Bilim dünyası, 1990’lı yıllarda ün yapan klonlama teknolojisiyle ilgili bir gelişmeyi paylaşmıştı. Artık canlıların ‘yeniden hayata gelmesi’ söz konusuydu. Evet, daha çok bilim kurgu yapımlarından tanıdık gelen sahneler artık gerçek hayatta karşılık bulmaya başlamıştı. Ve klonlama teknolojisi, beraberinde getirdiği tüm soru işaretlerine rağmen hız kesmeksizin yolunda gitmeye devam ediyordu. Bugün de olduğu gibi tartışmalarla birlikte…
Yazımızın konusu olan klonlama teknolojisi… Bu konunun detaylarına geçeceğiz elbette. Fakat bunun öncesinde birazcık geriye gidelim. Ve ilk klonlanan hayvan olarak genel kültür hanemize yazdığımız Dolly ile ilgili bazı hatırlatmalarda bulunalım.
Klonlama teknolojisi ile meşhur olan Dolly
Koyun Dolly, bilim insanlarının nüklear transfer sürecini kullanması sayesinde dünyaya geldi. Somatik bir hücreden klonlanan ilk hayvan olması bakımından dimağımızdan silmeye kıyamayacağımız bir örnek oldu kendisi. Özetle söylememiz gerekirse, Dolly, bu korkutucu sürecin ilk üretimi oldu.
Özellikle, İngiliz bilim insanları embriyolog Ian Wilmut ile biyolog Keith Campbell’ın isimlerini dünyaya duyuran bu gelişme, ilk kez bir memelinin klonlama yöntemi ile hayata gelmesini anlatıyor.
Dolly, pek çok bilim insanını bir araya getiren bu süreç sonucunda, 5 Temmuz 1996 tarihinde dünyaya gelmişti. Üstelik o günlerde kadar meşhur olmuştu ki… Hatta bu hayvan, o günlerde, BBC News ve Scientific American’ı da kapsayan pek çok kaynağa göre “dünyanın en ünlü koyunu” idi. E kolay değil tabii; yepyeni bir gelişmeye tanık olmuştuk hepimiz. Kimimizde heyecan yaratan bu olay, kimimizde ise endişeye yol açmıştı. Aslında hepimiz haklıydık da…
Konuya dönersek, bilim insanları Dolly’nin dünyaya gelmesi için donör olarak kullandıkları hücreyi, hayvanın meme bezinden almışlardı. Böylece vücudun spesifik bir bölgesinden alınan hücrenin bütün bir bireyi yeniden yaratabileceğini anladık. İnsanlık, bu sayede sağlıklı bir klonu üretilebileceğini de kanıtlamış oldu.
Bu süreçte başrol oynayan isimlerden biri olan Wilmut’un şu sözleri de kulaklarımızda hatıra olarak kaldı: “Dolly’İ bir meme bezi hücresinden türettik ve haliyle biz de, Dolly Parton’ınkilerden daha etkileyicisini düşünemedik.”
Bir koyun ortalama 12 yıl yaşarken Dolly, 6 yaşına geldiğinde ötenazi kararı sonrası ebedi uykuya geçti. Çünkü hayvanın akciğer kanseri teşhisi vardı. Ama Dolly, 6 yıllık kısa ömründe tarihin en ünlü hayvanlarından biri olmayı başardı.
Son gelişme: Klonlama teknolojisi ile dünyaya gelen Elisabeth Ann
Bilim insanlarının birkaç hafta önce yaptığı açıklama ile yine bir hayvanın klonlandığını öğrendik. Elisabeth Ann adını alan bu hayvan, nesli tükenmekte olan bir kara ayaklı gelincik.
Aynı soydan gelen ve nesli yok olmaya yüz tutmuş bazı türlerin popülasyonlarına çeşitlilik katabilecek bir eylem süreci aslında klonlama teknolojisi. Dolaysıyla Elisabeth Ann da tıpkı Dolly gibi bilim insanlarının muhafaza ettiği hücreleri kullanarak üretildi. Üstelik bu gelişme, ABD’deki ilk kez gerçekleştirildi. Bu arada, sözünü ettiğimiz hayvanın dünyaya gelmesini sağlayan gelincik ise 30 yıl önce ölmüştü aslında. Başka bir ifadeyle, bu doğum (ya da üretim veya klonlama), 30 yıllık bir ölümün ardından yeniden doğum anlamına geliyor.
Çünkü bilim insanları, uzun yıllar evvel hayatını kaybeden bazı hayvan türlerinin hücrelerini kullanarak yok olma riski ile karşı karşıya bulunan bazı canlılara umut olabiliyor.
Klonlama teknolojisi, neslinin devamı tehlikeye giren canlılar için yeniden umut ışığı olabilir mi?
Elisabeth Ann’ın dünyaya gelmesi, bir anlamda bu soruyu yanıtlıyor. Zira bu doğum haberi ile pek çok uzman, ABD topraklarında, sayıları hızla azalan kara ayaklı gelinciklerin popülasyonunu artırabileceğini ifade ediyor.
Elisabeth Ann, 1980’lerin ortasında, Wyoming civarında hayatını kaybeden ve kendi neslinden yaşayan hiçbir torunu olmayan Willa isimli yabani bir dişinin genetik kopyası. Bilim ve Ütopya’dan Mustafa Ceren’in, National Geographic’yi kaynak göstererek aktardığı bilgilere göre “hücreleri, dünya çapında nadir olarak bulunan ve nesli tükenme tehlikesiyle karşı karşıya kalmış yaklaşık 1100 türü toplayıp içinde barındıran San Diego Küresel Hayvanat Bahçesi’nin bir parçası olan Frozen Zoo’da (Donuk Hayvanat Bahçesi) kriyoprezervasyon adını alan ve hücreleri dondurarak muhafaza etme yöntemini uygulayan bir yerde koruma altında. Araştırmacılar bu hayvanı (Elisabeth Ann) çiftleştirip yabani hayattaki popülasyonda oldukça ihtiyaç duyulan genetik çeşitliliği artırmayı ümit ediyor.”
Dolayısıyla, başlıktaki sorumuz da, gayet net bir şekilde cevap buluyor; evet, klonlama teknolojisi, nesli tükenmeye yüz tutan hayvanlar için umut ışığı olabilir…
Öte yandan, süreç ile ilgili ismi öne çıkan Shawn Walker, konuya dair yaptığı; “Hepimiz oldukça heyecanlıyız, hatta neredeyse mest olmuş durumdayız.” açıklamaları da, yakın geleceğin işaretlerinden birini oluşturuyor bir bakıma. Çünkü daha fazla sayıda canlının ve türün klonlama teknolojisi ile dünyaya geleceğini anlayabiliyoruz…
Peki ya akademi klonlama teknolojisi için ne diyor?
Başından sonuna bilim insanlarının aktif rol aldığı böylesine ciddi bir konunun, tartışmaları var eden yansımalarından önce akademik pencereden bakmamız kaçınılmaz hale geliyor. Bu bağlamda, bilim insanları; İrem Seyalıoğlu, Berna Şenel Eraslan, İnci Hot, Y. Tunç Demircan ve Gürsel Çetin’in çalışmasına göz atacağız. Adı geçen bilim insanları, söz konusu çalışmayı, 2007 yılında “Adli Tıp Dergisi”nde yayımlamış. Çalışmanın adı ise “Klonlamaya Genetik, Etik ve Hukuksal Açıdan Yaklaşım” adını taşıyor. Oldukça ciddi endişelerin de kaynağı olmayı başaran klonlama teknolojisi, yarattığı soru işaretlerini gideremeyecek. Bu, bir gerçek. İşte bu çalışma da, bu teknoloji ile ilgili çok isabetli noktalara temas etmeyi başarıyor.
Genetik açıdan klonlama ve hücrenin yaşam döngüsü
Sözünü ettiğimiz bu teknolojinin ayrıntılarını kavrayabilmek için süreci ilgilendiren bilgileri özümsemek şart. Adını verdiğimiz makalede, uzmanların kaleminden çıkan şu satırlar yer alıyor:
“Memeli canlıların çoğunda olduğu gibi insan bedeni de sayısız hücreden meydana gelmektedir. Spermin yumurtayı döllemesi ile yeni bir canlının ilk hücresi olan zigot; mitoz bölünmelerle büyümeye ve gelişmeye başlar. Hücrelerin mitozla devamlı bölünmeleri ile hücreler çoğalır ve somatik hücreler oluşur. Somatik hücrelerden farklı olarak üreme hücreleri (sperm ve yumurta) mayoz bölünmelerle ortaya çıkar. Hücrenin yaşam döngüsü; bölünme için hazırlıkların gerçekleştiği interfaz evresi ve mitoz bölünme olarak ikiye ayrılabilir. Hücre, yaşam döngüsünün çok büyük bir bölümünü interfaz evresinde geçirir. İnterfaz, bölünme evrelerine geçebilmek için gereken sentezlerin ve hazırlıkların yapıldığı evredir. Bu evreyi işlevsellik açısından G1, S ve G2 alt evrelerine ayırmak mümkündür. Bu evrelerin yanında herhangi bir bölünmenin olmadığı “dinlenme evresi” olarak da nitelendirilen G0 evresi de mevcuttur.
G1 evresinde; hücrenin DNA dışındaki tüm organalleri çoğalır. S evresinde; hücredeki DNA’nın miktarı duplike olur. G2 evresinde ise; hücre içi gelişme tamamlanarak, hücrenin mitoza geçişi için gerekli hazırlıklar tamamlanır. Bu üç aşama, genelde aynı organizmanın tüm hücrelerinde eş zamanda tamamlanır. Ancak bazen G1 evresinin çevresel koşullardan etkilenmesine yol açan, G1 evresinin öncesindeki ‘kritik nokta’, bu evrenin başlamasını geciktirebilir. Ancak bu kritik noktanın aşılmasını engelleyen bir etken yok ise; S evresine geçmesi ve DNA’nın replikasyonu engellenemez. G1 noktasını aşmış bir hücrenin ne hücresi olacağı bilinebilir. Dolayısıyla; kritik noktada tutulan bir hücrenin genetik saati sıfırlanmış olur. Klonlamanın dayandığı temel, hücrenin bu kritik noktayı aşmamasıdır.”
Klonlamanın kullanım alanları
Klonlama teknolojisi, üstün genetik yapıya sahip olduğu halde herhangi bir sebepten ötürü döl veremeyen ya da ölmek üzere olan bir hayvanı çoğaltmak için çözüm seçeneği. Bu yöntem, yok olma tehdidiyle karşı karşıya kalan hayvanları çoğaltmayı vadediyor. Böylece mevcut biyolojik dengeyi korumak için çare olma potansiyeli taşıyor. Trasgenik (genetiği değiştirilmiş) hayvanlar üreterek; onların hastalıklara karşı dirençli olmalarını sağlayabiliriz. Bu sayede sözünü ettiğimiz canlıların uzun ömürlü ve sağlıklı kalmalarını mümkün kılabiliriz.
Klonlamada Önemli Tarihler
1938: Hans Speamann, geç evredeki bir embriyonun çekirdeğini çıkararak, çekirdekli bir yumurtaya aktardı.
1952: Bir iribaş, klonlanan ilk canlı olarak tarihe geçmiştir. R. Briggs ve T. King, bir iribaş embriyosunda “çekirdek aktarımı” olarak adlandırılan yöntemi uyguladı. Ve bu şekilde çok hücreli canlıları klonlamak için kullanılan deneylerin prototipi oluşturdu.
1970: Aynı deneyi yine kurbağalar üzerinde bu kez John Gurdon denedi. Gurdon, kurbağa klonlamayı başardı. Kurbağa yumurtaları, iribaş oluncaya kadar gelişmiş ama daha sonra öldüler.
1983: James Mc Grath ve Davor Solter isimli araştırmacılar, çekirdek transferi yöntemini memeli canlılarda denedi.
1984: Steen Willadsen, olgunlaşmamış çok hücreli koyun embriyosundan çekirdek alıp, yumurta hücresine aktardı. Willadsen, bu sayede yaşayan bir kuzu klonladığını açıkladı. Willadsen, daha sonraki yıllarda; inek, domuz, keçi, tavşan ve Rhesus maymunu da denedi.
1986: Embriyo hücrelerinden ilk memeli canlılar olan koyun ve inek bu yöntem ile dünyaya geldi. Bu gelişmeyi takip eden yıllarda domuz, keçi ve fareler de listeye dahil oldu.
1993: Kültür ortamında büyütülen embriyo hücrelerinden bir inek dünyaya geldi.
1994. Neal First, daha gelişkin embriyo hücrelerinin ilk klonlanmasını gerçekleştirdi. En az 120 hücrelik buzağı embriyosu klonladı.
1997: Edinburgh’taki Roslin Enstitüsünde yer alan araştırmacılar, yetişkin bir hücreden klonlanan ilk memeli canlının dünyaya gelmiş olduğunu açıklamışlardır. Ian Wilmut ve arkadaşları, yetişkin bir koyunun memesinden aldıkları beden hücresinin çekirdeğini, çekirdeği çıkarılmış bir yumurta hücresine aktardılar. O ‘memeli canlı’ Dolly’nin ta kendisi.
Ortaya çıkarılan embriyo, dişi bir koyunun rahmine yerleştirildi; yavru normal doğumla dünyaya geldi. 1998: Tıp doktoru G. Richard Seed, ana rahminden aldığı insan embriyosunu başka bir annenin rahmine aktardı. Seed, insan klonlamaya yönelik ilgisini beyan edince bir fırtına aldı yürüdü; AND’de klonlamaya karşı bazı yasakların uygulanması söz konusu oldu.
Milenyumda klonlama teknolojisi
2000: Oregon’da bulunan araştırmacılar, klonlanmış bir maymunun doğduğunu açıkladılar. Tetra adını alan maymun, Dolly’ninkinden biraz farklı bir yöntemle dünyaya geldi. Araştırmacılar, Tetra’yı dünyaya getirmek için bir embriyoyu (8 hücrelik aşamaya geldiğinde) dörde böldüler. Bu dört parçadan yeni embriyolar oluştu. Ortaya çıkan embriyolardan yalnızca biri gelişimini tamamlamıştı. O da, Tetra’ydı.
2000: Dolly’nin yaratıcıları, klonlanmış beş domuzun dünyaya geldiğini açıkladı. Araştırmacılara göre, klonlanmış domuzlar günün birinde, insanlardan organ nakillerinde kullanılacak, gen mühendisliği ürünü organlar sağlayabilirdi.
2001: ACT’den kök hücre teknolojisi üzerinde çalışan araştırmacılar, insan embriyoları klonlamayı başardıklarını açıkladılar. Ancak bu embriyoların hiçbiri altı hücrelik aşamadan sonra gelişmedi.
2001: AB’den doğurganlık uzmanı Panayiotis Zavos ve bir grup araştırmacı, gerçekleştirecekleri insan klonlama deneylerine katılmak için yüzlerce kişinin başvuru yaptığını belirttiler. 2003 yılında, çocuk sahibi olamayan çiftlere klonlama yöntemiyle yardımcı olmaya başlayacaklarını açıklamışlardır.
2001: Dönemin ABD Başkanı George Bush ve Amerikan Ulusal Sağlık Enstitüsü (NIH), insan embriyonik kök hücrelerle ilgili olarak bir takım kısıtlamaları içeren bir genelge yayımlama kararı aldı. Bu genelge, bilim ve teknolojide en uç noktalarda bulunan ABD’nin insan embriyonik kök hücre çalışmaları önünde önemli bir engel oluşturdu.
2002: Texas’ta bulunan bazı araştırmacılar, evcil bir kediyi klonladıklarını açıkladılar. Bilim insanlarının, ‘Copy Cat’ adını verdikleri yavru, genetik annesinin ikiziydi. Ancak anne karnındaki beslenme sürecine bağlı olarak tüylerinin rengi annesinin tüylerininkinden farklı bir yapıya büründü.
2002: Clonaid isimli şirketinin sözcüsü, ilk insan klonunun dünyaya geldiğini açıkladı. Ancak şirket, bu iddiayı doğrulayacak kanıtları ortaya koymadı.
BM’den erteleme kararı
2003: Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, insan embriyonik kök hücreler ve klonlama çalışmaları için 2005 yılına kadar bir erteleme kararı aldı. Başta ABD olmak üzere İrlanda, İspanya, Portekiz ve İtalya gibi ülkeler bu konunun ertelemeye gerek kalmaksızın tamamen yasaklanmasını istedi. Buna karşın, İngiltere, Fransa, Japonya ve G. Afrika ile 30’u aşkın ülke, kopyalanmış insan embriyonlarının araştırmalarda kullanılmasına izin verecek kısmî yasaklamaların getirilmesini talep etti. İsrail, Singapur, G.Kore, Japonya, Çin ve Hindistan gibi ülkelerde insan embriyonik kök hücreleri ve tedavi amaçlı klonlama alanındaki çalışmalar son hızla devam ediyor. Adı geçen ülkelerde, gerekli yasal koşullar meydana getirildi. Bununla birlikte süreç ile ilgili araştırmaların sürmesi için de bütçe ayrıldı.
2004: Güney Kore Seul Ulusal Üniversitesinden bir grup araştırmacı, ilk defa tedavi amaçlı klonlama tekniği kullanarak insan embriyosu elde ettiklerini ve bu embriyoları blastosist aşamasına kadar getirdiklerini belirttiler. Bu sayede insan embriyonik kök hücrelerini elde ettiklerini ilan ettiler.
2005: İngiltere, Ian Wilmut’a insan embriyolarını araştırmalar için klonlama izni verdi.
2005: Güney Koreli araştırmacılar, ilk klon köpeğin (Afghan Hound cinsi) doğumunu duyurdular.
Klonlama teknolojisi ve bu sürecin etik yönü
Klonlama teknolojisi hız kazanınca pek çok kaygının da kaynağı oldu. Öyle ya, bugün hayvan klonlamayı başardıysak yarın birileri de insan ‘insan üretmeyi’ mümkün hale getirebilir. Bu durum ise çok ciddi tehlikelerin kapıda olduğunu gösteriyor. Düşünsenize, Adolf Hitler’in klonlandığını…
İşin bilimsel yönüne dönersek; İnsan klonlama gerçekleşirse var olan “genetik çeşitlilik” yok olabilir. Böyle bir durum ise doğal dengeyi bozacak bambaşka bir sebep halini alabilir.
Dolayısıyla konuyla ilgili etik tartışmalar da hararetli bir şekilde devam ediyor.
“Etik tartışmaların merkezinde, hastalık sonucu kaybedilmiş doku ve organların yerine klonlama ile yenilerinin üretilmesi amacı ile yapılan tedavi amaçlı klonlama bulunuyor. Tedavi amaçlı kopyalamanın (terapötik klonlama), uygun olup olmadığı ise henüz cevap bulmadı…
…İnsan embriyosundan yumurta ve spermin döllenmesinden kısa süre sonra kök hücreler oluşmakta ve bunlar özel olarak yetiştirilmektedir. İnsan yaşamının hukuksal başlangıcı için döllenme anını esas alanlar; bir embriyonun bir insan olarak gelişebilme potansiyeline sahip olduğu, kimliğe ve bireyselliğe sahip olup, tam bir insan olma yönünde daimi gelişim içinde olduğu görüşündedirler. Yaşam hakkının ana rahmine yerleşme ile başlatılmasına ilişkin görüşler ağırlık kazanmaktadır. Tedavi amaçlı kopyalamada; embriyo insan olarak yetiştirmek için üretilmediğinden, bu yöntemde insan onuru korunmasının sağlanması söz konusu edilmemektedir. Biyolojik olarak gelişme erken evrede kesildiğinden, insan olma hedefi ile değil doku üretilmesine yönelik üretildiğinden bir insan onuru ihlâli bulunmadığını göstermektedir…
…İnsan kopyalamanın ahlâkî, hukukî, dinî, kültürel ve toplumsal boyutları göz ardı edilemez. Kopyalamaya karşı görüşlerin birinin temelinde; bu tür bir işlemde insanın kendi doğasının değiştirilmesi tehdidinin olmasıdır. Bu tür bir kaygıya katılmayanlar, klonlamayı tek yumurta ikizliği ile özdeş görmekte ve böylesi bir durumun doğadan bir üretme anlamına geldiğini, bu sebeple endişe edecek bir durum bulunmadığı görüşünü savunmaktadırlar. Üretim amaçlı kopyalama; ikinci bir insanın üretilmesi, insanın araçlaştırılması ve dolayısı ile onurunun zedelenmesi olarak kabul edilmektedir.”
Peki ya hukuki perspektif?
“Tıp ve biyoloji alanındaki gelişmelere hukuk ilminin duyarsız kalması ve görmezden gelmesi mümkün değil. Çünkü özelde bireyi, genelde ise tüm insanlığı etkileyebilecek nitelikteki bilimsel gelişmeler, hukuk alanında cevap bulması gereken bazı soru(n)lara yol açmaktadır. Bu bağlamda günümüzde en çok konuşulan ve tartışılan konuların başında klonlama-kopyalama-kök hücre çalışmaları-gen çalışmaları gelmektedir. Esasen sun’î döllenme, taşıyıcı annelik gibi konular da bu tartışmaların diğer bir boyutunda yer almaktadır.
Klonlama ile ilgili etik ve yasal tepkiler, kısa zamanda ve tıp alanındaki gelişmelere paralel olarak, ulusal ve uluslararası alanda yansımasını bulmuştur. Dünya Sağlık Örgütü (WHO), Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Kurumu (UNESCO) ve Avrupa Konseyi gibi kuruluşlar uluslararası alanda, Almanya, Danimarka, Finlandiya, İtalya, İspanya, Belçika, İngiltere gibi ülkeler ulusal alanda düzenlemeler yapmakta ve tavsiye kararları almakta gecikmemişlerdir. Ancak günümüzde klonlama ile ilgili en kapsamlı ve ayrıntılı düzenlemenin 1997 tarihli “Biyoloji ve Tıbbın Uygulanması Bakımından İnsan Hakları ve İnsan Haysiyetinin Korunması Sözleşmesi” ve bu sözleşmeye Ek 1998 tarihli “İnsan Kopyalanmasının Yasaklanmasına İlişkin Protokol” olduğunu” söyleyebiliriz.
Özetle, klonlama teknolojisi, kullanacağımız yönlerin (?) çok esnek olması nedeniyle korku veriyor. Çünkü ne tür amaçlara araç olabileceğini az çok kestirebiliyoruz. Sözün özü ve doğrusu, pek de hayrı dokunacak bir teknoloji değil söz konusu teknoloji. Burası açık… Nedeni, insanın tarihten ve devasa hatalardan ders almayı önemsemeyen bir tür olması. Hal böyle olunca biliyoruz ki, bu konuda da suistimalin dibine vuracağız. Sonuç olarak da, can yakıcı pek çok eylemin yaratıcısı olacağız.
Hukuki önlemlerin de pek işe yaramayacağını bildiğimiz için distopik senaryolara hazırlıklı olmayı önemli görsek daha iyi olacak sanki. Ne dersiniz?