Stereotip, sosyal psikolojide belirli birey türleri veya belli davranış biçimleri hakkında yaygın olarak benimsenen herhangi bir düşüncedir. Stereotipler faydalı olabilir ve hatta hayat kurtarabilir. Örneğin, başıboş köpeklerin insanlara saldıracağı inancı, kişiyi dikkatli olmaya sevk eder. Ancak geçmişten gelen bazı kişiler, yeni neslin hayatını birçok açıdan olumsuz etkiledi. Kariyerimizden özel hayatımıza kadar bizi etkileyen 7 eski yargıyı yazdık.
1. Yaşlılara saygı duyulmalıdır
Yaşlılara saygı, pek çok kültürde var olan bir gelenek. Ancak nesiller değişiyor, artık torununa örgü örmeyi öğreten büyük anneleri değil, büyükannelerine sosyal medya kullanmayı öğreten torunları görüyoruz. Dolayısıyla aynı dünyada yaşamadığımızı kabul etmek gerek.
Bu tabii ki yaşlılara saygısızlık edebileceğimiz anlamına gelmiyor. Kaç yaşında olursa olsun herkes saygıyı hak eder. Ancak saygı yaşa değili tavırlara dayanmalı. Örneğin, akrabalarını, komşularını ve hatta hayvanlarını rahatsız eden yaşlı bir kişi bu kadar fazla saygı göstermemizi hak etmeyebilir. Aslında, huzurevinde gönüllü olan bir genç çok daha fazla saygıyı hak ediyor.
Yaşlı insanlara zorunlu saygı hakkındaki klişe aynı zamanda tehlikeli de olabilir. Bu yaklaşımla büyüyen bir çocuk bir yetişkini, hatta yabancı bir yetişkini bile sırf saygı duymak zorunda olduğu düşüncesi nedeniyle reddedemeyebilir. Ancak bu durum tehlikeli olabilir. Çünkü ne yazık ki etrafta pek çok kötü niyetli insan var.
2. İlişkiler büyük bir çaba gerektirir
Psikologlar, aile ve sevginin bir çalışma ya da savaş alanı olmadığını söylüyor. Yani bir ilişki için kendinizi feda etmek zorunda değilsiniz. Sağlıklı bir ilişkide partnerler rakip değildir, aynı ekibin üyeleridir. Aralarında çatışmalar olabilir. Ancak her iki taraf da bunları çözmeye hazır olmalıdır. Bunun içinse aslında kendiniz üzerinde değil, ilişkiniz üzerinde çalışmalısınız.
Partnerinizle birlikte kendinizi kötü hissediyorsanız ve birlikte geçirdiğiniz zaman size neşe getirmiyorsa, görmezden geliniyorsa veya kişi size zarar verdiğini anlamıyorsa, bu sonlandırılması gereken zehirli bir ilişkidir. Tabii ki bu partnerinizin kötü biri olduğu anlamına gelmiyor, yalnızca istediklerinizin birbirinden farklı olduğu anlamına geliyor. Bu yüzden bir takım olamazsınız.
3. Tembellik kötüdür
Büyürken sürekli birileriyle kıyaslandı. Bu kişi çoğunlukla yakın bir akrabamız ya da arkadaşımız oldu. Hep onun başarıları ve yaptıkları bize anlatıldı ve hiçbir zaman yeterli olmadık, her zaman “tembel”dik. Böyle büyüdüğümüz için de herkes bir şeyler yaparken, örneğin sabah koşusuna çıkarken, farklı hobiler edinir ve kariyer planlarken biz “tembel” olduğumuz için utanç yaşadık. Toplum tarafından bizlere saygı duyulmadı. Tembeller için saldırgan şeyler söyleniyor ve insanlar onlara zayıf iradeli diyor. Ancak herkesin tembellik yapmaya hakkı var. Kimse hayatı bir maraton gibi yaşamak zorunda değil. Herkesin hayatı öznel ve herkes bu hayatı kendi kurallarıyla yaşıyor. Bu nedenle bir başkasının diğerini “tembel” olmakla suçlaması son derece mantıksız.
Tembelliğiniz düzenli bir olay haline gelmediyse, utanılacak bir şey yok. Çünkü bu vücudunuzu aşırı yüklenmekten korur. Çoğu zaman, biraz dinlendikten sonra, kişi daha üretken hale gelir ve aniden karmaşık yaratıcı sorunlara ilginç çözümler bulur. Gerçek şu ki, dinlenme anları sırasında, birikmiş verilerin bilinçsizce işlenmesine yönelik algoritmalar beynimizde devreye giriyor.
4. Güçsüz hissettiğinizde yardım istemeyin, kimse güçsüzlüğünüzü fark etmesin
Mihail Bulgakov’un romanı “Usta ve Margarita” birden fazla neslin referans kitabı haline geldi ve yazarın “Asla, özellikle sizden daha güçlü olanlardan hiçbir şey istemeyin” sözü onların sloganı oldu. Sonuç olarak, birçok insan artık yardım istemelerine gerek kalmaması için kendilerini ve çıkarlarını ihlal etmeye hazır.
Belirli normlala büyüğümüz için pek çok konu “çekindiğimiz” konular haline geldi. Patrondan zam istemek, bir arkadaşınızdan iyilik istemek, borç istemek… Ancak bunlar son derece doğal şeyler. Hayatın olağan akışında karşılaştığımız bu tip şeylerden çekinmemiz gerek. Hepimiz zor durumda olduğumuzda yardım isteyebiliriz, bu kimseyi küçük düşürmez. Bu güçsüz olmak değildir. Sonunda, yardım istemekte tereddüt etmedikleri için hayır kurumlarının kaç hayat kurtarabildiğini hatırlayın.
5. Erkek işi ayrı kadın işi ayrı
Meslekler hâlâ kadın ve erkek işi olarak ayrılıyor. Özellikle geçmiş zamanlarda “Kadınlara en çok yakışan meslek öğretmenlik” gibi laflar ediliyordu. Kadınların teknoloji konusunda bilgili olmadığına ve erkeklerin empati kuramadıklarına inanılıyor, bu nedenle çocuklara ve yaşlılara bakmak onların alanı değil. Ancak nörobilim, beynin cinsiyetten bağımsız olduğunu kanıtladı.
Beynimiz yaşadığımız hayatı yansıtır. Bir çocuğa bir LEGO seti sunulursa ve o sürekli ondan bir şeyler tasarlarsa, büyük olasılıkla yetenekli bir mühendis olacak. Bir kıza oyuncak bebek verilirse ve ona evde kalıyormuş gibi davranması öğretilirse, beyni buna uyum sağlar. Çocuklarımızda toplumsal cinsiyet tutumlarını kendimiz programlıyoruz. Diplomalı bir kadın yazılım mühendisi olarak işe gidiyorsa ve bir erkek ilkokul öğretmeni olarak çalışıyorsa bu, beyinlerinin faaliyet alanlarına çoktan başarılı bir şekilde adapte olduğu anlamına gelir.
Bunun yanı sıra geçmiş yıllarda özellikle bazı meslekler toplum tarafından değer görmüyordu. Yaşlılar için geçerli meslekler hala yalnız; öğretmenlik, mühendislik ve doktorluk. Ancak gelişen çağda istihdam için çok fazla alan açıldı.
6. Kadınlar dedikodu yapmayı sever
Pek çok insan, kadın gruplarının dedikodu ve entrika dolu olduğundan emin. Birkaç kadın bir araya geldiğinde tek konuştukları şeyin dedikodu olduğunu zannediyorlar.
Bununla birlikte, bilim insanları cinsiyetten bağımsız olarak herkesin aynı şekilde dedikodu yaptığını ve insanların buna çok fazla zaman harcamadığını gösteren bir deney yaptı. Deneye göre dedikodu tüm konuşmaların yalnızca yaklaşık yüzde 14’ünü oluşturuyor. Aynı zamanda, kadınların dedikoduları çoğunlukla iyiliksever veya tarafsızken, erkeklerin dedikoduları olumsuz.
Ek olarak, yaygın inanışın aksine, yaşlılar gençlere göre daha az dedikodu yapıyor. Genellikle ise birisi hakkında olumlu bir tartışmaya giriyorlar. Gençlerin konuşmaları ise genellikle olumsuz oluyor.
7. Gençken evlenmezsen evde kalırsın
Bu da geçmişten beri peşimizi bırakmayan klişelerden biri. Bu klişe yüzünden kadın erkek pek çok kişi depresyona girdi diyebiliriz. Ancak herkes genç yaşta evlenmek ya da bir aile kurmak zorunda değil. Hatta herkes evlenmek zorunda değil. Nitekim toplum baskısı bunu mecbur kılıyor. Şimdilerde evlilik yaşı yükselse de eski zamanlarda insanlar çocuk yaşlarda evlilikler yapıyor hatta bebek sahibi oluyorlardı.
Kaynak: 1