Bir insana bilginin “leziz” gelmesi, böyle tatlı bir kırmızının, ağız sulandırması kadar sinestezik bir durum. Gönüllülük işleriyle biraz haşır neşirseniz; ekolojik yaşam, eko çiftlikler, yaban hayatı gözlem ve rehabilitasyonu gibi uğraşlara da meraklıysanız, gittiğiniz ortamlardaki başka gönüllülerden Lisinia’nın adını mutlaka duymuşsunuzdur. Şu videoyu izleyenlerin ilk fırsatta orada olmak isteyeceklerini biliyoruz. Gönüllülüğün en önemli motivasyonlarından biri, hayata dair yaşamsal olabilecek yeni bilgiler edinmektir. Bunun için de gönüllülüğü teşvik eden ve yayılmasını amaçları arasına katmış olan Lisinia Doğa’ya zaman ayırmanın, emek vermenin ve tanıtımına katkı sağlamanın, yapabileceğimiz en iyi şey olduğunu düşünüyoruz. 🙂 Burdur ve Isparta’nın lavanta ve gül bahçelerini görmeye gelenlerin uğrak yerlerinden, sadece bu sene yarım milyon kişinin ziyaret ettiği ve aynı zamanda Burdur’a bağlı Akçaköy’de 3000 dekarlık Lavanta Deresi olarak bilinen Türkiye ve Avrupa’nın görseli en yüksek lavanta vahasını da kapsayan bu doğal yaşam merkezinin ünü her geçen gün artıyor.
1. Lisinia Doğa Projesi’nin temelleri, doğa gönüllüsü Veteriner Hekim Öztürk Sarıca tarafından 2005’te Burdur Gölü’nün kıyısında atıldı
Proje adını, antik çağlarda bölgenin adı olan Psidya’nın en önemli şehirlerinden birinden alıyor. Lisinia, doğan ve batan güneş ve ay ışığının sudaki pırıltısı anlamına geliyor. Üç yıl süren izin çalışmalarından sonra, öncelikle ülkemizin ilk yaban hayatı rehabilitasyon merkezlerinden biri olarak resmiyet kazanan Lisinia Doğa, aynı dönemde tüm masrafları Öztürk Bey tarafından karşılanmak üzere 10 yıllığına Orman ve Su İşleri Bakanlığı’na bedelsiz hibe ediliyor.
2. Lisinia’nın kuruluşu, adeta bir acıyı dönüştürme hikayesi…
Uzun yıllardır Burdur’un Yeşilova ilçesine bağlı Akçaköy’de yaşayan ailesi ile birlikte, doğa ile baş başa bir çocukluk geçiren Öztürk Sarıca’nın ve Lisinia’nın hikayesi, ilk gördüğü andan itibaren çok etkilendiği “Ardıç” ağacıyla başlıyor. En olumsuz şartlarda yaşama tutunmasıyla Öztürk Bey için direniş ve dayanıklılığın simgesi olan Ardıç Ağacı’nın suyu ne kadar az tükettiğini, en kuraktan en sulak yere kadar her türlü ortamda yaşamını sürdürdüğünü, insanları gölgesinde ağırlayıp, uğurladığını görür. Biraz büyüyüp kitap okumaya başlayınca Ardıç Kuşları ve Ardıç Ağacı arasındaki mükemmel uyumu öğrenir. Yere dökülen ağacın tohumları ardıç kuşunun sindirim sisteminde filizlenir ve dışarı atılarak toprağa karışan bu tohumlar çimlenerek yeni bir fidana hayat verir. Ardıç kuşu olmaksızın ağacın tohumu çimlenmez. Doğadaki tüm canlı ve cansız varlıklar arasındaki sonsuz uyumu, özellikle son 30 yılda doğanın kirletilişini ve bunun yansıması olarak ortaya çıkan kanseri gören Sarıca, kendini adadığı doğal hayatın sürmesi ve gelecek nesillere aktarılması için kolları sıvamaya karar verir. İşte, annesi-babası ve kardeşleri dahil ailesindeki pek çok kişiyi kanserden kaybeden Sarıca’nın, tüm deneyim ve birikimlerini insan ve doğa sağlığı arasındaki dengeyi anlamaya ve anlatmaya kurulu projeler için kullanmaya başlamasının hikayesi bu…
3. Lisinia şu an birbiriyle bağlantılı 8 farklı proje ile çalışmalarını sürdürüyor
Kurulduğu günden bu yana gelişerek çeşitlenen Lisinia Doğa, kanserle mücadeleden tutun da Burdur Gölü’nü kurtarmaya kadar varan geniş bir yelpazede, yaban hayatın korunması ve rehabilitasyonu ve hatta gönüllülere eğitim ve sertifika verilmesi gibi hali hazırda sekiz farklı alt proje üzerinden çalışmalarını sürdürüyor. Birbirini tamamlayıcı nitelikteki bu projeler, birbirinden bağımsız düşünülmeden ve sürdürülebilirlik ilkesine uygun biçimde ele alınıyor.
4. Lisinia’nın en önemli gündemi: “Kansersiz gelecek elimizde” projesi
Her yıl 11 milyon kişinin kansere yakalandığı dünyada, 7 milyon insan kanser nedeniyle ölürken, 25 milyon insan da kanserle mücadele ediyor. Proje, Öztürk Sarıca’nın ailesinden pek çok kişiyi kanserden kaybetmesi, eğitimi sırasında aldığı toksikoloji ve çevreye ilişkin dersler ile doğanın hızlı bozulmasına dair teşhisi üzerine hayat buluyor. Öncelikle kanserin nedenlerini araştırıyor ve artış sebeplerini belirliyor. Projenin temel eylemlerinden biri kanser konusundaki farkındalığı geliştirmek, bilinçli bir yaşam sürerek olabilecek riskleri en aza indirmek… Kansere sebebiyet veren özellikle iki şeye odaklanıyor Öztürk Bey. Doğanın insanlar tarafından tahrip edilmesi ve bunun aynı biçimde bize geri dönüşü ile kimyasallar… Lisinia Doğa alanında “Kanser Evi” ve Kanser Piramitleri yapılıyor. Burada özellikle ziraatta kullanılan kimyasallar ile oluşan kanserin insanlar üzerindeki etkisi, görseller kullanılarak anlatılmaya çalışılıyor.
5. Sigaranın kanserdeki payı çok düşük, kimyasalların zararı daha fazla…
“Tarımda kullanılan böcek ilaçları kansere yol açan çok kuvvetli kimyasallar içeriyor. Sofraya gelene kadar bekletmekle, sirkeyle yıkamakla giderebileceğimiz şeyler değil” diyor Öztürk Bey. “Maalesef bu kimyasalları çok bariz alıyoruz. Onun dışında marketlerde gördüğünüz paketli gıdaların çoğu kanser sebebidir. Hem ülkemizde, hem dünyada kansere bir günah keçisi bulunmuş; sigara… Kullanılan diğer tüm kimyasallar yokmuş gibi davranılıyor. Akciğer kanserlerinde dahi sigaranın kansere sebep olma oranı yüzde 17. Tüm kanser türleri içinde ise sigaranın rolü sadece yüzde 4. Elbette sigara zararlıdır, için demiyoruz ama kansere sebebiyet veren tek şey sigara gibi gösterilmeye çalışılıyor. O yüzden kimyasal kullanımını özellikle burada vurgulamak istiyoruz.” Bu sebeple merkez bünyesinde kullanılan tüm tarım alanlarında ilaçsız ve organik tarım yapılıyor. Yüzlerce yıllık Burdur yöresine ait tohumlar kullanılıyor. Aynı zamanda hem homeopati hem de fitoterapi uzmanı olan Öztürk Bey ve onun çalışma arkadaşları, gelen ziyaretçilere GDO’lu besinlerin zararlarını anlatıyor, her insanın kendi coğrafyasında yetişen ürünlerle beslenmesinin önemini vurguluyor ve doğal beslenme yöntemlerine teşvik eden uygulamalı sunumlar yapıyorlar.
6. Defalarca sabunlanmak, şampuanlanmak kansere davetiye çıkarıyor
Türk insanı yıkanmayı pek sever malum… Saatlerce banyodan çıkılmaz, defalarca sabunlanılır, kese yapılır, şampuan üstüne şampuan… Ama temizleneceğim derken kendinize fazlasıyla zarar verdiğinizi söylemek zorundayız. Öztürk Sarıca tüm kanser türlerinin yüzde 75’inin vücudumuzdaki en büyük organlardan biri olan deriden başladığının altını çiziyor. “Vücut kiri denen şey, derinin kendini korumak için salgıladığı yağlardır. Şampuan, duş jeli gibi içinde yağ çözücü kimyasallar bulunan ürünleri her yıkanmada bir kere kullanmanız yeterlidir. Kirler, yağlar çözünür ve derinizin gözenekleri açılır; sonrasında kullandığınız her defasında, bu kimyasallar deriniz tarafından emilir. Üçüncü ve dördüncü kere kullandıktan sonra deride kaşıntı başlamasının sebebi ise deri altına emilen bu kimyasalların bağ dokulara zarar vermesidir” diyor Öztürk Bey. Bu kaşıntıların sebebi kirli olmanız değil kısacası… Bulaşık ya da çamaşır yıkarken kullanmış olduğumuz yağ çözücü kimyasalların hepsi, daha seyreltilmiş oranlarda şampuan, saç kremi ve duş jellerinde mevcut. (Ayrıca kendimizi koruduğumuz kadar doğayı koruma gerekliliğimizi hatırlayarak bulaşık ve çamaşır deterjanı hatta tüm temizlik ürünlerini alırken kimyasal içermeyen doğaya saygılı ürünleri tercih etmemiz gerektiğini tekrar söylemiş olalım. Bu tür ürünleri oldukça ucuza üreten markalar mevcut.)
7. Lisinia Doğa’da, medikal-kozmetik krem ve yağlar üretiliyor
Geliştirilen ürünlerin aynı zamanda yenebilir ve içilebilir olmasını da bir prensip olarak kabul etmişler. Aromatik bitkilerin katma değerinin yüksek olduğunu söyleyen Öztürk Sarıca, Lisinia Doğa’da lavanta başta olmak üzere, kekik, ardıç, nane, adaçayı gibi bitkilerin yağını çıkarıyor, kozmetik olarak kullanılsın diye dondurma kıvamında kremler yapıyor. Bu alanda uzmanlaşmış markaların hammaddeyi Türkiye’den alıp, başka karışımlar yaparak 50 katına tekrar ülkemize sattıklarından söz eden Öztürk Sarıca, “Katma değer yaratıyoruz ülkemize… İnanıyorum ki bir süre sonra bu ürünler ülkemizde üretilecek ve Türkiye bunları yurtdışına satmaya başlayacak” diyor. Ne kozmetik ne de gıda sektörüne dahil edilemeyen, ikisinin arasındaki bu ürünlerin ciddi bir sektör olduğunu düşünüyor. Sarıca sözlerine şöyle devam ediyor: “Bu ürettiklerimizi dışarıya satmamaya çalışıyoruz. Biz olaya ticari bakmıyoruz, insanlar bunu almak istiyorsa buradan alsınlar, biz de bu arada onları doğal hayatla tanıştıralım istiyoruz. Bir farkındalık oluşsun, bu tip ürünlerin bilinirliği ve kullanımı artsın istiyoruz. Türkiye’de bunu üretebilecek kuruluşlar bu işi devralsınlar; biz başka projelere yönelelim, başka işler yapalım istiyoruz. Daha yapacak çok işimiz var.”
8. Lisinia’da her türlü hastalığa karşı bitkisel çözümler bulunuyor
Nane ve ardıç yağını karıştırarak yapılan krem hem romatizmalara iyi geliyor hem de her türlü ağrıya karşı son derece etkili. Haşhaş yağı, saç bakımı için çok ideal. “Diğer taraftan zayıflama kürüne çok ciddi paralar gidiyor. Halbuki bütün dünyada zayıflama kürü kekik yağı, kekik suyudur. Beş veya on gram kekik yağı, günlük iki veya üç litre suyun içine karıştırılıp, sabahtan akşama kadar içilirse, tansiyon problemi olmaksızın hızlı şekilde yağ yakar” diyor Öztürk Bey. Kırışıklık kremi ise incir çekirdeği yağı ve kuşburnu çekirdeğinden yapılıyor ve geceleri sürülüyor. Almanların “güzellik kremi” dedikleri krem, nar ve üzüm çekirdeğinden yapılıyor, gündüz sürülüyor, deri hızlı bir şekilde nefes almaya başlıyor. Yine gül suyu ve yağı cildi doğal olarak nemlendiriyor. Ciltteki lekeleri gidermek için papatya ve lavanta yağından krem üretiliyor. Yurtdışında üretilen ve 20 gramı 200 liraya satılan kremler, Lisinia Doğa’da 100 gramı 35 liradan satılıyor. Siparişler için Öztürk Sarıca’yı arayabiliyor ve hatta ne almanız gerektiği hususunda kendisine bizzat danışabiliyorsunuz. Bu arada, Lisinia Doğa’nın kurulduğu günden bu yana hiçbir maddi destek ya da hibe kabul etmediğini, tüm kazancını bu satışlardan elde ettiğini belirtmeden geçmeyelim.
9. Omega ihtiyacını balıklardan değil; çekirdek tohum yağlarından karşılayın
Balık katliamlarının ciddi boyutlara ulaşmış olmasından çok rahatsız olan Öztürk Bey’in balık yağından elde edilen omega kapsülleri hakkında da söyleyecekleri var. Balık kapsülü yutmak yerine bu coğrafyada yetişen çekirdek tohum yağlarının çok daha faydalı olduğunu anlatıyor. Her bünyenin kendi coğrafyasında halihazırda bulunan yiyecekleri hazmetmeye uygun olduğunu, binlerce kilometre uzaklıktaki bir coğrafyadan getirilen balık yağlarının buradaki insana hiçbir faydasının dokunmayacağını ifade ediyor. “Bir çay kaşığı çörekotu tohumu yağı, keten tohumu ya da susam tohumu yağı yeterlidir. Hiç değilse balıkların hayatı kurtulur” diyor.
10. Lisinia’dan Dünya’ya mesaj: Yaşamak için Burdur Gölü’nü yaşat!
Eski çağlarda 200 metre derinliğinde tektonik bir göl olan Burdur Gölü günümüzde ortalama 8 metre derinliğinde olan bir su kütlesi haline geldi. Yerkürenin ısınması, iklimsel değişiklikler sonucu buharlaşmanın çok, yağışın az olması ile birlikte su azalarak günümüze kadar gelebilmiş. Günümüzde ise Burdur Gölü’nü en çok tehdit eden olay küresel ısınma ve iklimsel değişikliklerden ziyade modern tarım uygulamaları sebebiyle gölden çekilen su miktarının ciddi derecede artmış olması. Öyle ki, önümüzdeki 30 yılın rezervinin şimdiden kullanıldığı ve gölün en fazla 30 yıllık bir ömrü kaldığı söyleniyor. Aral Gölü’nün kuruması sonucu bölgede kanser oranlarının artmasına benzer şekilde bu havzada yaşayanlarda da kanser oranı artmaya başlamış.
11. Damlama sulama yöntemi ile göldeki çekilme durdurulabilir
Burdur ve çevre havza için hayati önem taşıyan gölün kurtarılarak gelecek nesillere aktarılması bölge açısından çok önemli. Lisinia Doğa’da, çekilmenin sonlandırılarak gölün kurtarılması için örnek bir model oluşturması açısından su kullanımının nasıl doğru yapılacağını da göstermek için 195 dekarlık bir alanda 2007’den beri damlama sulama yöntemi ile tarım yapılıyor. Özellikle bölgedeki civar köylerin tümünde kullanılan salma sulama yöntemleri ile normal şartlarda 35 dekar alan sulanırken, bu sistemle aynı miktarda suyla 195 dekar alan sulanabiliyor. Bölgede bir ilk olma özelliği taşıyan bu uygulama, projenin önemli kilometre taşlarından biri. Köyler gezilerek proje anlatılmış. Lisinia’yı ziyaret eden çiftçilere yapılan uygulamalar hakkında bilgiler verilmiş. Bu çalışmanın sonunda civardaki köylerde damlama sulama sistemlerinin kullanılmasında yaklaşık yüzde 20’lik bir artış görülmüş. Binlerce metreküp suyun tasarrufunun sağlanması yoluyla göle giden yer altı su kaynaklarının korunması adına çok önemli bir adım atılmış.
12. Gölün suyunun çekilmesinin nedeni büyükbaş hayvancılık…
Tekeler Yöresi adıyla bilinen keçi ve koyunların bir zamanlar bol olduğu Burdur ve civarında son 25 senede artan büyükbaş hayvancılık için ihtiyaç duyulan su miktarını göl havzası artık karşılayamıyor. Hayvanların beslenmesi için muazzam miktarlarda yetiştirilen yonca ve mısır, aşırı derecede su isteyen bitkiler… Bu noktada Lisinia Doğa, bölgeye örnek teşkil etmesi bakımından proje alanında kullanılan tüm arazilerde lavanta, gül, kekik, ardıç gibi suyu az tüketen, yağmur suyuyla beslenebilen ve bölge halkı için sürdürülebilir gelir modeli oluşturacak ürünler yetiştiriyor ve yetiştirilmesini teşvik ediyor. Ayrıca çalı çırpı yiyerek çoğunlukla doğanın kendisinden beslenen ve çok fazla suya ihtiyaç duymayan, bölgeye özgü cinsleri bulunan keçi ve koyun yetiştiriciliği teşvik ediliyor.
13. Öztürk Bey’in devasa Honamlı keçileri…
“Keçileri kaçırmak” deyiminin fiziksel anlamda gerçekleştiği yer Burdur… Bir zamanlar yamaçlarında et ve süt ihtiyacını fazlasıyla karşılayan Honamlı keçilerinin otladığı bu yerlerde, onların erozyona sebep olduklarına dair 1993’te yayınlanan inceleme sonucunda yürürlüğe giren bir kararla, keçicilik yasaklanıyor. Bunun üzerine yurtdışından bu coğrafyada yaşamaya uygun olmayan büyükbaş hayvanlar getirtiliyor, krediyle köylüye satılıyor. Sulak arazilerde sürekli otlayarak beslenen bu hayvanları doyurabilmek için çok su tüketen mısır ve yoncanın artan miktarlarda ekilmesi de böyle başlıyor… Lisinia Doğa’da görmeyi beklediğimiz keçiler, koyunlar maalesef orada değiller. Çünkü Öztürk Sarıca, keçi yetiştirmekten ceza almış, keçileri sattırılmış. Beş yıllık cezasının son iki yılı kalmış. Fakat yine de, keçi yetiştirmeye devam etmekte çok kararlı görünüyor. Başka şeyler de gelmiş Öztürk Bey’in başına… Mesela arabasına civa bombası atılmış, sonra Lisinia’daki su deposu alt katındaki belge ve kayıt odasıyla birlikte yakılarak kundaklanmış. Pes etmiyor Öztürk Sarıca, “inanç” diyor… Her ne yapıyorsak yapalım; yaptığımız şeyin doğruluğuna ve gerçekliğine şüphe duymaksızın yürekten inanmaktan bahsediyor. “Eğer gerçekten inanırsak, başaramayacağımız hiçbir şey yoktur, arkadaşlar”
14. Tedavisi tamamlanan hayvanlar tekrar doğaya kazandırılıyor
Zararlı kimyasallara çok duyarlı olan yaban hayvanlarının sayısı, o yörenin doğallığı ile doğru orantılı. Burdur Gölü’nde yaban hayatının sürdürülebilirliği çok önemli. Bu meseleyi de kendine görev edinen Sarıca, “Lisinia Burdur Yaban Hayatı Rehabilitasyon Merkezi”ni kurmuş. Türkiye’nin her yerinden yaban hayatına ait hayvanlar kabul ediliyor Lisinia’ya… Gerek mesleği veterinerlik olan Öztürk Bey, gerekse merkeze gelen stajyer veterinerlik öğrencileri ve farklı meslek dallarından gönüllüler tarafından yürütülen çalışmalar sonucunda, özellikle Burdur Gölü havzasında avcılar tarafından vurulmuş, kimyasallar yüzünden zehirlenmiş ve çeşitli hastalıkları olan yaban hayvanlarının korumaya alındığı merkezde, tedavisi tamamlananlar tekrar doğaya kazandırılıyor. Bugüne kadar merkeze gelen 584 hayvandan 401’i tedavi edilerek doğaya salınmış. Hala 33 yaban hayvanının tedavi ve rehabilitasyonu devam ediyor. Bazı hiç iyileşemeyecek hayvanlar için ise Lisinia Doğa, ömürlük bir yuva… Alana ziyarete gelen çiftçilere yanlış böcek ve fare zehri kullanmanın yaban hayatına etkileri, çevre ve ekolojiye zararları, içme sularında ve göl sularındaki yarattığı kirlilik de itinayla anlatılıyor.
15. Lisinia Doğa’da her mevsim gönüllülük…
Lisinia Doğa, 365 gün boyunca gönüllülere kapısını açık tutuyor. Katılımcıların gelmeden bir kaç gün önce haber vermesi yeterli. İşlerin sabah 09:00-09:30 gibi başlaması bekleniyor. Yazın sıcak saatlerinde gönüllüler için öğlen arası molaları 3-4 saate kadar uzuyor. Toplamda 5 ila 8 saat çalışılıyor. Ama lavanta, adaçayı hasadı mevsiminde iş saatleri gece yarısına kadar uzayabiliyor. Çünkü lavantaların solmadan kazanlara basılması ve yağının çıkarılması gerekiyor.
16. Gönüllü katılımının çoğalması ve yaygınlaştırılması
Gönüllülerin burada öğrendiklerini uygulamalarını ve yaymalarını isteyen Öztürk Bey, gönüllülüğün ve gönüllülük esasına dayalı projelerin artmasını istiyor. Gönüllülerin zaman ve emekleri karşılığı ücretsiz konakladıkları ve yiyip içtikleri Lisinia Doğa’da, iş tanımlarının en başından doğru ve eksiksiz yapılması zaman ve emek tasarrufu sağlanması açısından elzem bir konu. İşbölümü yapılırken, iş sayısının çokluğu ve bunların her birinin büyüklüğü ile doğru orantılı olarak, gönüllülerin tamamını tek bir işe yönlendirmek yerine, işleri gönüllü sayısına göre paylaştırmak daha pratik bir yaklaşım. Bununla birlikte, gönüllülerin bulundukları ortama, fiziksel iş gücü katkıları kadar, düşünce ve deneyim katkılarının da aynı oranda hesaba katılması gerekiyor. Bu sebeple kısıtlı bir vakitte olabildiğince çok şey öğrenmek isteyen gönüllülere, sürekli aynı bilgileri kullanacakları işleri, uzun süre yaptırmak yerine; kısa zaman diliminde olabildiğince fazla, farklı iş yaptırarak, değişik iş kalemleri hakkında daha çok bilgi ve deneyim sahibi olmaları sağlanabilir.
BONUS: Lisinia’nın hikayesini bir de kurucusu Öztürk Sarıca’dan dinleyin…
Ekstra Kaynaklar: 1, 2, 3, 4, 5, 7