Çağının geleneksel yazarlarına benzemiyordu. Gençliğinden itibaren bin türlü işe girip çıktı. Fabrikalarda işçi, denizlerde gemiciydi. Altın aramak için Alaska’ya bile gitti. Jack London, girdiği hiçbir işten, çıktığı hiçbir yolculuktan aslında eli boş dönmemişti.
Biriktirdiği hikâyelerini barlarda, ucuz otellerde, tren vagonlarında önce aklına yazdı. Toplumun en aşağısındakilerin, görmezden gelinenlerin, ezilenlerin kalemiydi. 40 yıllık hayatına 50’den fazla eser sığdıran ünlü yazar, 98 yıl önce bugün hayata gözlerini yumdu.
İstenmeyen bebek
Jack London, 12 Ocak 1876’da San Francisco’da doğdu. Müzik öğretmeni olan annesi Flora Wellman, astroloji profesörü William Chaney ile birlikteydi. 1875 Haziran’ında San Francisco’da yayımlanan Chronicle gazetesinin haberine göre, Chaney bebeği kabul etmeyince genç kadın intihara yeltenmişti.
Yaşadığı travmanın etkisiyle Flora’nın sinirleri altüst olmuştu ama neyse ki anne de bebek de zarar görmedi. Wellman, oğlunun doğumundan sekiz ay sonra John London ile evlendi.
Sekiz yaşından beri emekçi
Jack’in bakımı ile uzun süre, eski bir köle olan siyahi Virginia Prentiss ilgilendi. Ailesi pek çok işle uğraştı ama yine de bir türlü dikiş tutturamadı. Bu yüzden Jack’in çocukluğu yoksulluk içinde geçti. Erken yaşlardan itibaren türlü işlere girip çıkmak zorundaydı. Hatta ilerki yıllarda London, “Ben çocukluk nedir bilmedim.” diyecekti.
London henüz sekiz yaşındayken önce gazete sattı, sonra bir çiftlikte çalıştı. 13 yaşına bastığında Hickmott Konserve Fabrikası’nda hayat mücadelesi veriyordu. Sonra sütannesi Prentiss’e borçlanarak ufak bir sandal aldı ve kaçak istiridye avcılığı yaptı.
Kitaplar, London’ın ticari araçları
Jack London, beş yaşındayken kendi kendine okuma yazmayı sökmüştü. Eğitimi kesintilerle sürse de Oakland Yerel Kütüphanesi’nin müdavimlerindendi. Şair, yazar ve bir dönem kütüphanecilik yapan Ina Donna Coolbrith’in, üzerinde emeği büyüktü. Onun sayesinde macera, keşif kitaplarıyla tanıştı. Gece gündüz Madam Bovary, Anna Karenina gibi klasikleri okudu.
Okumaya olan düşkünlüğü ileride de devam edecekti; o bir kitap kurduydu. London iyi para kazandığı dönemde 15 bin ciltlik şahsi kütüphanesini oluşturacak ve bu kütüphaneye “Benim ticaret araçlarım” diyecekti.
Demiryolu serseriliğinden liseye geçiş
17 yaşında Japonya’ya gitmek için fok avlayan bir gemiye tayfa olarak yazıldı. Dönüşte birkaç işe girip çıktı ve sonra demiryolu serserilerinin arasına karıştı. Amerika’yı kâh trenlerle kâh yürüyerek dolaştı. Kanada’da Niyagara Cezaevi’nde 30 gün tutuklu kaldı.
Nerede akşam orada sabah yaşarken 19 yaşında Oakland Lisesi’ne kaydoldu. Burada “Aegis” isimli okul dergisine denizcilik deneyimlerini toparladığı Japon Kıyılarında Tayfun’u yazdı.
Altın uğruna döktüğü dişler
Bir sene sonra, tüm yaz hazırlanıp Berkeley Üniversitesi’ni kazandı. Ama maddi zorluklar peşini bırakmıyordu. Bu yüzden ancak bir dönem devam edebildi. Hiçbir zaman diploması olmadı. Ama burada Charles Darwin ve Friedrich Wilhelm Nietzsche’nin eserleriyle tanıştı. İleride iki ismin de onda etkisi büyük olacaktı.
Parasızlık canına tak ettiğinde 25 Temmuz 1897’de London, Klondike Altın Avı’na katıldı. Bu yolculukta sağlığı bozuldu. İskorbüt hastalığına yakalandı, dişetleri şişti. Öndeki dört dişini kaybetti. Henüz bilmiyordu ama aynı seyahat ona Vahşetin Çağrısı, Ateş Yakmak gibi eserleri için ilham verecek ve adını dünyaya duyuracaktı.
Popüler dergiler ile gelen şöhret
1898’de Oakland’a döndüğünde yazdıklarını bastırmaya çalıştığı o günleri, yıllar sonra Martin Eden’de anlatacaktı. Sonunda yazıları Alaska Hikâyeleri adıyla aylık edebiyat dergisi The Atlantic Monthly’de yayımlandığında büyük ilgi gördü. Bu hikâyeleri 1900’de yayımladığı ilk kitabı Kurdun Çocuğu’nda topladı.
Hobi olarak yazmaktan ve başka işlerde çalışmaktan bıkmıştı. Bu yüzden 1900’lerdeki modern basım teknikleri sayesinde çoğalan popüler dergiler London’a ilaç gibi geldi. Artık durmadan üretiyordu. Sonunda 1903’te The Saturday Evening Post’da yayımlanan Vahşetin Çağrısı, Jack London’ı üne kavuşturdu.
Sevimli kuçudan vahşi köpeğe
Vahşetin Çağrısı, St. Bernard-çoban köpeği kırması Buck üzerine kuruluydu. Klondike Altın Avı’ndaki evcil bir köpeğin vahşi doğada geçirdiği değişim, Buck’ın gözünden anlatılıyordu. London’a göre hırstan gözü kararmış insanlar da hayvanlar gibi her koşula uyum sağlıyordu. Veya tam tersiydi.
Uzun yıllar olayları bir köpeğin gözünden anlattığı için çocuk kitapları arasında yer alan roman bugüne kadar defalarca sinemaya ve TV’ye uyarlandı, dizisi çekildi.
Başrolde imza: Kurt
Üç sene sonra Kızılderili bir kurt kırmasının maceralarını anlatan Beyaz Diş raflardaydı. London, hayatında en sevdiği hayvan olan Kurt’u, başkahramanı seçmişti. Bazı mektuplarını Kurt diye imzalayan London yine altın arama döneminden bir hikâyesiyle vahşi hayata uzanıyordu. Üstelik doğa ve insan arasındaki mücadele ve tarafların kendi aralarındaki hayat kavgası da temel eksenindeydi. Defalarca sinemaya uyarlanan roman, başrolünde Ethan Hawke’ın oynadığı 1991’de çekilen film ile akıllara kazındı.
Tam uykuya dalarken neden düşüp irkiliriz?
London’un 1907’de yayımladığı Âdemden Önce, bizi insanlık tarihinin epey başlarına götürdü. London bu romanda, Darwin’in görüşlerinin destekçisiydi. Tam uykuya dalmak üzereyken neden sık sık düşerek irkildiğimizi ondan öğrendik. Daldan dala atlayıp mağaralarda barınan atalarımızı irdeleyen romanda, ünlü yazar çocukken gördüğü rüyâları binlerce yıl önce atalarının başından geçmiş olaylarla bağdaştırıyordu.
Kapitalizm eleştirisi de savaş öngörüsü de bu romanda: Demir Ökçe
London’ın Demir Ökçe isimli distopyası çağının çok önündeydi. Yıl 1908’di. London kuramcı değildi. Ama yazar sağlam bir öngörüyle, II. Dünya Savaşı dönemindeki faşizmin ayak seslerini duymuştu. London’ın yarattığı üç yüzyıllık Demir Ökçe dönemi bugünün dünyasını bile aydınlatacak nitelikteydi.
Ünlü yazar bir taraftan kapitalizmin nasıl işlediğini, düzene muhalefet edenlerin nasıl ezildiğini sorgularken, diğer taraftan ABD’de oligarşik bir tiranlığın nasıl yükseldiğini de anlatıyordu. London elbette Demir Ökçe’de sosyalist görüşlerini de en açık biçimde sergileyecekti.
Eyy proleter, sınıfını sev!
İki senelik deniz yolculuğundan dönen London’ın 33 yaşındayken kaleme aldığı Martin Eden yazarın kendi yaşamını yansıttı. Otobiyografi türündeki bu romanda denizci Martin’in toplumda kendine yer açma çabasını okuduk.
Zengin bir kıza âşık olup kendini geliştiren Eden, tıpkı London gibi yazdığı eserleri bastırmaya çalışırken defalarca reddedilip yalnız kalıyordu. Sonunda istediğini elde ettiğinde ise tıpkı London gibi ona da arzuladığı burjuva hayatı anlamsız gelecekti.
En iyi dostu John Barleycorn
Ünlü yazarın ölmeden üç sene önce yayımladığı John Barleycorn (Bir Alkoliğin Anıları) adeta bir itiraftı. Bira ve viski yapımında kullanılan arpa kelimesinin İngilizcesi “barley” üzerinden bir başkarakter yaratılmıştı.
Adını İngiliz halk şarkısından alan eser, London’ın ilk alkol deneyimlerinden itibaren hayatında yıllar içinde alkolün nasıl önemli hale geldiğini anlatıyordu. Öyle ki, London ünlü ve zengin bir yazar olduktan sonra bile John Barleycorn’un peşinden koşacaktı.
Gazetecilik ve edebiyat kol kola
London sadece romanlar ve hikâyeler yazmadı. O, keskin gözlem gücüne sahip bir röportaj yazarıydı da. 1904-1905’te Rus-Japon Savaşı’nda Kore ve Mançurya’ya savaş muhabiri olarak gitti, gazetecilik yaptı. 1906’da Collier’s Weekly dergisinde San Francisco depremi üzerine görgü tanıklığı raporu yayımlandı. Onun gazeteciliği edebiyatçılığından mı besleniyordu, yoksa tam tersi mi geçerliydi? Bu sorunun yanıtı bilinmese de doymak bilmeyen merakı, gazeteciliğini de edebiyatçılığını da tetikliyordu.
Mantık evliliğinden ruh eşine
Jack London 7 Nisan 1900’de, Kurdun Oğlu’nun yayımlandığı gün, arkadaş çevresinden Bess Maddern ile evlendi. Çift birbirine deli gibi âşık değildi. Onlarınki daha çok mantık evliliğiydi. İlk çocukları Joan 15 Ocak 1901’de, ikinci çocukları Bessie -sonradan Becky denilecekti- 20 Ekim 1902’de doğdu. Çift 1904’te ayrıldı.
London bir yıl sonra Charmian Kittredge ile evlendi. Onun için “ruh eşi” diyorlardı. Çift çocuk sahibi olmak istediyse de, bebeklerinden biri doğum sırasında öldü. Diğer hamilelik de düşükle sonuçlandı.
Yaşam tarzı değişiyor; aile babası ve çiftçi London
Ünlü yazar 1910’da 26 bin dolara Kaliforniya’da bir çiftlik satın aldı. Başta, “Eşimin yanında, çiftlik bana dünyanın en güzel şeyi olarak gözüküyor.” diyerek kendini çiftliğe adadı. Arazisini sürekli büyütmeye ve çiftlikten verim almaya çalıştı. Varını yoğunu yatırdı, hatta borçlandı bile. Para kazanmak için durmadan yazmaya çalışması, eserlerinin kalitesini de etkilemeye başlamıştı.
London bir dönem bolca vakit geçirdiği ama son zamanlarda bunalıp uzaklaştığı çiftlikte vefat etti. Burası şu anda Jack London Eyalet Tarih Parkı içinde koruma altında bulunuyor.
Nasıl sosyalist oldu?
Jack London 20 yaşında sosyalizmi benimsedi. “Nasıl Sosyalist Oldum” adlı makalesinde de belirttiği gibi halkın en alt tabakalarını daha yakından gördükçe sosyalist fikirleri oluşmaya başladı. Mektuplarının bazılarını “Devrim için” diye imzalıyordu. Gençliğinde ABD’yi gezerek konuşmalar yaptı ve sosyalizm için taraftar toplamaya çalıştı. Hatta bu yüzden kısa süre hapis bile yattı.
London, o zamana kadar soylular için üretilmiş bir yaklaşıma sahip olan edebiyata, bütün sınıflara hitap eden bir anlayış getirdi. Bir nevi Amerika’daki proleter edebiyatın yaratıcısıydı. 1929’da New Masses adlı dergi, onun, Amerikan dehasının o güne dek doğurduğu ilk ve tek proleter yazar olduğundan söz ediyordu.
Yoksa dört dörtlük sosyalist değil miydi?
Yine de devrimci görüşleriyle bağdaşmayacak özellikleri hep gündemdeydi. Kadınlara yer tanımayan bir erkek dünyasının propagandasını yaptığı, beyaz ırkın üstünlüğünü savunduğu gerekçesiyle epey eleştirildi.
Ünlü yazar hakkında intihal iddiaları da hep gündemdeydi. Vahşetin Çağrısı, Demir Ökçe gibi ses getiren romanları hakkında başka yazarları kopyaladığı söylendi. Oysa London’a göre bu suçlamalar gerçeği yansıtmıyordu.
O tepede dinleniyor
Jack London, henüz 40 yaşındayken, 22 Kasım 1916’da hayata veda etti. Ölümü hakkında üç iddia söz konusuydu; böbrek yetmezliği, intihar ve kazara aşırı doz morfin. Ünlü yazarın vasiyeti üzerine cesedi yakıldı ve “Öldüğüm zaman küllerimin bu tepede dinlenmesini istiyorum.” dediği yere götürüldü.
Şu anda London’ın külleri, eşi Charmian’ınkilerle birlikte, Kaliforniya’daki Jack London Eyalet Tarih Parkı’nda gömülü. Ünlü yazarın mezarında, onun yalın üslubunu hatırlatırcasına, sadece yosun tutmuş bir kaya parçası dikili.