Nedendir bilinmez, 90’lı yıllar Türk televizyonlarının yaşadığı en garip dönemdi. Belki özel kanalların hayatımıza girmesi çıldırtmıştı böylesine bizleri, belki başka bir şey. Televizyon programlarında birbirlerini tokatlayan ünlüler, tartışma programlarında kim olduğunu bilmediğimiz insanların garip beyanları, bugünün popüler şarkıcılarının baş rolünü paylaştığı ibretlik tv filmleri… Ve daha niceleri. Nasıl bir kara büyüyse, o zamanlar televizyonda yaşanan bu gariplikler karşısında dehşete kapılmıyorduk; ama şimdi dönüp bakınca bu neyin kafasıydı acaba demekten kendimizi alamıyoruz.
İşte 90’ların garipliklerinden biri de başlı başına “Levent Oran”dı. İsmini söylediğimizde belki gözünüzde bir şey canlanmamış olabilir ama aslında onu o yıllarda çekilen her programda gördünüz. Bazen Seda Sayan’ın programında alkışçıydı, bazen bir ünlünün cenazesinde ağlıyordu; bazen Savaş Ay’ın programındaki tartışmacılardan biriydi. Peki ama bu adam kimdi, neden her yerdeydi…
Levent Oran’ı herkes, “Kaşınan kadını döveceksin!” söylemiyle tanıdı…
1960 yılında İstanbul’da doğan Oran, otoriter bir anne ve deniz subayı bir babanın oğlu olarak büyüdü. Dört kardeşlerdi ama üzerinde baskı yaratan bu otorite, onun ailesine karşı en muhalif çocuk olmasına neden oldu. Gençlik yıllarında tiyatroya ilgi duydu ve bu alanda ilerlemeye çalıştı. Belki de içindeki şöhret olma hevesi de böyle başlamıştı. Oran, geçimini bir süre bankacılıktan kazandı; zaten tiyatroda da istediği başarıyı yakalayamamıştı. Bu yüzden rotasını tamamen televizyon ekranlarına çevirdi.
Onun tek hayali herkes tarafından tanınmak ve ekranlarda olmaktı. Sırf bu amaçla vefat eden ünlülerin cenazelerine katılmaya başladı…
Oran, ömründe görmediği ünlülerin cenazelerine katılıp ekranda gözüküyor; akşam da tv’de kendisini izleyip mutlu oluyordu.
90’ların sonunda ekranların vazgeçilmezi haline gelen reality showlar, onun bu amacına hizmet edecek en önemli yerlerdi…
O da bunu sonuna kadar kullandı. Yolu bir şekilde, bazı programlara para karşılığı seyirci toplayan kişilerle kesişti ve katıldığı programlarda yaptığı ses getirecek yorumlarla da kendisini ön plana çıkarmayı başardı.
“Türkiye’de Zeki Müren dahil sanatçı yok.”
“Hayvanseverler ruh hastasıdır.”
“Boşanma nedeni insanların anlaşamaması. Niye anlaşamıyorlar; kadın beyin özürlü olduğu için.”
“Titanic’e karım, iki kızım ve hizmetçimizle bindik. Çok zengin bir elmas kralıydım. Ama maalesef kaza sonrası eşim ve çocuklarım öldü. Ben suya düştüğüm anda uzaylı dostlarım tarafından alınarak, Amsterya Gezegeni’ne götürüldüm…”
“…ve onlarla çok mutlu bir 58 yıl yaşadıktan sonra, beni elçi olarak 1970 yılında tekrar dünyaya gönderdiler. Vücudumda 8 adet çip var ve dünyayı dengeliyor. Savaşları önlüyorum. Ben seçilmiş biriyim. Kaderim Türk halkının kaderini değiştirmeye programlandı.”
Katıldığı programlarda dikkat çekmek için ortaya attığı fikirlerden bazıları bunlardı. Ama şöhret onu hiçbir şekilde el üstünde tutturmuyordu. Ve bu açıklamalar ona karşı büyük bir nefretin oluşmasına neden oldu.
Elbette bu işten tek çıkarı olan kişi Levent Oran değildi; cümleleriyle böylesine sansasyon yaratan birine yer vermek, televizyoncuların da işine geliyordu…
Levent Oran, özellikle, Savaş Ay’ın programında söylediği “Kaşınan kadını döveceksin.” cümlesiyle, tüm ülkede konuşulur hale geldi. Tüm Türkiye, “Bu adam ne diyor” şeklinde hayrete kapılmıştı. Oran bu gelişmeyle de birlikte kendisini çeşitli tartışma programlarında; belediye başkanları, vekiller, ünlü doktorlarla aynı platformda buldu. Ona hayalindeki bu yeri veren ise elbette tv programcılarıydı.
Levent Oran, o günlerde sokakta tanındığı için şöhret olduğunu ve hedefine ulaştığını sanıyordu ama bu geçici bir şeydi…
Sokakta insanlar artık tanıyordu ama Oran hiçbir şekilde para kazanmıyordu. Bakmak zorunda olduğu bir ailesi olduğu için, bu durum onun için can sıkıcı olmaya başlamıştı. Sonra küçük bir yalanla bir kez daha ses getirdi: “5000 eser biliyorum.” Böylece bazı gazinolarda, pavyonlarda sahne almaya başladı. Bu kez para da kazanıyordu. Ama televizyonu kullanmaya devam etti. Sahneye çıktığı zamanlarda kavga çıkarıp televizyoncuları çağırıyor; böylece işini de garantiye alıyordu.
“Televizyonu kullanmak zorundaydım. Onlar beni kullandı, ben de onları kullandım.”
Böyle söylüyor Oran, o yılları anlatırken. Sahip olduğunu sandığı şöhreti, onu giderek daha da kötü yerlere götürdü. Önce küçük pavyonlara düştü, sonra kimliği belirlenemeyen kişilerce, sahnedeyken bacağından vuruldu. Üstelik neredeyse ölüyordu. Zaten bu olay da onun için bir kırılma noktası oldu.
Bir gün bir pavyonda sahne alırken bacağından vurulması, onun durup hayatına çeki düzen vermesine neden oldu…
Yaptıkları yüzünden ailesi onunla görüşmüyordu ama vurulma olayından sonra aralarındaki buzlar eridi. Ne yazık ki eşinden ayrıldı; sadece iki kızıyla görüşebiliyordu. Oran, “Herkesin hayatında bir hata olur, bu da benimki.” diyor ve pişmanlıkla anlatıyor o günleri, 2008 yılına ait bir röportajında.
Oran, zamanında kadınlar için ağıza alınmayacak cümleler kurdu belki ama onu kaybolduğu bu hayatın içinden kurtaran kişiler yine kadınlardı…
Annesi, kızları, patronu… Oran’ın söylediğine göre, o, yaşadığı sansasyonel hayattan, 2008 yılında girdiği bir firmada insan kaynakları yöneticisi olarak kurtuldu. Sonra da kendine gözlerden uzak, sakin bir yaşam kurdu.
Levent Oran’ın buraya kadar olan hikayesi, 2008 yılında verdiği bir röportajdan. Yani aslında kendi kabul ettiği ve anlattığı şeyler. Ancak hakkında kısacık bir araştırma yaptığımızda bile, daha bir sene öncesine ait; yine garip beyanlarda bulunduğu röportajlarına rastlamak mümkün… Örneğin, sakin bir hayat yaşadığını, pişmanlıkları olduğunu söylemesine rağmen; bir sene önce verdiği bir röportajda, zamanında kadınlarla ilgili o sözleri söylediği için bugün Türkiye’de kadın kelimesinin konuşulabildiğini iddia ettiğini görüyoruz; hem de şu cümlelerle:
“Eminim kadınlar ayaklarımı yıkamak için sıraya giriyorlardır.”
“…Bu olayların hiçbiri benim isteğim doğrultusunda gelişmedi.” / “Ben şöhret için sadece verilen rolleri oynadım.”
Levent Oran bir dönem, “Beni Siz Delirttiniz” isimli bir de kitap yazdı. Kitapta kendi ağzından kendi hikayesini anlattı. Onun iddiasına göre, şöhret olmak için yaptığı her şey, aslında sadece onun isteği doğrultusunda gerçekleşmemişti. İşte kitaptan bir bölüm:
“PANTOLONUMU ÇIKARIRIM
Gittiğim programlardan birinin konusu başörtüsü ile ilgiliydi. Ben kadının modern olması gerektiğini o yüzden başörtüyü kabul etmediğimi söyledim, Ayşe Özgün inadına inadına o toplama seyirciyi hareketlendirmeye uğraşıyordu. Yanımdaki kadın konu bana ‘Ben Müslümanım sen değilsin’ diye bağırmaya başladı. Ben de kalktım ayağa, ‘Size Müslümanlığımı ispat etmemi istiyorsanız pantolonumu çıkartayım’ dedim… Ayşe Özgün bu bölümü kesmeden yayınladı.”
Sadece bu bölüm bile, aslında olaylara farklı bir açıdan bakmanızı sağlayacak; eminiz. Levent Oran’ın karakterini, sağlığını ya da tutarlılığını sorgulamıyoruz. Ancak gerçek olan bir şey varsa o da, sanıyoruz, onun kötü şöhretinin tek sorumlusunun kendisi olmadığı. Tüm bu olayların altında bugün de farklı kişiler tarafından devam ettirilen bambaşka bir hikaye var…
Ünlü olma hevesiyle yanıp tutuşan bu insanlar, 90’lı yıllarda, Türk televizyonlarında başka bir dönemi başlattı ve o dönem, onlarla birlikte sona erdi…
Levent Oran’ın hikayesi aslında Türk televizyonlarının kısa bir özeti. 90’lar garip yıllardı beyaz cam için ama aslına bakarsak, buna benzer hikayeler bugün de yaşanmaya devam ediyor. Sadece Levent Oran kadar gözümüze sokmaya cesareti olan insanlar yok belki. Çünkü bu karşılıklı bir çıkar ilişkisi gibi gözükse de aslında tamamen tek taraflı. Oran, katıldığı programların hiçbirinden para kazanmadı. Bundan kazanç sağlayan tek yer, katıldığı tv programlarıydı. O televizyonu kullanmaya çalıştı, sahiden de insanların tanıdığı biri haline geldi; ama tek kazandığı; insanların nefretiydi.
Sonuç: Koca bir sıfır.