Kadınlar olarak hem sosyal hayatta hem de iş yaşamında cinsiyet eşitsizliğine maruz kalıyoruz. Dünyanın dört bir yanında yılladır süregelen bu düzen, hakları için mücadele eden kadınların hareketleriyle bozulmaya başladı. Kadınların üzerine yüklenen cinsiyet rolleri özellikle son birkaç yıldır oluşturulan farkındalıkla yıkılıyor. Kadını yalnızca evde oturup, yemek yapmaya, çocuk bakmaya zorlayan zihniyet yavaş yavaş baskınlığını yitiriyor. Bu ise dünya kadınlarının verdiği mücadele sayesinde oluyor. Ancak her ne kadar mücadele etsek de şiddet, taciz, cinayet olayları bitmiyor. Hem dünyada hem de Türkiye’de binlerce kadın öldürülmeye devam ediyor. Yalnızca son birkaç ayda Türkiye’de yaşamlarının baharında olan onlarca kadın koparıldı hayattan… Şule, Münevver, Özgecan, Emine, Güleda ve son olarak Ceren… Bunlar cinayete kurban giden kadınlar. Ancak bunun dışında toplumun baskısı nedeniyle dayanamayıp kendini öldüren kadınlarımız da var… Cinayetlerinin bilançosu bu kadar ağırken, özellikle Türkiye’deki kadınların artık tek beklentisi sadece; yaşayabilmek…
Bugün 5 Aralık Dünya Kadın Hakları Günü. 1934 yılında Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk tarafından kadınlara seçme ve seçilme hakkının verildiği gün. Biz de bugünde, geçmişten günümüze tarihte iz bırakan kadın hakları mücadelelerini yazdık. Kadınlar olarak; temek hakkımız olan yaşama hakkı için bile mücadele etmek zorunda olduğumuz bu dünyada; “Dünya Kadın Hakları Günümüz” kutlu olsun!
1. İlk Kadın Hakları Sözleşmesi / 1848
Kölelik karşıtı bir kongrede kadınların konuşmalarının yasaklanması konusunda öfkeli olan Amerikalı Elizabeth Cady Stanton ve Lucretia Mott, New York’taki ilk kadın hakları kongresinde birkaç yüz kişiyi bir araya getirdi. Bu topluluk, kadınlar için Declaration of Sentiments and Resolutions(Duygu ve Kararlar Bildirgesi)’uyayımlandı ve bildirgede medeni, sosyal, politik ve dini haklar talep etti. “Bir gerçeği açığa kavuşturmaya çalışıyoruz; tüm kadın ve erkeklerin eşit yaratılması” diyen kadınlar böylelikle bir hareketi başlattı; feminizm. Amerika Birleşik Devletleri’nde kadın hakları hareketinin temellerini atan Elizabeth Cady Stanton sayesinde feminizm hareketinin ilk dalgası başladı.
Bir kelimeden öte, feminizm, kadınların sosyal, politik, yasal ve ekonomik haklarını erkeklerinkine eşit şekilde savunan bir hareket. Terimin ortaya ilk çıkışı Fransa’da 1837’de , sosyalist Charles Fourier’in, ütopik bir gelecekte kadınların özgürlüğünü tanımlamak için kullandığı ‘feminisme’ kavramına dayanıyor.
Feminim, 1900’lerin başlarında, kadınların oy hakkıyla ilişkilendirildi, ancak daha sonra çok daha fazla anlam taşımaya başladı. Özellikle “Keşisimsel feminizm”, kadınların ırk, sınıf, etnik köken, din ve cinsel yönelim gibi faktörlere dayanarak farklı ayrımcılık biçimleriyle nasıl karşılaştıklarına dikkat çekiyor.
2. Tarihteki ilk Kadın Savaşı / 1929
Tarihteki ilk kadın savaşı Nijerya’da 1929 yılında Igbo kabilesi kadınları Nwanyeruwa önderliğinde, çalışma haklarının ellerinden alınmasına rağmen kendilerinden vergi istendiği için ayaklandılar. Nwanyeruwa komşu köylerdeki kadınlara palmiye yaprağı göndererek, davet çağrısında bulundu. Palmiye yapraklarını alan kadınların, yaprakları kendilerine komşu köylerdeki diğer kadınlara ulaştırması istenildi ve böylece Nwanyeruwa başlattığı mücadele geniş bir kitleye yayılmış oldu. Nwanyeruwa’nın davetine 25 bin kadın karşılık verdi. Böylece “vergi”den başlayan mücadele sömürgeciliğe karşı bir başkaldırıya dönüştü ve “Kadın Savaşı”nı başlattı
3. Lowell kadınlarının mücadeleleri
Sanayi devrimi sırasında Amerika’daki tekstil sektöründe, yaşları 12-30 arasında değişen ve “Mills Girls” (Fabrika kızları) adlandırılan kadın işçiler çalışıyordu. 1813 yılında ise Lowel Şirketi kuruldu ve tekstil fabrikalarında kadınlar çalışmaya başladı. Ancak kadınların aldığı ücret, erkeklerin aldığının yarısı kadardı ve çalışma şartları da oldukça ağırdı. İşçiler haftalık 73 saat çalışıyordu. Kadınlar ise fabrika çevresindeki fabrikalarda “kira” ödeyerek kalıyordu. Pansiyonlarda gece 22.00’dan sonra sokağa çıkma yasağı vardı. Bunun yanı sıra ise kadın işçilere ahlak ve din dayatılması yapılıyordu. Lowell fabrikasının el kitabında “kilise ibadetine katılmayan ve ahlaktan yoksun kadınların istihdam edilmeyeceği” yazıyordu.
1834 yılına gelindiğinde ise patronlar işçileri maaşlarında yüzde 15 oranında indirim yaptılar. Tüm bu zorlu şartlar sonunda ise kadınlar grev kararı aldılar. Örgütsüzlük, deneyim eksikliği gibi nedenlerle grev başarısız oldu. İşçilerin çoğu ise düşük ücretlerle işlerine geri dönmek zorunda kaldı.
Yaşanan bu ilk grev tecrübesinden sonra 1836’da işçilerin pansiyon kiralarının arttırılmak istemesi karşısında Lowell fabrikaları, kadın işçilerin yeni protesto ve grevlerine sahne oldu. Bu seferki grev ise kira zammının geri alınması ve patronların geri adım atmasıyla sonuçlandı.
1845’te, bir dizi protesto ve grevin ardından, pek çok görevli bir araya gelerek Amerika Birleşik Devletleri’nde çalışan kadınların ilk birliği olan Lowell Kadın İş Reform Örgütü’nü (The Lowell Female Labor Reform Association, LFLRA) kurdu.
4. Women’s Liberation Movement / Kadın Kurtuluş Hareketi
II. Dünya Savaşı sırasında erkeklerin savaşa katılmasıyla birlikte kadınlar iş gücüne katılmıştı. “We Can Do İt” hareketiyle pek çok kadının iş gücüne katılımı sağlanmıştı. Ancak savaş sona erdiğinde kadınlar ev yaşantılarına dönmek durumunda kaldılar. Bu durum ise kadınları bunalıma sürükledi bu nedenle gittikçe artan sayıda kadın yükseköğretime devam etti ve işgücüne katıldı. Ancak iş hayatındaki erkek egemenliği nedeniyle kariyer basamaklarını tırmanamadılar, cam tavan sendromu yaşadılar. Bu nedenle, 1960’ların sonları ve 1970’lerin başlarında Kadın Kurtuluş Hareketi başladı. Bu hareket; kadınların o zamanki kadın yaşamının temel yönlerinde devrim yapma arzusundan kaynaklandı; evrensellik, istihdam, eğitim ve cinsellik.
1966’da Betty Friedan ve diğer tanınmış feministler National Woman Organization (Ulusal Kadın Örgütü)’ı kurdular. Ulusal Kadın Örgütü, üniversite eğitimli, ağırlıklı olarak beyaz kadınları birleştiren ve birçok feministi aynı çatı altında toplayan bir örgüt haline geldi. İkinci dalga feminizm hareketinin liderlerinden Gloria Steinem feministleri; doğum kontrol haplarına erişim, kürtaj, eşit istihdam fırsatı, kadına yönelik şiddetin azaltılması ve daha fazlasını istemek için kadınları teşvik etti. İki yıl sonra 1968’de ise kadın hakları için ilk ulusal feminist konferans Chicago’da gerçekleşti.
5. Black Feminizm
Kurtuluş Hareketi’ndeki bazı feministler beyaz olmayan kadınları eleştiriyor ve dışlıyordu. Kasıtlı bir durum olmasa bile bu olay bir kırılma yaşanmasına sebep oldu. Kadınların feminizm hareket ırk ve sınıf bağlamı olmadan sadece cinsiyete odaklandığından, siyah kadınları dışlanmaması gerekiyordu. Siyah feminizm hareketi de feminizmin diğer kollarının kadınları tek tip olarak değerlendirme düşüncesine itiraz olarak gelişti. Siyah feminist Bell Hooks’un (Gloria Watkins’in takma adı), erkek liderliğindeki Siyah Güç Hareketi’ne veya beyaz kadın liderliğindeki Kadın Kurtuluş Hareketi’ne bağlı olmamayı seçme mücadelesi, siyah feminizmin hareketini doğurdu. Buna karşılık, bazı siyah feministler Ulusal Siyah Feminist Örgütü ve Ulusal Siyah Feministler İttifakı gibi kendi gruplarını oluşturdular.
6. #MeToo Hareketi
Yakın geçmişi en büyük kadın hareketlerinden biri ise #MeeTo hareketi. Bir tweetle başlayıp dünyaya yayılan ve aralarında ünlü isimlerin de olduğu pek çok kadının başına gelen taciz olaylarını anlattığı hareket ilk olarak; ABD’li aktris Alyssa Milano’nun 15 Ekim 2017’de sosyal medya hesabından yazdığı “Cinsel tacize uğradıysanız bu tweete cevap olarak ‘ben de’ yazın.” cümlesiyle başladı. Etiket kısa sürede tüm dünyada trend haline geldi. Yüz binlerce kadın hiç kimseyle paylaşamadıkları teciz ve tecavüz travmalarını bu etiketle paylaştılar. 12 Kasım’da ise yüzlerce kadın, erkek ve çocuk Hollywood’daki “MeToo yürüyüşü” için biraraya geldi. Protestocular ellerindeki dövizlerle cinsel tacize ve tecavüze karşı yürüdüler. Hareket, Almanya’dan İsviçre’ye, Fransa’dan Çin’e, Hindistan’a kadar pek çok ülkeye yayıldı.