“Pesimizmin Saray Şairi”, “melankolinin babası”, “aylakların prensi”… gibi pek çok lakap kazanmış bir müzisyendir Leonard Cohen. İlk albümlerinde ağıt yakar, inler gibi seslenmiştir dinleyicilere ve daha ilk albümüyle etkilemeyi başarmıştır herkesi. Lakin yavaş yavaş sesi kalınlaşır yıllar geçtikçe. Ve o haliyle de büyüler, alıştırır insanları. Önceleri şiir ve roman ilgi alanlarındayken zamanla müziğe kaymış, bize her zaman dinlemekten hoşnut olacağımız şarkılar vermiştir.
Lise yıllığına en büyük tutkusunun dünyaca ünlü bir konuşmacı olmak olduğunu yazan Cohen, konuşmacılıkla olmasa da insanlara şiirleriyle, romanlarıyla ve müziğiyle hitap ederek iletişim kurmayı başardı. Ona şarkıların nereden geldiğini sormak faydasızdır elbet, ama bir kere kendisine sorulmuş ve verdiği yanıt biraz olsun içinde yaratma yeteneği barındıran herkesin -ki bu tüm insanlık demek- ortak özellik olarak bildiği bir şey olsa gerek: “Bilseydim, oraya daha sık giderdim.”
Gençlik, edebiyat ve Lorca
Leonard Cohen Quebec’te, Montreal’in İngilizce konuşulan bölgesinde orta sınıf Musevi bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. İlkokul ve lise çağında edebiyata büyük merakı vardı ve özellikle Federico García Lorca’nın şiirleri üzerine takıntı yapacak derecede hayranlık duyuyordu. Lorca onun kahramanıydı. Ve kahramanının adını ileride doğacak kızına verecekti. Lorca’nın “Al Bu Valsi” şiirini tam yüz elli saat süren uzun çalışmasıyla İspanyolca’dan İngilizce’ye çevirebildi.
Edebiyattan müziğe yavaş adımlar
1951’de McGill Üniversitesi’ne giren Cohen, üç yıl sonra şiirlerini ilk kez bir dergide yayınlatmayı başardı. İlk şiir kitabı Let Us Compare Mythologies ve ikincisi de The Spice-Box of Earth’tür. Şiirlerinin yanı sıra roman da yazan Leonard, The Favourite Game ve Beautiful Losers adlı iki romanını da sırasıyla 63 ve 66 yıllarında yayınladı. Ancak gittikçe edebiyat alanında seyrek ürün vermeye başladı. Lise yıllarında öğrendiği gitar çalmayı şarkı yazımında kullanıyor ve müzisyen olma fikri gittikçe kafasına daha da yatıyordu.
İlk şarkısı Suzanne’in hikayesi
Cohen’in hayatındaki dönüm noktası folk sanatçısı Judy Collins ile tanışmasıyla gerçekleşti. Platonik aşkı Suzanne Verdal için yazdığı şiir Suzanne’i telefonda Judy’ye söyledi ve Judy, Cohen’e kayıt yapacağına dair söz verdi. 1966’da Suzanne şiir olarak basıldı, ardından Judy kendi yorumuyla o yıl çıkardığı albüme şarkıyı koydu. Bir yıl aradan sonraysa Cohen’in ilk albümünün ilk şarkısı olarak The Songs of Leonard Cohen’de yer aldı.
60’lı yıllarda vakit geçirdiği Suzanne Verdal’ın o dönem Armand adında bir heykeltraşla birlikte olması nedeniyle ikili arasındaki aşk hep platonik kaldı. Şarkının içinde geçen betimleme ve imgeleri Cohen, hep, birlikte geçirdikleri vakitlerden birebir alıntılayarak yazmış. Cohen, ileriki yıllarda Armand’dan ayrılan Suzanne’e birlikte olma teklifinde bulunduysa da Suzanne bu teklifi geri çevirmiş. Her ne olursa olsun Suzanne, Cohen için büyük bir ilham kaynağı olarak onu müzik kariyerine başlatması açısından Cohen’in ve biz -farkında olmasak da- dinleyicilerinin hayatında çok büyük öneme sahiptir.
Yunanistan’daki saklı adası
Yunanistan’daki Hydra Adası’nı çok seven Cohen, 1960’da 1500$’a oradan bir ev satın aldı. Tam anlamıyla eskilerin köy hayatını yaşadığı bu evde elektrik ya da su yoktu. Orada yaşamak için yıllık ihtiyacı olan para ise 1000$’dan ibaretti. Parayı kazanmak için Kanada’ya geri dönüp yazdıklarından yetecek kadar olanı biriktirdiğinde adaya yazmak, yüzmek ve sandalla açılmak üzere tekrar gidiyordu.
So Long Marianne şarkısına, adada üç yıl kadar birlikte yaşadığı Marianne Jensen ilham kaynağı olmuştur.
“Bu işler için biraz yaşlı değil misin?”
Cohen, 32 yaşındayken zaten Kanada’da tanınan bir şair ve romancıydı. 22 yaşında ilk şiir kitabı yayınlanmış ve 25’ine geldiğinde bu kitabı sayesinde Avrupa’yı dolaşması için 2000$ burs kazanmıştı. Ancak hepsi şarkı yazmadan önceydi ve müziğin daha iyi para getireceğini düşünmüştü. İlk şarkılarını New York’un küçük barlarında söylemeye başladığı zaman, bir menajer yanına gelip ona şöyle demişti: “Bu işler için biraz yaşlı değil misin?”
Bileklerini kesmek isteyeceğin müzik
1970’lerin başlarında müziği için “bileklerini kesmek isteyeceğin türden” yakıştırması yapılmıştı ve bu adeta üzerine yapıştı. Durumdan hayli rahatsız olan Cohen, ne zaman bir gazetecinin hakkında bir şeyler yazdığı yazıyı incelese bu tanım karşısına çıkardı.
Chelsea Hotel #2’de Janis Joplin ile
1974’te yayınlanan New Skin for the Old Ceremony albümünde yer alan Chelsea Hotel #2 adlı şarkı belki de ünlü bir müzisyenin bir diğeriyle açıkça seviştiğini anlattığı tek şarkı olabilir. Cohen, şarkıdaki ilişkiyi yaşadığı kişinin Janis Joplin olduğunu yıllar sonra, Janis öldükten sonra söyledi. Ama bunu yaptığı için de büyük pişmanlık duydu ve yaptığının hayatındaki en büyük düşüncesizlik olduğundan bahsetti. Çünkü şarkı sözlerinde epey ‘yakın’ ifadeler vardı. “Hiçbir zaman metreslerimden ve terzilerimden bahsetmem” diyen Cohen, anlaşılan Janis için ayrıcalık yapmıştı:
“Seni çok iyi hatırlıyorum Chelsea Hotel’de
…
Bana yalnız, yakışıklıları tercih ettiğini söyledin
Fakat benim için bir ayrıcalık yapacaktın
…
Limuzinler beklerken sokakta
Ağzına alırken dağınık yatakta”
Cohen ve Budizm
1988’de söylediği, “yaşlandıkça son zamanların gerçekliğini alma konusunda daha az istekli oluyorsun,” sözüyle yaşadığı gerçekliği daha fazla çekemeyip altı yıl sonra Los Angeles’a yakın Mt. Baldy’de bir budist tapınağına inzivaya çekilmesinden hissettiklerini daha iyi anlıyoruz. 50’lerde bir yazar, 60’larda bir folk müzisyeni, 70’lerde yine öyle, 80’lerde kült bir rock yıldızı ve 90’larda bir keşiş… Burada tapınağın kıdemli keşişlerinden birinin yanında onun kişisel yardımcılığını yaptı. Cohen’e Jikan, yani “sessiz olan” diye hitap ediyorlardı. Cohen keşişlik yolculuğu hakkında daha sonra, “yeni bir din aramıyorum, eskisiyle, Musevilikle yeterince mutluyum,” demiştir.
Cohen ve yaşlılık
Kendi zamanının, yani günümüzün yaşlı rock müzisyenleri yaşadıkları uzun ve dolu hayatın getirdiği renkliliği, sürekli göz önünde bulunmalarından olsa gerek yaşlanmayı pek kaldıramamıştır. Bu sebeple estetik ameliyatlar geçirerek vücutlarını genç gösterme eğiliminde oldular. Lakin Leonard Cohen için bu söz konusu değildir. O, hayatın getirdikleriyle gitmeyi, doğal olanı bozmamayı tercih etmiş ve zaman ona nasıl davrandıysa o da buna karşı gelmeye çalışmayarak hayatını sürdürmüş, karşılığını vermiştir.
Tower of Songs şarkısında şu mısralar geçer:
“Arkadaşlarım gitti ve saçım grileşti şimdi
Eskiden çaldığım yerlerde canım yanıyor”
2005’te kendisine sorulan “o ‘yerlere’ ne oldu?” sorusuna asık suratlı bir şekilde ama yine de bir zevk duyarak, “artık o yerleri bulamıyorum.” cevabını vermiştir.
2000’ler sonrası
Beş yıllık aranın ardından yeni adı Jikan’a yakışır biçimde geçirdiği bu sürede hayranları arasında, artık albüm yapmayacağı, müziği bıraktığı dedikoduları iyiden iyiye yayılmaya başlamıştı. Ancak 99’da tekrar şehre indi ve stüdyoya girdi. İki yıllık bir çalışmanın ardından 2001’de Ten New Songs albümünü yayınladı. 2004’te Dear Heather, arada iki konser albümü sonrası son olarak 2012’de Old Ideas albümleri de piyasaya çıktı.
Leonard Cohen efsanesi hep yaşayacak…
Dünyanın geneline bakıldığında özellikle yeni gelen nesilin daha çok 70’ler öncesindeki müzisyenler hakkında pek bir fikirleri olmadığı hatta bu isimleri hiç bilmedikleri görülür. Bu bilinmeyenler arasına elbette Leonard Cohen de giriyor. O dönemlerde yaşamayıp da bilenlerimiz bu olayın nasıl olduğuna anlam veremese de ne yazık ki böyle bir gerçeğin olduğunun farkındalar. Ama bu tür müzisyenler her zaman önümüzdeki yıllarda da yaşamayı, takdir edilmeyi sürdürecektir. Bazı dinleyicilerce duygusuz, ruhsuz olmakla itham edilmesine karşın Cohen, birçoklarınca da ciddi anlamda beğenilmiş ve ticari olarak da büyük başarı yakalamıştır.
Böylesine güçlü şarkı yazma yeteneğini barındıran ve bizlere her daim dinleyebileceğimiz pek çok şarkılar veren bu yaşlı adam, dün gece yarısı, 82 yaşındayken hayatını kaybetti. Onu her zaman sevgiyle anacağız…
Bu yazının yazımında kullanılan birçok bilgi www.leonardcohenfiles.com’dan alıntılanmıştır.