim endüstrisini ülkeleri dışında tutarak doğayı koruyorlar hem de ürünlerini ucuza mal ediyorlar. Bunları dünyaya satarak zengin olmaları da cabası. Bu sarmal içinde kaybolmamak için en azından satın alma alışkanlıklarımız üzerinde biraz daha kafa yorabiliriz. En azından bu tüketim çılgınlığının bir parçası olmaktan kendimizi alıkoyabiliriz.