Her gün bir yönetmen kategorisindeki ismimiz; Luis Buñuel. Gerçeküstücülük akımıyla filmlerine yön veren usta yönetmen, farklı tarzı ve yapmış olduğu işlerle oldukça dikkat çekiyor. Sanata getirdiği bakış açısı, eğitim süreci ve sinemayla nasıl tanıştığına kadar her detayı bu içerikte topladık. En yaratıcı film yönetmenlerinden olan Luis Buñuel’i tüm yaşamıyla ele alıp sizlerle paylaşıyoruz.
Luis Bunuel 1900’de İspanya’da doğdu
Madrid Üniversitesi’nde okudu, orada Salvador Dali ve Frederico Garcia Lorca ile tanıştı
Sinema eğitimi almak için Paris’e gitti ve deneysel filmlerin yönetmeni Jean Epstein’ın yardımcısı oldu
Bir film teorisyeni olarak adlandırabileceğimiz Jean Epstein, 24 yaşında şiir, fotoğraf ve film sanatı hakkındaki fikirlerini “Bonjour Cinema” adlı inceleme kitabında topladı. O dönemdeki kuramsal çalışma anlamında oldukça değerli bulunan bu yapım devamını sinemaya taşıdı. Epstein sinemasının en belirgin özellikleri ise, yakın planlar, algı oyunları ve çizgisel olmayan zaman akışları… Kendi dönemi için fazlasıyla aykırı olan bu tarzda “hikaye” kavramı tamamen geri plandaydı.
Luis Buñuel, 1929’da Gerçeküstücü bir klasik olan “Bir Endülüs Köpeği (Un chien andalou, 1929) filmini çekti
Bir Endülüs Köpeği, tümüyle bilinçaltına bir gönderme, aklın kontrol edilemez yönünün yüceltilmesi gibidir.
Sinema tarihinin çığır açan filmlerinden biri olan yapımda Dalí-Buñuel ikiilisi tam bir sürrealist işçiliği çıkarmışlardır. Aslında her sinema öğrencisinin veya meraklısının derinlemesine incelediği ve incelemesi gerektiği bu yapım bir imaj çalışmasıdır. Duygularla hiçbir işi olmayan sürrealizm akımı; bir sahnede biraz sonra gözü kesilecek olan kadının tepkisizliğiyle anlatılmaya çalışılmıştır. Orada insan bir imajdır, duygusal ve tepkisel bir varlık olarak resmedilmemiştir. Gerçeküstücülüğün temelinde de yatan budur: sanatsal üretimler mevcut düzeni sarsar ve hayatın kendisini bu anlamda dönüştürür. Bir Endülüs Köpeği, ilk sahnesinden itibaren bu hedefi tam anlamıyla yakalamış ve bambaşka bir sinema algısı yaratmıştır. Tüm bu farklılıklara ön ayak olarak sanatta bir çığır açmıştır.
Bir Endülüs Köpeği çekimleri bittiğinde; Picasso, ünlü mimar Le Corbusier ve sürrealizmin babası Andre Breton’a filmnin gösterimi yapılmış
Breton Un Chien Andalou için “sürrealizmin başyapıtı” demiştir ve olumlu eleştirilerle geri dönüş yapmıştır. Bunuel film hakkında “Hiçbir düşünce veya görüntü konusunda kendimizden ödün vererek onları mantıklı bir açıklamaya itmedik. Mantıksızlığa doğru tüm kapıları açmak ve hiçbir açıklama yapmadan o görüntülerin şaşırtıcılık düzeylerini korumak zorundaydık.” sözlerini sarf ediyor. Dali ise senaryosunu yazdığı bu film hakkında “Bir Endülüs Köpeği, ergenlik ve ölüm üzerine bir film. Bu filmle beraber İberya hançerini tüm gerçekliği ve keskinliğiyle entelektüel ve şık Paris’e sapladım.” diyor. Dali ayrıca filmin ilk gösterimine de gitmemiş, İspanya’ya dönüp Paris’teki sergisi için resimleri üzerinde çalışmış ve ilk gösterimden bir ay sonra Paris’e geri dönmüştür.
Gerçeküstücü mizahla toplumsal melankoliyi bütünleştirerek, gerçeküstücü belgesel türünü bambaşka bir bakış açısıyla sundu
1939 yılında iç savaş esnasında Birleşik Devletler’e gitti ve belgeseller çekti, 1946’da da Meksika’ya giderek film yönetmenliği yaptı. 1961’de İspanyol hükümeti tarafından Viridiana’yı çekmesi için İspanya’ya davet edildi. Senaryo önceleri onaylandı fakat film içindeki kilise karşıtı ögeler nedeniyle yasaklandı. Sanat yaşamı boyunca bu tür dağıtım ve sansür sorunları devam etti. Bütün bu karışıklıklara rağmen Bunuel, film yönetmenleri arasında en yaratıcı ve en üretken isimlerden biri oldu. Kafasındaki tüm fikirleri yaratıcı sanatıyla birleştirerek izleyiciye farklı bakış açıları sunmaya devam etti.
Salvador Dali-Luis Bunuel işbirliğinin ikinci ürünü Altın Çağ (L’âge d’or, 1930) filmi
Bunuel bu filmi yalnızca yönetmekle yetinmedi, kurgusunu ve müziğini de kendisi yaptı, hatta filmde küçük bir rol de aldı. Geleneksel toplum yapısına ve değerlerine meydan okuyan film büyük bir sansasyon yarattı. Aile, din, devlet gibi kavramlar Bunuel’in eleştiri oklarının tam on ikilik hedefiydi, bu yüzden filmin gösterildiği salonlar saldırıya uğradı ve Altın Çağ yaklaşık 50 yıl boyunca yasaklı bir film olarak kaldı.
Bu kez gerçeküstücü değil, oldukça gerçekçi bir filmle karşımızda: Unutulmuşlar (Los Olvidados, 1950)
Bu film, Mexico City varoşlarında tutunmaya çalışan çocukların öyküsünü anlatan Bunuel’in Meksika’da çektiği ikinci uzun metrajlı çalışmasıdır. Meksika’ya Franco rejimi altında yaşamamak için gitmiş ve oldukça başarılı işlere imza atmıştır. Ayrıca filmde profesyonel oyuncu yok, Mexico City’in gençlerinden bir kadro kurulmuş. Luis Bunuel bu filmle Cannes’da en iyi yönetmen ödülünün de sahibi oldu.
Modern İsa uyarlaması: Nazarin (1959)
Bunuel bu filminde kamerasını yoksul ve dışlanmış insanların arasında yaşayan bir din adamına çeviriyor. İnancına uygun bir şekilde etrafına iyilik ve güzellik yaymaya çalışan bir rahibin, kirlenmiş bir toplumda yaşadığı çelişkileri konu alıyor. Filmi modern bir İsa uyarlamasına dönüştüren Bunuel; din, inanç, adalet gibi kavramları sorguladığı Nazarin ile Cannes’da uluslararası ödül kazandı. Ayrıca Nazarin, Bunuel’in de favori filmlerinden biri.
Ülkesi İspanya’da çektiği ilk film: Viridiana (1961)
İspanya İç Savaşı’ndan beri ayrı kaldığı ülkesine film çekmek üzere davet edilen Luis Buñuel’in orada çektiği ilk film olan Viridiana, dine getirdiği eleştiriler nedeniyle büyük bir sansasyon yarattı. Silvia Pinal, Fernando Rey ve Francisco Rabal’ın rol aldığı film Vatikan tarafından dine küfür olarak yorumlandı, 16 sene boyunca yasaklı kaldı. Hatta filmden hiçbir eser kalmaması adına negatiflerinin de kaldırılması istendi ve Bunuel için yeni bir sürgün dönemi başlamış oldu. Viridiana’nın Paris’e kaçırılan ve sonunda Cannes’a ulaşan kopyaları sayesinde yok olmaktan kurtarıldı. Ve hak ettiği başarıyı yine yakalayan Bunuel, bu filmle Altın Palmiye’yi kazandı.