İnsanlık tarihi boyunca günlük hayatın kamusal ve özel alan olarak ayrılması, kadın ve erkeğin hak ve yükümlülüklerinde birtakım farklılıklar yarattı. Kadın, özel alanda çocuk yetiştirme ve ev işi yapma gibi yeniden üretimden sorumlu olurken, erkek kamusal alanın bir parçası olarak algılandı. 1791 yılında Olympe de Gouges, Kadın ve Yurttaş Hakları Bildirgesi’ni yayınladığında, kadının insan hakları meselesi artık tüm dünyanın gündemini oluşturuyordu. Ancak kadınların erkeklerle eşit haklara sahip olması uzun bir evrim sürecinde gerçekleşti. Kadınlar siyasal haklarını elde edebilmek için ölümü dahi göze alan eylemler düzenlediler. Kadın hareketi o kadar güçlüydü ki dünyada gerçekleşen savaşlar bile onların eylemlerinin gölgesinde kaldı. Şu an ki mevcut durum ise hala istenilen düzeyde değil. Türkiye’de ise bu yıllarda kadınların hakkı diye bir konu henüz gündemde değildi. Gelin hep birlikte Türkiye’nin öncü kadınlarına ve 5 Aralık Kadın Hakları Günü hikayesine daha yakından bakalım.
Dünyada kadın hakları meselesi tartışıldığında Türkiye’de durum pek iç açıcı değildi. Kadın, erkek hegemonyası altında geleneğin içine sıkışıp kalmıştı. Giyeceği kıyafetler, kamusal alana çıkma saatleri gibi bugün bize çok ilginç gelen kurallar padişahların fermanlarıyla belirlenirdi
Tanzimat ve Meşrutiyet yıllarında kadınlar bir araya gelerek seslerini duyurmaya çalıştılar. Ancak kadınların gündemi siyasal haklar değildi. Çünkü hepsi, toplumsal haklar kazanılmadan siyasal hakların kazanılamayacağının farkındaydı. Bu döneme Nezihe Muhiddin, Fatma Aliye, Emine Semiye ve Selma Rıza gibi kadınlar damgasını vurdu. Ne yazık ki mücadeleleri toplumsal ve siyasal alanda karşılık bulmadı.
Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda modern ve demokratik bir ülke inşa etmek için önce kadın haklarının güvence altına alınmasına karar verildi
1924 yılında kadınlara eşit eğitim hakkı sağlandı, 1926 yılında Medeni Kanun ilan edilerek kadın ve erkek yasaların önünde eşit pozisyona getirildi. 1930 yılına gelindiğinde kadınlar artık belediye seçimlerinde, seçme ve seçilme hakkına sahipti. 1933 yılında ise kanunlarda düzenleme yapılarak kadınların muhtar ve köy ihtiyar heyetlerine seçilmelerine imkân sağlandı. 5 Aralık 1934 yılına geldiğimizde kadınlar artık milletvekili seçebiliyor ve seçilebiliyorlardı. Bu olay tüm dünyada sansasyon yarattı. Çünkü modern Avrupa’nın pek çok ülkesinde kadınlar hala siyasal haklardan yoksundu.
Kadınların milletvekili seçme ve seçilme hakkına kavuşması tüm ülkede o kadar büyük bir coşkuyla karşılandı ki 1934 yılından sonra 5 Aralık, Kadın Hakları Günü olarak kutlanmaya başladı
Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde; kadınların kamusal alanda var olmasının önündeki yasal engellerin tümü kaldırılmıştı. 5 Aralık artık kadın hakları günü olarak kutlanacaktı. Şimdi kadınların tarih sahnesine çıkma zamanıydı. Kadınlar, yasal ve siyasal haklarını öyle başarılı öyle zekice kullandılar ki Türkiye’nin öncü kadınları tüm dünyaya ismini duyurmayı başarmıştı. İşte Türkiye’nin öncü kadınlarından bazıları…
1. Afet İnan (1908-1985)
Atatürk’ün manevi çocuklarından biri olan Afet İnan, tüm hayatını modern Türkiye’nin inşasına adamış bir isim. Bugün 5 Aralık’ı kadın hakları günü olarak kutluyorsak, bunda Afet İnan’ın payı büyük. Onun hayatı 1925 yılında İzmir’de öğretmenlik yaparken Atatürk’ün şehre gelmesiyle tamamen değişiyor. Atatürk ile tanışma fırsatı bulduğu an dil ve lisansüstü eğitim almak istediğini açıklıyor. Mustafa Kemal Atatürk, okuma istediği olan her Türk gencine yaptığı gibi Afet İnan’ı da devlet bursuyla Lozan ve Cenevre’ye gönderiyor. Afet İnan yurda döndükten sonra özellikle kadın hakları ve Türk tarihi üzerine çarpıcı çalışmalar yaparak Cumhuriyet tarihinin ilk ideologlarından biri oluyor. Aynı zamanda Ankara Üniversitesi Dil, Tarih, Coğrafya Fakültesi’nde Devrim Tarihi kürsüsünü kurmakla görevlendiriyor. Daha sonra ise Türk Tarih Kurumu’nun kurucu üyeleri arasında yer alarak uzun yıllar bu kurumun başkanlığını yapıyor.
2. Muazzez İlmiye Çığ (1914- )
Dünyanın sayılı Sümerologlarından biri olan Muazzez İlmiye Çığ, 13 kitap ve sayısız bilimsel makale yayınladı. 1940 yılında İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde göreve başladığında Sümer, Akad ve Hitit dillerine ait çivi yazılı belgelerin çevirilerini yaparak katalog haline getirdi. Bu çalışmalarıyla üç büyük uygarlığı tüm dünyaya tanıtmış oldu. Hayatını bilim çalışmalarına adayan Çığ, çalışkanlığıyla Türkiye’deki bütün tarih araştırmacılarının idolü oldu. Bir röportajında şu ifadeleri kullanmıştı: “Atatürk’ün dediğini yaptım, halen yapıyorum. Çalıştım, çalışmaktan hiç bıkmadım”.
3. Süreyya Ağaoğlu (1903-1989)
Süreyya Ağaoğlu, kadın hakları günü dediğimizde aklımıza ilk gelen isim. Çünkü o, Türkiye’nin ilk kadın avukatı ve önemli bir kadın hakları savunucusu. Kadınların kamusal alanda olmasının dahi hoş karşılanmadığı bir dönemde, o adliye koridorlarında koşarak adaleti sağlamak istedi. Amerika’da “Kadın Hukukçular Derneği”ne, Avrupa’da ise “Uluslararası Avukatlar Birliği”ne üye oldu. 1952 yılında Kadın Hukukçular Derneği’nin başkanı seçildi. Türkiye’de; Üniversiteli Kadınlar, Soroptomist Kadınlar ve Türk Hukukçu Kadınlar Cemiyeti gibi pek çok derneğin kurulmasına katkı sağladı. 1989 yılında İstanbul’da gerçekleşen bir panelden ayrılırken dengesini kaybederek düştü ve beyin kanaması nedeniyle hayata veda etti. Onun Türk kadınlığı için verdiği çetin mücadele, Türk kadının geleceğe umutla bakmasına neden oldu.
4. Jale İnan (1914-2001)
Türkiye’nin ilk kadın arkeoloğu olan Jale İnan, Perge ve Side antik kentlerinin gün yüzüne çıkmasında önemli roller oynadı. Aynı zamanda Türkiye’deki pek çok antik kentte kurtarma çalışmalarının başkanlığını yürüttü. Yaptığı başarılı işlerle adını tüm dünyaya duyuran Jale İnan, tarihi eser kaçakçılığına da göz yummadı. Onun sayesinde Türkiye’den yurt dışına kaçırılan birçok değerli eser tekrar ülkemize geri getirildi.
5. İdil Biret (1941- )
İdil Biret’in piyano aşkı üç yaşındayken başladı. Sekiz yaşına geldiğinde devlet bursuyla müzik eğitimi almak için Fransa’ya gönderildi. Fransa’da 20. yüzyılın en büyük müzisyenlerinden Alfred Cortot ve Wilhelm Kempff ile çalıştı. 16 yaşına geldiğinde Boston Senfoni, Londra Senfoni, Leningrad Filarmoni gibi dünyanın en büyük orkestralarında yer almaya başladı. Türkiye, Amerika, İngiltere, Fransa ve daha pek çok ülkeden ödül ve nişanlar aldı. Chopin’in bütün eserlerinin plak kayıtlarını gerçekleştirdi. Bugün tüm dünyada Chopin denince akla hemen İdil Biret geliyor. 8 yaşında eğitim alması için yurt dışına gönderilen Türkiye’nin “harika çocuğu” müzik dünyasının en ünlü piyano virtüözlerinden biri olarak ülkesine geri döndü.
6. Remziye Hisar (1902 – 1992)
Remziye Hisar, Türk tarihinde pek çok ilke imza atmış bir isim. Darülfünun’da kimya eğitimi alan ilk kadın, Türkiye’nin ilk kadın kimyageri, Sorbonne Üniversitesi’nden doktora derecesi alan ilk Türk kadın… Langevin ve Madam Curie gibi ünlü bilim insanlarının öğrencisi olan Remziye Hisar, çok başarılı bir eğitim hayatı geçirdi. Türkiye’ye döndüğünde 5 kitap ve kimya alanında buluşlarını içeren 16 bildiri yayınladı. Zekâsı ve çalışkanlığıyla Cumhuriyet Türkiye’sinde bilimin öncüsü oldu. Bir röportajında neden fen bilimleri alanını seçtiği sorulduğunda, şöyle cevap vermişti: “Fen derslerinde kanunlarda olsun, buluşlarda olsun hep yabancı isimler görmek beni kahrediyordu. Fen alanında bir tek Türk ismi görememenin ezikliğini, bu dalda başarılı olursam giderebilirim sanıyordum”.
7. Sabiha Bengütaş (1904 – 1992)
Türkiye’nin ilk kadın heykeltıraşı Sabiha Bengütaş, 1920 yılında Sanayi-i Nefise Mektebi’nin resim bölümünde eğitim almaya başladı. Eğitim hayatının ilk senesinde hocası İhsan Bey, Sabiha Bengütaş’ın yeteneğini hemen fark etti. Bu nedenle hocası, bölüm değiştirerek seneye tekrar okula başlamasını istedi. Böylece Türkiye’nin heykel bölümündeki ilk kadın öğrencisi oldu. Çankaya Köşkü’nün bahçesindeki Atatürk heykeli ve Bursa’da bulunan İsmet İnönü heykeli Bengütaş’ın en bilinen eserleri arasında bulunuyor.
8. Adalet Ağaoğlu (1929 – 2020)
20. yüzyıl Türk edebiyatına damga vuran Adalet Ağaoğlu, yazarlığa Ulus gazetesinde tiyatro eleştirileri yazarak başladı. TRT Ankara Radyosu’nda, radyo tiyatro müdürü ve daire başkanı olarak görev yaptı. Ankara’nın ilk özel tiyatrosu olan Meydan Sahnesi’nin kurucuları arasında yer aldı. 1970’li yıllardan sonra öykü ve roman yazmaya odaklanan Ağaoğlu, Ölmeye Yatmak ve Bir Düğün Gibi isimli kitaplarıyla çok ses getirdi. Adalet Ağaoğlu, günümüzde hala en çok okunan yazarlar arasında yer alıyor.
9. Mübeccel Kıray (1923 – 2007)
Mübeccel Kıray, Türkiye’de sosyoloji biliminin gerçek kurucusu olarak kabul ediliyor. Bilimsel çalışmalarıyla Türkiye’deki toplumsal değişimin nabzını tutan Kıray, Türk toplumunun tüm yönleriyle anlaşılmasını sağladı. O, yaşadığı ülkenin insanını merak etmişti. Devrimler, genç Cumhuriyetin sancılı dönemleri, Türk insanının heyecanı, buhranı kısacası Türkiye’ye ait her şey Mübeccel Kıray’ın ilgi alanı içindeydi. Kıray’ın en güçlü yönü ise iyi bir öğretici olmasıydı. Günümüzde saygın sosyologlarının önemli bir bölümü onun öğrencisidir. Çalışmaları hala derslerde kaynak kitap olarak okutulmaktadır.
10. Türkan Saylan (1935 – 2009)
Türkan Saylan, ömrünün büyük bir kısmını insanların iyiliğini düşünerek geçirdi. İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’ni bitirdikten sonra Nişantaşı Hastanesi’nde Dermatoloji alanında uzmanlığını aldı. 1976 yılında Türkiye’de cüzam olarak bilinen Lepra hastalığı üzerine çalışmalar yapmaya başladı. Bu hastalığa karşı tüm dünyada mücadelenin en ön safhasında yer alıyordu. Türkiye’de Cüzamla Savaş Derneğini kurdu. Dünya Sağlık Örgütü’nün cüzam konusunda danışmanlığını yaptı. Uluslararası Lepra Birliği’nin kurucu üyesi ve başkan yardımcısı oldu. İstanbul’da Lepra Hastanesi’nin kurulmasına öncülük etti. Türkan Saylan’ın çalışmaları sayesinde dünya genelinde cüzam hastalığı gerilemeye başlamıştı. Bu nedenle kendisine Hindistan’da Uluslararası Gandhi ödülü verildi. Aynı zamanda Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’ni kurarak okutulmayan bütün çocukların elinden tuttu. Vefat ettiği 2009 yılında yayınlanmış çalışmalarının sayısı 500’ü geçmişti.
11. Nermin Abadan Unat (1921 – )
Nermin Abadan Unat, Türkiye’de iletişim biliminin oluşumuna katkı sağlayan hatta “halkla ilişkiler” sözcüğünü literatürde ilk kez kullanan bilim insanı olarak biliniyor. Özellikle yurt dışında çalışan göçmen Türk işçiler ve kadın hakları üzerine yaptığı çalışmalarla birçok ödüle layık görüldü. “Türk Toplumunda Kadın” isimli eseri İngilizce ve Almancaya çevrildi. Göçmen işçiler üzerine yaptığı çalışmalar nedeniyle Almanya Devlet Başkanı’ndan liyakat nişanı aldı. Genç Cumhuriyetin ülke insanına verdiği enerji, ümit, mutluluk ve cesaret Nermin Abadan Unat’ın da hayatının merkezindeydi. Kendisini her anlamda destekleyen ülkesini öyle seviyordu ki oğluna Mustafa Kemal ismini verdi.