İlişkiler hepimiz için bir anlamda aynaya bakmak gibidir. Karşımızdaki kişiye duyduğumuz hisler, aslında kendi iç dünyamızın yansımalarını da gösterir. Bazılarımız ilişkilerde güvenle ilerler, duygularını açıkça ifade eder ve karşısındakine alan tanır. Ama kimilerimiz için ilişkiler; kaybetme korkusuyla tetiklenen, sürekli bir yakınlık ihtiyacı ve derin bir güvensizlikle şekillenir. İşte bu noktada, “bağlanma tarzı” devreye girer. Bağlanma teorisi, bireylerin ilişkilerinde nasıl davrandığını anlamamıza ışık tutan psikolojik bir modeldir ve çocuklukta şekillenen bu tarzlar, yetişkinlikte romantik ilişkilerimizi doğrudan etkiler. Özellikle “kaygılı bağlanma tarzı” dediğimiz durum, bireyin sevilip sevilmediğini sık sık sorgulamasına, partnerine karşı yoğun bir duygusal ihtiyaç geliştirmesine ve terk edilme korkusuyla yaşamasına neden olur. Bu yazıda, kaygılı bağlanmanın ne olduğunu, neden oluştuğunu, hangi davranışlarla kendini gösterdiğini ve hayatımızı nasıl etkilediğini tüm yönleriyle ele alacağız. Belki de ilişkilerde neden bu kadar çabuk kaygılandığınızı, neden sürekli güvenceye ihtiyaç duyduğunuzu ya da neden küçük sorunları büyük tehditler gibi algıladığınızı anlamaya bir adım daha yaklaşacaksınız. Hazırsanız, kalbinizin ve zihninizin derinliklerine doğru küçük ama anlamlı bir yolculuğa çıkalım.
Kaygılı bağlanma tarzı nedir?
İlişkiler bazen bir pamuk ipliğine bağlıymış gibi hissettirebilir. Özellikle de “Beni gerçekten seviyor mu?”, “Yoksa uzaklaşmaya mı çalışıyor?” gibi düşünceler zihninizin içinde sık sık dönüp duruyorsa, kaygılı bağlanma tarzına sahip olabilirsiniz. Bu tarz, bir ilişkiye nasıl yaklaştığınızı, partnerinize nasıl davrandığınızı ve hatta kendinizi nasıl gördüğünüzü derinden etkileyebilir.
Kaygılı bağlanmanın ayırt edici özellikleri
Kaygılı bağlanan bireyler için en ayırt edici davranışlardan biri “hiperaktivasyon” denen bir durumdur. Bu, partnerinizin sizi terk edeceğine dair sürekli bir korkuyla tetiklenen, durmaksızın güvence arama hâlidir. Kafanızın içinde sürekli şu cümleler dönebilir: “Beni hâlâ seviyor musun?” diye defalarca sormak
En ufak mesafeyi bile “ilişki bitiyor” işareti olarak algılamak
Partnerinizin kısa süreli sessizliğini, “Beni önemsemiyor” diye yorumlamak
Mesajlara geç cevap verildiğinde, hemen en kötü senaryoya sarılmak
Bazı sinyaller daha sessizdir ama bir o kadar da yaygındır. Eğer aşağıdakiler sizde sıkça oluyorsa, içten içe ilişkilerde hep tetikte yaşıyor olabilirsiniz:
Sürekli “ilişkimiz iyi gidiyor mu?” diye düşünüp durmak
Kendinize dair olumsuz düşünceler (örneğin “Ben sevilmeye layık değilim” gibi)
Partneriniz yanınızda olmadığında bile en basit sorunları çözemez hâle gelmek
Olası felaket senaryolarına sıkça kapılmak
“Acaba ne düşünüyor, ne hissediyor?” diyerek partnerinizin zihnini okumaya çalışmak
Partnerinizle geçirdiğiniz zamanın miktarına aşırı anlam yüklemek (hatta bu konuda zamanla yarışmak)
Bağlanma teorisi
Hadi baştan alalım! Bağlanma teorisi aslında çok temel bir soruya cevap arar: “Bir insan başka bir insana neden ve nasıl bağlanır?” Ve bu sorunun kökü taa çocukluk yıllarımıza, hatta bebekliğimize kadar uzanır.
Bağlanma teorisine göre, dünyaya gözümüzü açtığımız andan itibaren çevremizdeki insanlarla, özellikle de birincil bakıcımızla (genelde anne-baba ya da büyükanne-dede) kurduğumuz bağlar, ileride kuracağımız romantik ve sosyal ilişkilerin temelini atar. Genetik faktörler de bu işin bir parçasıdır, evet, ama esas oyun çocuklukta oynanır. Yani… küçükken kimle nasıl bağ kurduysak, büyüdüğümüzde o bağın izlerini ilişkilerimizde taşırız.
Düzensiz (karmaşık) bağlanma: Sevgi ve korkuyu aynı anda yaşayanlar.
Özellikle endişeli bağlanan bireyler, hem birine yakın olmak isterler hem de o yakınlık içinde kendilerini bir türlü güvende hissedemezler. Yani “gel” derler ama içten içe “ama gidersen ne yaparım?” diye de sürekli düşünürler.
Kaygılı bağlanma neden olur?
Küçük bir çocuk düşünün… Karnı acıkınca ağlar, korkunca sarılmak ister, düştüğünde koşar annesine ya da babasına. İşte o anda aldığı tepki, beynine bir mesaj yazar: “İhtiyacım olduğunda biri yanımda mı?”
Eğer bu sorunun cevabı genellikle evetse, güvenli bağlanma gelişir. Ama eğer cevap bazen evet, bazen hayır ise ya da hiçbir zaman değilse, işte orada işler karmaşıklaşır.
Endişeli bağlanmanın temelinde yatan nedenler genelde şunlardır:
Çocuğun ihtiyaçlarının bazen karşılanması, bazen görmezden gelinmesi (yani tutarsızlık)
Aile içinde kaygılı bir ortamda büyümek
Duygusal destekten yoksun kalmak
Bir ebeveynin küçük yaşta kaybedilmesi
Çocuklukta yaşanan istismarlar (özellikle de bakım veren kişi tarafından)
Genetik olarak kaygıya yatkın olmak
Ve belki de en çarpıcısı: Çocukken, sevilmek için “çok iyi çocuk” olmak gerektiğini öğrenmek. Sürekli bir şeyler başarmak, dikkat çekmek ya da hata yapmamak zorunda hissetmek. Bunlar, çocuklukta işe yaramış olabilir ama yetişkinlikte sağlıklı ilişkiler kurmak için büyük engeller yaratır.