Biz tacize uğrayan Pamuk Prenses’le (prens tarafından izni dışında öpülmesi), kızları aptal yerine koyan Kırmızı Başlıklı Kız’la (bir kurtla ninesini ayırt edemeyecek kadar aptal), üvey anneleri istemiyor diye öz babaları tarafından ormana atılan Hansel ve Gretel’le (babanın evlatları yerine eve sonradan gelen kişiyi, bir anlamda cinselliği tercih etmesi) büyüdük. Heidi gibi özgürlüğüne düşkün ve –deyim yerindeyse- anti kapitalist bir kahramanımız da vardı ama maalesef hakimiyet masal dünyasının yoz ve eski metinlerinde olduğu için bu süreç bizi yeterince özgürleştirmedi. Neyse ki o dönem hayat sokaklardaydı da oradan yırttık birazcık.
Annesi babası az da olsa okur yazar olan zamane çocukları çok şanslı. Zira Günışığı, Pearson, İletişim, Popcore, 1001 Çiçek gibi kaliteli kitaplar basan yayınevleri var ve en önemlisi web’de dolanmayı seven birisi önünde sonunda bu kitaplardan birini fark edebilir sosyal medya sayfalarında.
İşte Kumkurdu da bu kitaplardan birisi, hatta en önemlisi. Çünkü yazarı Asa Lind, bir çocuğa her şeyin anlatılabileceğine inanan ve kendi kızından ilham alan İsveçli bir anne. Kumkurdu’nda da kendi deyimiyle, “çocukların bakış açısından büyüklerin ahmaklığını ve doğanın sırlarını felsefi bir derinlikle, şiirsel ama anlaşılır bir dille” anlatmış. Önce Yerdeniz (diğer adıyla Adrena), sonra Kanat Çocuk tarafından basılan bu muhteşem kitabın özellikle birinci ve ikinci cildi bir süredir bulunamıyordu. Ama sağ olsun Pegasus Yayınları bizim üzülmemize daha fazla dayanamadı ve tüm ciltleri yeniden bastı.
Yazının başından beri çocuklar da çocuklar deyip durduk ama, “Tam Zackarina gol attığı anda –pat! kale direklerinin tam ortasına- Andromeda galaksisinde yeni ve değişik bir yıldız doğdu. Ama neredeyse hiç kimse bunu görmedi. Finlandiya’da yaşayan yalnız bir astronom ve iki kelebeğin dışında hiç kimse.” gibi bir paragrafın, yaşını başını almış pek çok yetişkini gözleri nemli bir şekilde uzaklara daldırdığına da şahit olduk. Çocuk kitabı deyip geçmeyin yani…
Hepimiz evrenin bir parçasıyız
“Patlamaya hazır bir balon gibi kokuyorsun,”dedi.
“Düşünüyorum,” dedi Zackarina.
“Balonları mı?” diye sordu Kumkurdu.
“Evreni,” dedi Zackarina.
Kumkurdu ikisinin de aynı şey olduğunu söyledi.
“Hiç de bile değil,” dedi Zackarina. “Evren hakkında hiçbir şey bilmiyorsun.”
“Hah! Ben mi bilmiyorum?” dedi Kumkurdu. “Ben evrenin yarısını köşe bucak bilirim!”
…
“Gerçekte hiçbir şey son bulmaz,” dedi Kumkurdu.
“Hiç de bile!” dedi Zackarina. “Elbette bulur.”
Şekerlemeyi yuttu, ağzını kocaman açarak Kumkurdu’na gösterdi. “Baaaakk boş! Şeker her zaman biter,” dedi Zackarina.
“Ama yok olmaz,” dedi Kumkurdu. “Yalnızca midene iner ve orada başka bir şey olur.”
…
“Evren her şeydir,” dedi Kumkurdu. “Var olan her şey! Burada ve şimdi, o zaman ve orada. Aydınlık ve karanlık, galaksiler ve yıldızlar, gezegenler, kuyruklu yıldızlar, trampetler ve kartallar ve ayılar ve bazen, bir pantolonun cebinde duran tozlu, kırmızı şekerlemeler.”
“Benim biraz önce yuttuğumdan mı?” diye sordu Zackarina. “O da mı evrenin bir parçasıydı?”
“Elbette!” dedi Kumkurdu. “O da evrenin bir parçasıydı. Sen de Zackarina, sen de evrenin bir parçasısın.”
“Ben mi? Gerçekten mi?” dedi Zackarina.
…
Gevezeliğin arkasına saklanmak
“Bir de benim onlara şarkı söylememi istediler.” dedi Zackarina.
“Şarkı dinlemekten hoşlanıyor olmalılar.” dedi Kumkurdu.
“O zaman kendileri söylesinler.” dedi Zackarina.
“Belki cesaret edemiyorlar,” dedi Kumkurdu. “Belki de utanıyorlar.”
“Hayıııır, hiç utanmıyorlar,” dedi Zackarina. “Durmadan vıdı vıdı konuşuyorlar.”
Kumkurdu pençelerini şöyle bir havaya kaldırıp baktı. Harika görünüyorlardı.
“Eğer insan görünmek istemiyorsa bir şeyin arkasına saklanır.” dedi Kumkurdu. “Bir çalının, bir kapının ya da bir sürü gevezeliğin. Ne kadar yüksek sesle konuşur, gevezelik ederse o kadar görünmez olduğunu düşünür.”
Zackarina biraz düşündükten sonra “Ben kendimi gizlemek istemiyorum.” dedi ve eve gitti.
…
Her şeyi değiştirmede dünya şampiyonu
…
Zackarina denizin üzerinden uzaklara baktı ve çizgi romanların ne kadar güzel olduklarını düşündü. Ama daha önce hastanedekiler kadar güzellerini görmemişti.
– Bazılarının, dedi Zackarina, aşkları çok tuhaf oluyor. Bütünüyle başka biri oluyorlar. Tanımakta zorlanıyor insan.
Kumkurdu ona hak verdi. “Evet, öyle oluyor,” dedi. Gerçekten de aşk, her şeyi değiştirmede dünya şampiyonuydu. Her şey birdenbire miniminnacık aşk tarafından değiştiriliyor ve bambaşka oluyordu.
Kelebekler topun üzerinden havalandılar ve denize doğru kanat çırptılar.
– Sen birine aşık mısın? dedi Zackarina. Yani şu anda demek istiyorum.
Kumkurdu burnunu kaşıdı ve yıldızlarla galaksiler hakkında bir şeyler mırıldandı. Özellikle yeryüzüne en yakın olanların içinde, adı “Andromeda” olan hakkında. Sonra birden ayağa kalktı ve futbol oynamak istedi.
…
Sevinç kadar hüznü de kabullenmek, hatırlamak
…
– Bu senin en iyi anılarından biri değil mi? dedi Zackarina. Bu yüzden onu kaybetmek istemiyorsun?
Ama Kumkurdu’nun sesi titrek kumlar gibi toz tozdu ve “Hayır, hayır,” dedi. “O en kötü anılarımdan biriydi, çünkü gemi fırtınadan kurtulamamış ve batmıştı.”
Bunları anlatırken Kumkurdu’nun güçlükle konuşabildiğini fark etti Zackarina.
– Kurtarabildiğim kadarını kurtarmaya çalıştım, dedi Kumkurdu.
Sonra derin bir iç çekti ve gözlerini kısarak denize baktı.
– Ama herkesi kurtaramadım, dedi sessizce. Çoğu boğulup öldü.
Kumkurdu’nun mavi gözleri yaşla dolmuştu. Zackarina onun bu durumuna çok üzüldü. Kumkurdu’nun ağlamasını istemiyordu.
– Hain eski anı! dedi ve karanlık anıyı fırlattı, anı havalandı ve rüzgara kapıldı. Ama Kumkurdu en hızlı rüzgardan bile daha hızlıydı, ileri doğru fırladı, anıyı yakaladı ve tekrar kafasının içine yerleştirdi. Plopp! Anı şimdi yerini bulmuştu, bu yer onun saklandığı kasa gibi bir şeydi.
Zackarina bu davranışın çok aptalca olduğunu düşündü. Birinin kafasında bir sürü acı anıyla dolaşması çok zor olmalıydı mutlaka, ama Kumkurdu yine de her türlü anıyı sakladığını söyledi.
– Yalnızca neşeli anıların kaldığını bir düşünsene, dedi. O zaman hüzün denen şeyin ne olduğunu bilemezdim.
Sonra başını sağa sola salladı. Zackarina neredeyse anıların onun kafasının içinde dans ettiklerini duyabiliyordu.
…
Hayatın bir parçası: Ölüm
– İyi günler Ölüm, dedi Kumkurdu.
– İyi günler dostum, dedi Ölüm.
Kumkurdu’nun iki kulağının arasını kaşıdı ve Kumkurdu adeta bir kedi gibi mırıldamaya başladı.
– Zackarina’yı almaya gelmedin, değil mi? dedi Kumkurdu.
Ölüm masmavi gözleriyle Zackarina’ya baktı, gülümsedi ve Zackarina için gelmediğini söyledi. Onun daha yaşayacağı çok uzun ve mutlu yılları vardı.
– Hayır, Tiko adlı bir köpeği almaya geldim, dedi.
Zackarina bir çığlık attı. Tiko’yu tanıyordu. Peterson’ların köpeğiydi, posta kutularının oradaki sarı evde oturuyorlardı. Yaşlı bir köpekti ve zorlanarak yürüyordu, ama yine de yalnızca bu nedenle ölmeli miydi? Ve illa da bugün mü ölmeliydi?
Zackarina Ölüm’den biraz daha beklemesini rica etti, yarına kadar, ya da biraz daha fazla; ama Ölüm bekleyemeyeceğini söyledi.
– Hem kimin öleceğine ben karar vermiyorum, dedi. Hayat karar veriyor ve o benden daha güçlü.
Sonra arkasını döndü ve gitti. Ve çok ağır adımlarla gitmesine rağmen, kaşla göz arasında kayboldu.
…
Tanımak için gözlerinin içine bakmak
– Birinin dost mu düşman mı olduğunu nasıl anlaşılır? diye sordu Zackarina.
– Vallahi, yemek gibi, dedi Kumkurdu. Tadına bakmak gerekir.
– Olmaz ki, dedi Zackarina, insanların tadına bakılmaz ki.
– Öyle, ama gözlerinin içine bakabilirsin, dedi Kumkurdu. O zaman her şey anlaşılır.
…
Zackarina duvarın dibinden ayrılmadan köşeye kadar gitti ve başını dikkatlice çıkarıp baktı. Orada, tam köşede, bir kız duruyordu. Hiç hareket etmiyor, sanki Zackarina’yı bekliyordu. İkisi de aynı boydaydı ve burunları neredeyse birbirine çarpacaktı.
Zackarina kızın gözlerinin içine baktı. Kahverengiydi, tam ortasında siyah bir nokta vardı ve o gözlerin derininde tanıdığı başka iki göz daha gördü. Bu minik, minicik aynadan yansıyan kendi gözleriydi.
…
Eve geldiğinde babası Karina’yla ne yaptıklarını merak etmişti.
Zackarina anlattı, ama hepsini değil. örneğin Peterson’un kedisiyle yaptıklarını ve tabii ağaçlara tırmanmalarını da.
– Biz arkadaşız, dedi. Karina ve ben. Ve bir gün şehre ziyaretine gideceğim.
– Bu sabahı hatırlıyor musun? dedi babası. Onunla oynamak bile istememiştin.
– Ama o zaman daha onun gözlerine bakmamıştım, dedi Zackarina. Ve isimlerimizin birbirine benzediğini de bilmiyordum.
…
İyi ve güzel şeylerin bir numaralı katili
– O tik tak aletini gömmek istiyorsun, dedi.
– Evet, gömeceğim, dedi Zackarina. Çünkü çok rahatsız edici.
– Nasıl rahatsız edici? diye sordu Kumkurdu.
Zackarina kumları kazmaya ara verdi ve açıklamaya çalıştı. Hep böyle yapıyordu. Saat yalnızca rahatsız ediyor ve zarar veriyordu. Ne zaman iyi ve güzel bir şey olsa birdenbire yarım ya da çeyrek ya da on geçiyor ve o zaman, eğlenceli olan her şey yarım bırakılıyor ve yatağa gidiliyor ve yatılıyor ve uyunuyordu.
– Ya da sekiz oluyor, dedi. O zaman okumaya zaman kalmıyor. Kumkurdu kulağını saate dayadı ve dikkatle dinledi.
…Tik tak tik tak tirelelli
Saat zamanın kralı
Tik tak tik tak tirelelliyim
Ben zamanın kralıyım…
Kumkurdu ağız dolusu gülmeye başladı. Evet, gözlerinden yaş gelene kadar kahkahalar atıp uludu.
Zamanın kralı mı? Bu ne aptallık?
Saat öfkeli bir TİK TAK’la titredi.
– Amma da attın, dedi Kumkurdu.
Sonra sırtını saate dönüp Zackarina’nın yanına oturdu.
– Saat yalnızca zamanı ölçer, dedi. Ama zamana hükmedemez.
– Peki bunu kim yapar? dedi Zackarina.
Kumkurdu hiç kimsenin yapamayacağını söyledi. Bu imkansızdı, çünkü zaman çok yaşlı ve çok büyüktü. Ve çok önemli! Bütün dünyanın kralları ve devlet başkanlarından daha önemli. O ne yönetilebilir, ne de durdurulabilirdi.
…
Reçel yapacak kadar iyiler ama…
Kumkurdu başını salladı ve hırsızların her şeye sahip olabileceklerini söyledi. Hatta bir doğum gününe bile ve akşam yemeğindeki krepe ve üzerinde küçük çizgileri olan mavi kravatlara. Ve bir kısmının diş ağrısı bile olurdu.
– Peki niçin çalıyorlar? dedi Zackarina. Yasak olduğunu bilmiyorlar mı?
Kumkurdu Zackarina’ya yan yan baktı ve güldü.
– İnsanlar, dedi, şu dünyada tanıdığım en garip hayvanlar. Bazen çok harika oluyor ve ahududu reçeli yapıyorlar, şarkı söylüyor ve çocuklarıyla saklambaş oynuyorlar. Ama bazen… bazen, dedi Kumkurdu, birbirlerine gerçekten kötü davranıyorlar.
– Evet, dedi Zackarina. Bazen bisiklet çalıyorlar.
…
Ölümün kız kardeşi: Hüzün
Ağır adımlarla yürüyor ve kutuyu ellerinin üzerinde dikkatle taşıyordu.
Ölü bir kuşla patikada yalnız başına yürümek çok etkileyiciydi. Ama bütünüyle yalnız sayılmazdı. Hemen yanı başında, fısıldayan bir rüzgar kadar sessiz, altından bir gölge vardı. Bu Kumnkurdu’ydu ve Zackarina onun, ardıçkuşunun pencereye çarptığını gördüğünü anladı.
– Üzgün müsün? dedi Zackarina.
Gölge parladı ve ölüme her zaman hüznün eşlik ettiğini söyledi. Onlar iki kardeş gibi el ele giderlerdi. Zackarina onun ne demek istediğini anladı ve hüznün ölümün kız kardeşi olduğunu düşündü.
…
Işık ve renkler
– Işık bir deniz gibidir, dedi Kumkurdu. Ve renkler bu ışık denizindeki dalgalardı.
Kumkurdu güneş ışığı dalgalarını bıraktı ve dalgalar yıldırım hızıyla ışık denizine atıldı. Işık denizinde önüne çıkan her şeye çarptı.
– Işık dalgaları çarpışır, dedi Kumkurdu. Önüne çıkan her şeye çarptı.
Zackarina kırmızı çizmeli ayaklarına baktı.
– Şimdi de mi? dedi.
– Elbette, dedi Kumkurdu. Şimdi ışık dalgaları senin çizmelerinle çarpışıyor ve bu dalgaların bir kısmı senin gözlerine sıçrıyor.
Zackarina gözlerini kırpıştırdı.
– Ve sen kırmızı görüyorsun, dedi Kumkurdu. Ama bir sincap senin çizmelerine gri diyebilir ve bir kelebek… Şey, o belki de leylak moru görüyordur.
– Mor mu? Ama onlar kırmızı, dedi Zackarina. Evet… en azından ışıkta.
Kumkurdu nesnelerin belirli bir rengi olmadığını söyledi. Renk daha çok gözde ve kafada olan bir şeydi. Çizmeler, değişik yaratıkların gözünde değişik renkteydiler.
…
Bir kurşun gibi ağır, bir kelebek kadar hafif
Ve Zackarina cesaret etti. Kumkurdu’nun sırtına çıkıp kürküne sıkıca tutundu. Kumkurdu patinaj yaparak hızlandı ve kuyruğunu dikti. Sonra burnunu ileri doğru uzattı ve kum tanelerinin tam ortasına minnacık, kocaman bir sıçrayış yaptı. Vınladı ve gürledi ve ikisi birden kocaman moleküllerin arasından bir ok gibi uçtular. Zackarina bedeninin sıkıştığını hissetti. Bir kurşun gibi ağırlaşmış ve bir kelebek kadar hafiflemişti. Ama sonunda Kumkurdu hızını azalttı ve neredeyse durdu.
– İşte böyle, dedi. Çok başarılı bir atlayıştı.
Zackarina gözlerini açtı ve etrafına baktı. Kum tanesinin ta içindeydiler, ve bir atomun. Sanki hiçbir şeyin içinde asılı duruyor gibiydiler ve daha çok da havada gibi.
Zackarina “Herhalde uzaydayız,” diye düşündü. Her şey kocamandı ve ne aşağı ne de yukarı vardı. Boşlukta gibiydiler ve buna rağmen boşluk çatırdayarak dönen bir güçle doluydu. Ve bu kocaman boşlukta küçük bir nokta vardı, titreyen bir yıldıza benzer bir şey.
Kumkurdu ona doğru kayarak uzaklaştı.
– O gördüğün, çekirdek, dedi. Atomun minik çekirdeği.
…