Türk ve dünya edebiyatı için oldukça önemli eserlere imza atan Orhan Pamuk, yazarlığın yaşamla çoğaldığını her zaman hatırlatır. Eserlerinde, karakterlerinde, duruşunda ve yaşam izleğinde daima aynı sezgi hissedilir. Bu sayede büyüyen hikâye, kendi doğrusuyla ilerleyerek yeni bir yaşam alanı kurar. Yazarın dünyası da aynı yaşam alanının içerisindedir.
Orhan Pamuk tarafından kaleme alınan Masumiyet Müzesi romanı, aynı zamanda gerçek bir müzeye de uyarlanmıştır. Romanın verdiği ilhamla oluşturulan müze, hikâyeyle gerçeğin yan yana geldiği nadir alanlardan bir tanesi olarak hayatımızdadır. Yazar, Masumiyet Müzesi’nin manifestosunda ilgili olarak pek çok konuyu ele almıştır.
“İmparator ya da kral saraylarının halka açılmasıyla şekillenen ve vazgeçilmez bir turistik ziyaretgâh ve milli bir simge halini alan Louvre, Hermitage gibi büyük milli müzeler, milletin hikâyesini (yani tarihi) bireyin hikâyesinden çok daha önemli kıldı”
“Oysa tek tek bireylerin hikâyesi, insanlığımızı bütün derinliği ile ortaya koymak için daha uygun.”
“Saraylardan milli müzelere geçişle, destanlardan romanlara geçiş arasında bir paralellik olduğunu görüyoruz”
“Evet, eski kralların kahramanlık hikâyeleri olan destanlar, onların yaşadığı saraylar gibidir. Ama milli müzeler romanlar gibi değiller.”
“Bir topluluğun, cemaatin, takımın, milletin, devletin, halkın, bir kuruluşun, şirketin, bir cinsin tarihini anlatmaya çalışan müzelerden bıktık, yorulduk”
“Tek tek bireylerin, sıradan hikâyelerinin bütün büyük toplulukların tarihinden daha zengin, daha insani ve çok daha mutluluk verici olacağını hepimiz biliyoruz.”
“Sorun Çin, Hint, Meksika, İran ya da Türk tarih ve kültürlerinin ne kadar zengin olduğunu anlatabilmek değil (Elbette bu da yapılmalı, ama bu zor değil)”
“Zor olan, bu ülkelerde günümüzde yaşayan tek tek insanların hikâyesini aynı zenginlik, derinlik ve güç ile müzelerde anlatabilmek.”
“Bana göre müzeler, bir devleti, milleti, şirketi, belirli bir tarihi vs. iyi temsil edip edememeleriyle değil”
“Tek tek bireylerin insanlığını ortaya çıkarıp çıkaramamalarıyla ölçülmeli.”
“Müzeler daha küçük, daha bireysel ve daha ucuz olmalı. Ancak böyle, tek tek insanların hikâyelerini ifade edebilirler”
“Büyük kapılı büyük müzelerde, insanlığımızı unutup devleti ve kalabalıkları hatırlamaya çağrılıyoruz. Bu yüzden Batı âlemi dışında milyonlarca insan müzelere gitmekten korkuyor.”
“Günümüz ve geleceğin müzelerinde sorun devleti temsil değil, insanı ortaya çıkarmaktır. Bu insanın yüzyıllardır acımasız baskılar altında olduğunu da unutmayalım”
“Büyük anıtsal, sembolik müzelere giden para ve kaynaklar, tek tek insanların hikâyelerini anlatan küçük müzelere gitmeli”
“Bu kaynaklar, insanları kendi küçük evlerini ve hikâyelerini ‘müzeleştirmeye’ teşvik edip onlara destek olmalı.”
“Eşyalar çevrelerinden, sokaklarından kopartılmadan kendi doğal evlerine hüner ve dikkatle yerleştirilirse, zaten kendi hikâyelerini anlatırlar”
“Şehirlere, mahallelere hükmeden anıtsal binalar insanlığımızı ortaya çıkarmıyor, tam tersi onu eziyor”
“Daha insani olan; mahalleyi, sokakları, çevredeki evleri, dükkânları, her şeyi serginin bir parçası haline getirecek mütevazı müzeler hayal edebilmek!”
“Müzelerin geleceği evlerimizin içindedir”
Kaynak: 1