Sanatkârların sürprizli yaşamları içerisinde yazarların da kendilerine özgü dünyaları var. Özellikle önceki asırdan başlayarak geriye doğru bakarsak hemen hepsinin yazma süreçlerinde dikkati celbeden süreçler yaşanır. Savaşlar, sürgünler, yokluklar, acılar, isyanlar… Saymakla bitmeyecek bu listeyi bir yana bırakalım; bir romanı, eseri inşa ederken yazarların başına envaiçeşit hadise gelir. Bazen de bizzat kendi iradelerince öğrendiğimizde bizi şaşırtabilecek kararlar alırlar. Nedir bunlar? Onları da içeriğimizde göreceğiz. İşte yazarlar ve yazdıkları ünlü kitaplar ile ilgili sıra dışı bilgiler!
1. Franz Kafka
Yahudi edebiyatçı Franz Kafka’nın inancı gereği yaşadıkları buhranlar az çok bilinir. Bunlardan akla en çabuk gelenleri arasında utanç yer alır. Ayrıca babasının da ona olan otoriter tavrı Kafka’nın içe dönük, narin bir tabiata sahip olmasında önemli etkenler arasında. Bu onda karanlıkta kalma, gizlenme, açığa çıkmama şeklinde belirir. Yaşadığı dönemde edebî bir şöhrete de kavuşamayan Kafka, bu hususta yakın arkadaşı Max Brod’a kendisinden kalan her şeyi yakmasını rica ettiği bir mektup yazar. Eğer Max Brod Kafka’nın bu isteğini yerine getirmiş olsaydı biz belki de bu büyük çağdaş dünya edebiyatçısını tanımayacaktık. Yazdığı iki mektup şöyle:
Sevgili Max
Son arzum: Benden geriye kalan her şey… defterler, el yazıları, mektuplar, bana ait olanlar ve başkalarından gelenler, taslaklarım olduğu kadar –sende veya başkalarında kalan ve senin benim için onlardan geri alacağın– yazı ve notlarım da okunmaksızın son sayfasına kadar yakılmalı. Sana teslim edilmeyen mektuplarsa en azından onlara sahip olanlar tarafından dürüstçe yakılmalı.
Sevgilerimle, Franz Kafka.
Yazarın bazı eserlerini ayıkladığı diğer notu da şudur:
Sevgili Max,
Bir ay kadar süren, zatürre olması muhtemel akciğer ateşinden sonra muhtemelen bu sefer iyileşemeyeceğim. Ve iyileşemeyeceğimiz yazmak bile –yazmakta net bir güç olmasına rağmen– onu engelleyemez. Dolayısıyla bahsettiğim olasılığa göre yazdığım her şeyle ilgili son arzum: Bütün yazılarım içerisinde kalabilecek olanlar Yargı, The Stoker, Dönüşüm, Ceza Kolonisi, Köy Hekimi ve kısa öykülerden oluşan Açlık Sanatçısı… Ancak bunların haricinde bana ait olan her şey… bütün bu şeyler istisnasız yakılmalı, ve sana yalvarırım mümkün olan en kısa sürede yap bunu.
2. Ray Bradbury – Fahrenheit 451
Bilim – kurgu ve fantastik edebiyatta, yazdığı “Fahrenheit 451” ile sağlam bir yer kazanan yazar distopik edebiyatın da –Zamyatin, Huxley, Orwell ile beraber– öncülerinden biri. Kitapların insan için kötü olduğu gerekçesiyle yakıldığı, televizyonun toplumu uyuşturduğu kara bir dünyayı anlattığı Fahrenheit 451’in isminin geldiği yer de ilgi çekici. Bradbury eseri için bir isim düşünürken Los Angeles İtfaiye Teşkilatı’nı arar ve kağıdın kaç derecede yandığını sorar. Aldığı cevap bu distopik klasiğin de ismi olur: “Kağıdın yanma sıcaklığı Fahrenheit 451’dir.”
3. Jack London – Martin Eden
Gece gündüz yazar olma düşü gören ve bu uğurda çok fedakârlıklar yapan Martin Eden karakteri ve romanı, Jack London’ın başyapıtlarından olup yarı otobiyografik bir eser. Eser yazarın yaşadığı 1900’lü yılların başında ve ABD’nin California eyaletinde geçer. Romanın bir bölümünde sosyalist ve işçi sınıfının nutuklar attığı Belediye Parkı var. Martin Eden’ın bir dinleyici olarak katıldığı bu gösterilere yazarımız Jack London da katılmış, entelektüel ve siyasi çevresini genişletmiştir. Yarattığı Martin Eden karakterinin aksine, London da o Belediye Parkı’nda çok ateşli nutuklar atmıştır.
4. Chuck Palahniuk – Dövüş Kulübü
Brad Pitt, Edward Norton, Helena Bonham Carter’ın oynadığı meşhur Dövüş Kulübü’nün, yer altı edebiyatının en önemli temsilcilerinden Chuck Palahniuk tarafından yazılan bir roman olduğunu herkes bilir. Üniversite yıllarında yazar olmayı hiç düşünmeyen Chuck Palahniuk oto tamirciliği yaptığı sıra 1996’da bir edebiyat grubuna katılır ve “Kargaşa Projesi” adlı kısa bir hikaye yazar. Bu öykü çok kısa süre sonra yazarın detaylandırmalarıyla Dövüş Kulübü’ne dönüşür. Pek çok yayımcının kapısından eli boş dönen, ilk romanını yayımlatmak için epey uğraşan yazar reddedildikçe daha da yer altı ürünler ortaya çıkarmaya başlar ve başyapıtı Dövüş Kulübü nihayet yayımlanır.
5. Orhan Pamuk – Kar
Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazanan tek Türk yazarı Orhan Pamuk roman yazma prensiplerinden bizzat kendisi bahseder. Hemen her romanı tam anlamıyla yılların, hatta bazen on yılların ürünüdür. Yazmadan önce eserinin konuları hakkında bir gazeteci misali araştırmalar yapan, hatta yaratacağı karakterleri gerçekçi kılmak adına günlük hayattan gerçek insanlarla röportajlar yapan Pamuk Kar romanı için de seyahat etmiştir. Yazarın “İlk ve son siyasi romanım” dediği Kar’ın bir kısmı Kars’ta geçtiğinden yazar da bir müddet gidip Kars’ta kalmıştır. Romanın bir kısmı da Almanya ile ilgili olduğundan Almanya’ya da gidip kalan yazar, tabiri caizse yazacağı romanı deneyimleyip sonradan kaleme dökmektedir.
6. Gogol – Ölü Canlar
19. asır Rusya’sını anlatan Ölü Canlar, diğer dönem örnekleri gibi bir başyapıt ve Rus edebiyatını bugünkü büyüklüğüne getiren eserlerden biri. İki ciltten oluşan romanın müellifi Gogol “manik depresif psikoz” idi ve bu hastalığı onu yaşamı boyunca uğraştırdı. Manik durumda bitip tükenmeyen bir enerjisi vardı ve sanatsal yaratımı da bu sırada zirveye çıkıyordu. Ama depresif sahaya geçti mi işler sarpa sarıyordu. O dönem tanı koyulamadığından tedavisi bulunamayan bu hastalık Ölü Canlar adlı esere de yansımıştır. İkinci cildi yazarken yaşadığı ruhsal sıkıntılar onun ikinci cilde dair ne var ne yoksa ateşe atmasına sebep oldu. İlk ciltte yarattığı olumsuz tiplerin aksine ikinci ciltte olumlu karakterler yaratmayı denemiş, ancak dönem Rusya’sında böyle tipler bulamamıştır. Özetle; romanın ikinci cildi yazarın ateşe attığı sayfalardan kurtarılanlarından hareketle Rus editörlerin tamamladığı bölüm olmuştur.
7. İvan Gonçarov – Oblomov
Tüm dünyayı etkisi altına alan Oblomov, Gonçarov’un başyapıtı olup Rus edebiyatının öncüllerinden biri. Esere de adını veren Oblomov karakteri dönemin Rusya’sındaki trajikomik bir karakter olmakla beraber genel olarak tüm Doğu toplumlarına da mâl ediliyor. Derin bir kişiliği olan ama günlük hayatta yapması gerekenleri sürekli erteleyip miskinliğe esir düşen Oblomov çoğu okuyucunun da kendisinden bir parça bulduğu bir karakter. Hatta Lenin de şöyle der: “Rusya üç devrim geçirdi, ama gene de Oblomov’lar kaldı; çünkü Oblomov’lar yalnız derebeyler, köylüler, aydınlar arasında değil, işçiler, komünistler arasında da vardır. Onu adam etmek için daha çok zaman yıkamak, temizlemek, sarsmak, dövmek gerekecektir.” Eserin yazarı Gonçarov Batılılaşmak yolunda Oblomov’un zıttı olan bir karakter de ortaya koyar: Alman vatandaşı olan Ştolts. Hayattan saklanmayan, hesap kitap yaparak yaşamını disipline eden bu karakter yazara göre ulaşılması gereken ideal insan tipidir. Rusya’nın manevi zenginliğini kolay kolay terk edemeyen Dostoyevski ve Tolstoy ise bu karakterden nefret eder.
8. Reşat Nuri Güntekin – Gizli El
Milli Eğitim Müfettişliği, Paris Kültür Ataşeliği, UNESCO Türkiye temsilciği gibi görevlerde bulunan yazarımız Reşat Nuri Güntekin’in ilk romanıdır. Yazarın Sedat Simavî adlı arkadaşı, çıkaracağı bir dergide yayımlanması için Güntekin’den bir roman yazmasını ister. Teklifi kabul eden yazar dönemin gerçeklerini anlatacağı bir roman yazmaya yönelir ve ortaya bir hiciv romanı çıkar. Ancak Damat Ferit Paşa gibi politik çevreleri rahatsız edeceği düşünüldüğünden gazetede tefrika edilen eser epey sansürlenmiştir. Buna oldukça sinirlenen Güntekin yine de arkadaşını yarı yolda bırakmak istemez. Sosyal adaletsizlikleri ifade eden ‘’Gizli El’’ böylece, aşktan bahseden ve elin sahibinin de güzel bir kadına dönüştüğü, başlangıcıyla alakasız bir roman olarak ortaya çıkar.
9. Adnan Veli – İstanbul Batakhaneleri
Şair Orhan Veli’nin gazeteci kardeşi Adnan Veli’nin kılık değiştirip İstanbul’un tehlikeli mekanlarına girerek kaleme aldığı bir yazı dizisidir. Gazetede tefrika edilen ve seksen yedi gün süren yazı dizisinde Adnan Veli Bey sıradan vatandaş kılığına girip kumarhane, genelev, pavyon, hayat kadınlarıyla dolu olan sokaklar arasında gidip gelir. Gazeteciliğin tehlikeli bir kolu olan bu görevinde Adnan Bey çok başarılı bir iş çıkarmıştır ve ortaya dönemin gerçekçi bir İstanbul portresini koymuştur.
10. Erasmus – Deliliğe Övgü
Bir Rönesans adamı olan Erasmus, hümanizmin de en meşhur ve güçlü temsilcilerinden biri olmuştur. Deliliğin dile gelip konuştuğu ve oldukça hiciv içeren eser Erasmus’un vaktini boş geçirmek istemeyişinden ortaya çıkar. 1508’de yakın arkadaşı Thomas More’a yazdığı mektubunda Erasmus şunları diyor: ‘’İtalya’dan İngiltere’ye giderken, at sırtında geçirdiğim zamanı aptalca ve cahilce masallarla harcamamak için, birlikte yaptığımız çalışmalara dönmeyi, dostlarımla eğlendiğim zamanları yeniden hatırlamayı seçiyordum. (…) Böylelikle vakit geçirmeme değecek bir şeyler yapmaya karar verdim ve Deliliğe Övgü’yü yazmayı düşündüm.’’ Bizzat Thomas More’a adadığı bu eserin fikrini de arkadaşının soyadının yaptığı çağrışımdan alır. ‘’More’’ soyadı yazara ‘’delilik’’ anlamına gelen ‘’Moria’’ kelimesini hatırlatır ve böylece ortaya bugünün klasiklerinden biri çıkar.
11. John Steinbeck
Nobel Edebiyat ve Pulitzer Ödülü’nü kazanan büyük yazar, işçi sınıfı yazınında da önemli bir yere sahiptir. Ancak hiç kimse geldiği yere güle oynaya, hiç zorluk çekmeden gelemeyeceği için onun erken dönemleri de zorlu geçmiştir: Pek çok işte çalışan Steinbeck sonunda dağ evi bekçiliği yapmaya başlar ve işi de ona rahat bir yazma ortamı sağlar. “Cup of Gold” adlı bir eserini burada meydana getiren yazar, yayıncıların ardı ardına reddetmesi üzerine bunları yok eder. Daha sonra bildiğiniz gibi Gazap Üzümleri, Fareler ve İnsanlar gibi başyapıt kitaplar ortaya çıkmıştır.