Garip Akımı, Türk şiirinin yeni bir düzlemde kendini var etmesine zemin hazırlayan önemli bir girişimdir. Melih Cevdet Anday‘ın Orhan Veli ve Oktay Rıfat‘la birlikte çıkardığı bu yeni akım, öncelikli olarak şiirdeki yeniliği ve değişimi esas almıştır. Söylemin sadeliğine anlam bakımından pek çok şeyi sığdıran bir düşünceyle eser veren sanatçılar, kendilerinden önceki şairler tarafından anlaşılamadıkları gibi dönemin genel algısına aykırı bir duruş sergiledikleri için sıkça eleştirilmişlerdir. Ancak onlar, kuralların olmadığı bir yazın düzenini savunmuş, şiirin her şey için olabileceğini anlatmak istemişlerdi.
Elbette onlar da zamanla kendi okurlarını ve algı dünyalarını temellendirdi ve edebiyatımız için önemli eserler verdiler. Melih Cevdet Anday, diğerlerinden biraz daha ayrı bir yerde duruyordu. Çünkü kendine özgü başka bir şiir algısı vardı. Hatta UNESCO’nun Courrier dergisi, 1971 senesinde Melih Cevdet Anday’ı Cervantes, Dante ve Tolstoy düzeyinde bir yazın insanı olarak gördüğünü açıklamıştı.
Yaşamı boyunca pek çok şiir, tiyatro oyunu, roman, deneme ve çevirilere imza atan Anday’ın şiirlerinden bir seçki hazırladık.
Köle sahipleri ekmek kaygusu çekmedikleri için felsefe yapıyorlardı, çünkü Ekmeklerini köleler veriyordu onlara; Köleler ekmek kaygusu çekmedikleri için Felsefe yapmıyorlardı, çünkü ekmeklerini Köle sahipleri veriyordu onlara. Ve yıkıldı gitti Likya. Köleler felsefe kaygusu çekmedikleri İçin ekmek yapıyorlardı, çünkü Felsefelerini köle sahipleri veriyordu onlara; Felsefe sahipleri köle kaygusu çekmedikleri İçin ekmek yapmıyorlardı, çünkü kölelerini Felsefe veriyordu onlara. Ve yıkıldı gitti Likya. Felsefenin ekmeği yoktu, ekmeğin Felsefesi. Ve sahipsiz felsefenin Ekmeğini, sahipsiz ekmeğin felsefesi yedi. Ekmeğin sahipsiz felsefesini Felsefenin sahipsiz ekmeği. Ve yıkıldı gitti Likya. Hâlâ yeşil bir defne ormanı altında.
2. Sokağa Çıkıyorum
Sokağa bir diyalog gibi çıkıyorum Umrunda değilim gecenin. Gece Yarınki gecedir ve tanrıdır Tanrının umrunda değilim… Kimileyin seviyorum. (Sevmek kuşların Bir an boş bıraktıkları ağaçtır) Ve yalnızlığın kırmızı yapraklara Çalan büyüsünü duyuyorum: Ey cesaret Hep dolu tut bardağımı. Sevgi ve umut Birdir, yalnızlık ve cesaret bir.
3. Bir İlkbahar Şiirine Başlangıç
Hava ne kadar güzel öğretmenim Yollar ağaçlar kuşlar ne kadar güzel Yeryüzü pırıl pırıl öğretmenim Gizlisi saklısı kalmamış dünyanın Nesi var nesi yoksa dökmüş ortaya Bütün bitkiler, bütün hayvanlar, bütün taşlar Sürüngenler, konglomeralar, serhaslar Hepsi hepsi ortada öğretmenim. Ne olur biz de gidelim Burda kalsın kitaplar Burda kalsın iğneli karafatmalar Kollarından bacaklarından gerilmiş kurbağalar Burda kalsın hepsi Bomboş kalsın hepsi Bomboş kalsın evler okullar Hapishaneler, hastaneler… Öğretmenim, sevgili öğretmenim Sırtımıza alırız hastaları Kim bilir ne özlemişlerdir kırları… Ya mahpuslar. Ne sevinirler kimbilir Sarılıp sarılıp öperler adamı.
4. Teknenin Ölümü
Kara yakındı önce, hem çok yakın, Elimi uzatsam tutardı. Yıldızsız teknemdi inip çıkan gece, Kurumuş gece, kum, kömür, arduvaz… Kara yakındı önce, hem çok yakın, Denizleyin inip çıkan önümde Bir tanrının atardamarı.
Açtım, yorgundum ama uykum yoktu. Günlerce yekesiz yelkensiz Ne de çok kuş takılmıştı ardımıza, Ne çok harman gördüm köpükten beyaz… Açtım, yorgundum ama uykum yoktu. Güneşler hâlâ sağımda solumda, Sürer gibiydi açık deniz.
Deniz en ince hayvanı belleğin Nerden kalktım, o rıhtım, o çan… Bilmiyorum o gök kıyı nereye gitti! Bir masal şebboyu çarmıhtaki yaz. Deniz en ince hayvanı belleğin bir kuşluk vakti tanrının sevdiği Görünür zaman yaratan.
Canlı mıydım? O uğursuz kıyıda Öldüğüm gün de bilemedim. Hep o sallantı, o devinim, o avcıl Bayrak, bir aş tenceresi, bir az Küfür, karı kız öyküleri, sonra Dipteki ölülerin fısıl fısıl Konuşmalarını dinledim.
Doğdum mu? Nasıl? Belki bir tezlik Yeli kımıldadı, kan gibi. Ağaç ve kızak, demir, yağ, halat, katran, Boya kutuları, sünger, tel ve gaz… Derken gün kokulu yüreğimdi ilk Yapının boş gömütünde dikili Sabırsız kaburgama çarpan.
Ruh, şarabı gördü üzümden önce Süt, kan olmak için devinir Tohum bildi herkesten önce ekmeği Gün, denizi salıvermeden batmaz. Ruh, şarabı gördü üzümden önce Ağaç ne diye kalktı çiçeklendi, Denize inmesi nedendir?
Ah yalnızlığın gömük kapıları, Aysız ayışığı gibiydim, Geceleyin gece, gündüzleyin gün Gibi suyun altınavuran yalaz. Ah yalnızlığın gömük kapıları Bir yağmuru dinlercesine bütün Anları iç içe bilirim.
Bir tekne her zaman düşüncelidir. Bizimle demirledi gece. Karaya çıktı tayfalarım uykulu. Pruvamda çok acayip bir yıldız Konmak istercesine gider gelir, Suları budanmış bir yolculuğu Sürdürmek isterdi kendince.
Kara yakındı önce, ödağacı Kokusu sarmıştı geceyi. Ve bir kuş bağırdı çağırdı tepemde, Fosforlu sesi kabarık ve ıssız. Lale rengindeydi şimşeğin dalı, Ve güneydoğunun yangını pembe Nakışlı bir çanak gibiydi.
Unutmak istemiyorum bunları, Göğün damarlarını gördüm, Fırtına kırının yaban keçisini, Koşar küpeşteme saçsız sakalsız… Ağaç gibi yırtılan karanlığı, Koca kulaklı lodosu, o fili, Ah yay biçimdeydi ölüm.
Yalnızlıktır denizin tek yasası, Aşkın altın yasasıdır o. Bir gün kum uaynır, ay gıcırdarsa Çalınırsa bir gün gömük kapımız Kalamazsın sabaha inen suda, Kalk kürek, yola düşmenin sırası Aşkın altın yasasıdır o.
Kükürt rengindeki ağzı gecenin Üfürdü huysuz karanlıkta Sintineme düşçül bir ateşböceği Kömürdüm, tahtaydım, kurumuş anız, O böcek oldu yangımı teknemin, anladım kuşun, yıldızın gizini, Başladım usuldan yanmaya.
Söndüremezdi kimse bu ateşi, Kıyıdan kesilmiş sularda, Kara hem yakındı şimdi, hem çok uzak Bir yan yanaydım onunla, bir yalnız. Devirdim bütün yüklediklerimi Ve demiri uykuda bırakarak Bindirdim eskil kayalara.
Parçalanıyordum kimse bilmeden, Ateştim cevizin içinde, Ve bir gece içinde bilmeden öldüm. Ey gece, nereden yol bulacağız, ey yaralı göğsüme düşen yelken, Ya sen kürek, solmuş rüzgar gülüm, Ya sen ne diyeceksin, söyle!
Deniz durdu, mumyası yıldızların Erir gün görmüş kayalıkta, Ve yürüdü sabah, denizin ineği. Ölünce ne yapsak sabah oluruz… Ah kara yakındı ve darmadağın Kuşları durmuş zaman kadar eski, Taşları hüzün olan kara.
Kopmuş uykunun iskeletiyim ben, Artık yelin göğsü olamam. Gördün mü ölümün gözündeki mor rengi, Söyle, ölüp dirilen Tanrı, Temmuz, Ay yapraklarının indiği bu dam, Eski düşleri taşır mı yeniden, Koca karınlı kuşlar gibi.
Bir yanda parçalanmış teknem durur, Sert tütünüyle gün bir yanda. Kara yakındı önce, hem çok yakındı, Elimi uzatsam tutardı ama Yalnızlıktır denizin tek yasası, Bütün ölüler unutulur, Yaşayanlar kalır tek başlarına.
Akşamleyin kaptan, birkaç gemici Gelip dizildiler kıyıya. Tutunacak bir tekne arar gibiydi Ayağı kayan meltem ve cigara İçerek konuştular gizli gizli, Bense dalgın bakıyordum, boşuna Koparılmış süsendim sanki.
Çalıştılar bir hafta, Ağustosun Altısında bütün iş bitti. Kesik baş çapa, iplerim, küreklerim Kumsalda şaşkın bir yığındır şimdi. Tüter el ayak, tüter ıslak odun, Denizin uzaklardan getirdiği Yabancı, anlamsız bir şeyim.
5. Yeni Bir Dünya
Dünyada geçirdim çocukluğumu İnsanlardan eşya yaparlar Kırmızı bir orman iki boyutlu Kendi başına yağardı kar.
Gör ki, öldüğümde bilmedim, Elimde bunca sözcük kaldı. Nerde geçecek benim erginliğim Bu dünya bir daha olmalı.
Bir dünya daha olmalı, burada Bir yerde, o kadar yakın ki, Seslensem duyulacak belki, Belki başladım onu yaşamaya.
6. Yağmurun Altında
Yirminci yüzyılı yaşadım Ertelenmiş bir yüzyıldı bu Yıkık bir sur yazgımızın uydusu Bekletir ömrü yürüyen ayla birlikte Bırakmaz günün adını koyalım.
Yanıtsız bir yaşamdı erdemimiz Herkes içindi ve kimse içindi Okunmamış bir yazı, umudu doyuran, Duaları düşünmek neye yarar Kurgular tutuşturdu bacalardan.
Yirminci yüzyılı taşıdım Tedirginliğimizin zorbalığıdır sanrılar Ve tohumun beklenmedik gürültüsüyle Çıplak su gibi yinelenir zaman Gökyüzünde usumuzun dirliği
Aklın başarısızlığa uğradığı içtenlik Bir şive gibidir insan, ey öldürülmüş insan Bilinmeyen bir hayvana özgü bir ses gibi Sabırsız testi, hep dolar gibi olan Her şeyin sese dönüşeceği bilinemez ki!
Yirminci yüzyılı yaşadım Parlak suyunda boğulmuş sahipsiz İnsan yeryüzünde durur, bulutlar Bulutlar düşümüzde doludizgin Soylu bir çılgınlıktı gündemimiz.
Ellerinde oyuk gözlü idoller Yüreğimin yalanını besler üç güzel Bir dağın tepesinde buldum üç güzeli Ama ses yok, sessizlik yok, önce erte yok.
Yirminci yüzyılı taşıdım Golgota’ya dirilemem ki, Taşlar arasında yabanıl erinç Ölümü diriltiyorduk hep Yaşam tabular arasında bir esinti.
Mevsimler kurgularla oyaladı bizi Tarlaya bırakılmış bir at gibi Bağlı, yalnız ve özgür, Umudumuz sabrın tutamadığı ırmak Umutsuzluğumuz insan kalmak içindi.
Yirminci yüzyılı yaşadım Dingin karşıtlıkların adını bulmalı Sel gibi kuruyor yaşlılık, gençlik Sanki melekleri gördük uzun saçları Tanrının unutkan kuzgunu idik.
Nasıl unuturum ey doğa Bana bir diyeceğin vardı, kalakaldım, Vaktim yetmedi, ölüm kalım, Bütün yüzyılları yaşadım Vaktim yetmedi anlamaya.
Yirminci yüzyılı taşıdım Atalardan kalma huysuzluk Kuşku, yeryüzü deliliği, Kralımız doğuştan yarım Ama tanrımız Ara Ara idi.
Yaşayamadım yirminci yüzyılı Kim yaşadı ki kendi yüzyılını Akarsuyun dilinden sezenimiz yok Orpheus’tan sonra ben geldim Giz dönüp baktığımız yerde kaldı.
Görüp de bilenimiz yok.
Ah acımasızdır uykusuz soru Delice zeytin yerdi atamız Homeros Biz yemezdik, aşılı zeytindi bizimki Suskun arpa, uyur uyanık harlı toprak Ama yüzyılımız hamdı, delice idi.
Yirminci yüzyılı yaşadık O çağa bu çağa gömüldük Bir şey var, susar, bakar durur Ölümün soluduğu denizle varolan Gökyüzünden başka çağ yoktur.
Oysa ne çok geçmis var, ne çok zaman Ne çok gelecek, ne az zaman Benzerlikle karşılaştık, susalım, Kapalı bir avuçtur sözcük Neden açıp da sormak ister insan?
Sorup da dönenimiz yok.
Hiçbir yüzyılı yaşamadım
Tüy kuşun ruhudur, ses teni Hep anlar gibi oldum duvara vuran güneşi Nesne ve bilinç birdir, çağ atlattı beni Bir hoş bilmece içinde yaşadım.
Dingin ol ruhum, belki uzaklarda Bir yerde nicedir ilk dizeleri Yaratılıyor acıklı destanımızın Çağlar sonra hayranlıkla okunmak için Belki benzer umursamazlığımız kahramanlığa.
Kalk dostum ormana gidelim Geyik sesleri içine çökelim Yeniden doğuş, kıvanç, uyum Kurgular bir yana, biz bir yana İlk kez düşünmeden görelim
Dört kişi parkta çektirmişiz, Ben, Orhan, Oktay, bir de Şinasi… Anlaşılan sonbahar Kimimiz paltolu, kimimiz ceketli Yapraksız arkamızdaki ağaçlar… Babası daha ölmemiş Oktay’ın, Ben bıyıksızım, Orhan, Süleyman efendiyi tanımamış.
Ama ben hiç böyle mahzun olmadım; Ölümü hatırlatan ne var bu resimde? Oysa hayattayız hepimiz.
8. Alaturka
Çık benim şair tabiatım, çık orta yere Fakir güzelinden söyle Hasret ateşinden çal Çal, söyle benim derdimi sevdalı sesinle.
Hep bilinen şarkılar gibi olsun Hani, dil-i biçâreden Sun da içsin yâr elinden Hani bilinen şarkılardan olsun.
Yeni sözler arama nafile Derdim yeni olsa anlarım Gel, hazırından söyle bu akşam Üzme yetişir, üzme firakınla harabım.
Sonunda ah çekeriz derinden Kim anlayacak sahiden olduğunu Sen söyle yalnız Zülfündedir baht-ı siyâhım bestesini Dede’den.
9. Güneşte
Çünkü saatler dardır, her şeyi almaz Güneşte çözülür ve kayarlar bir yana. Mısırlar güçlükle büyürken yağmursuzluk Kaygılandırır dilsiz bahçıvanı. Sessiz kuşlar, bir keçi, ağır iğde ağaçları. Bir araba geçti incelmiş yoldan El salladı biri, belki tanıdık, Belki değil, süreksizliğin eşanlamı. Ve denizin yorgun çağındaydı çocuklar Çığlıkları titretir balkondaki sarmaşığı, Çünkü dardır saatler, sığmaz biraraya Dalgınlık, deniz ve sardunya. Rüzgâr alıp götürdü balıkçı teknelerini Uzaktaki kılıçlara, ki bilemeyiz Hangi derinlikte dölleyerek denizi Gidiyorlar öyle ağırbaşlı, doğuya.
Ve ocaktan çorbanın kokusu geldi demin Burun deliğine kedinin ve köpeğin. Rafta kitaplar, mavi bir şişe ve gül Donmuş kalmışlar tek başlarına. Duvarda bir resim, resimde kalabalık Köy alanı, çocuklar, çember ve zaman. Breughel nasıl da toplamış bunca Ortaklığı ve uyumu bir araya, Çünkü saatler dardır, sığdırılmaz. Güneşte her şey çözülür gider bir yana.
10. Telgrafhane
Uyumayacaksın Memleketinin hali Seni seslerle uyandıracak Oturup yazacaksın Çünkü sen artık o sen değilsin Sen şimdi ıssız bir telgrafhane gibisin Durmadan sesler alacak Sesler vereceksin Uyuyamayacaksın Düzelmeden memleketin hali Düzelmeden dünyanın hali Gözüne uyku giremez ki… Uyumayacaksın Bir sis çanı gibi gecenin içinde Ta gün ışıyıncaya kadar Vakur metin sade Çalacaksın
11. Tohum
Dörtnala haberci ilkyazdan Aşağıdan inceden beyazdan Dumanı tüten sıcak tohum Dolan kara toprağı dolan Ulaş yeryüzüne ak tohum
Hay gücüne kurban olduğum Dağ taş dinlemezim hey aman Göster o gül yüzünü göster Önce yeşil yeşil bak tohum Sonra sarı sarı gülüver
Donansın donansın daneler Kız oğlan kız, alaca kına Tarlalar sebil tek bedava Ver güzelim ver yiğitim ver Pir aşkına fakir aşkına
Anladım farkı neden sonra Tohumdan başka şeymiş bitki Bu küçük deli fişekteki Ne ki? Ağaç mı allı pullu Yoksa ayrık mı, başak mı ki?
Kim bilecek… kapalı kutu Ama bulut, yağmur bulutu Gelir kararır nerdeyse Tohum altta nefes nefese Kulağı gök gürültüsünde.
12. Yan Yana Dalgınlık
Gözlerine bakıyorum Denizden çıkarılmış bir tabaktaki kuş resmi Dağınık köy evleri gibi orda burda Sepetteki sümbül soğanı gibi gölgeli
Yüreğimiz öylesine aşmış ki düşüncemizi Yarışı başlatan tabanca sesi gibi Dudaklarımız koşuya çıktıktan sonra Duyuyoruz söylediklerimizi