Tarih kitaplarında krallar, savaşlar, mucitler ve büyük keşiflerle karşılaşmaya alışkınız. Ama şimdi sizi biraz şaşırtacak bir yolculuğa çıkaralım: İnsanlık tarihine adını yazdıran ilk kişi kimdi dersiniz? Görkemli bir hükümdar mı, yoksa destanlara konu olmuş bir savaşçı mı? Hayır, hiçbiri değil! Bu onur, 5000 yıl önce Mezopotamya’da yaşayan bir muhasebeciye ait! Evet, kulağa pek epik gelmeyebilir ama “Kushim” adı, tarihin bilinen en eski yazılı ismi olarak bir kil tabletin üzerinde günümüze kadar ulaşmış durumda. Ve işin en ilginç tarafı, bu kayıt sadece bir isimden ibaret değil. Aynı zamanda yazının ve insanlık hafızasının başlangıcına da ışık tutuyor. İşte insanlık tarihinde bilinen ilk isim ve ilginç hikayesi…
Yazının icadı, insanlığın attığı en büyük adımdı
Çünkü yazı sayesinde bilgiler kalıcı hale gelir, geçmişle bağ kurabiliriz. Peki, tarihte kaydedilmiş ilk insan isminin ne olduğunu hiç merak ettiniz mi? Cevabı biraz şaşırtıcı olabilir: Bu kişi bir kral ya da savaşçı değil… Bir muhasebeciydi! Evet, yanlış duymadınız. İnsanlık tarihinde bilinen en eski isim, yaklaşık 5000 yıl önce Mezopotamya’da yaşamış bir muhasebeciye ait: Kushim.
Şimdi günümüz Irak sınırları içinde yer alan çok eski bir kente, Uruk’a gidiyoruz
M.Ö. 3500-2900 yılları arasında bu kent, insanlık tarihinin en gelişmiş yerleşim yerlerinden biriydi. Aynı zamanda yazının da doğduğu yer olarak kabul ediliyor. Yazının ilk örnekleri, resmi işlerin takibi için kullanılmaya başlanmıştı. Yani edebiyat ya da sanat değil, tamamen pratik sebeplerle ortaya çıktı.
Uruk’ta yaşayan Kushim isimli kişi, bir tür muhasebeci ya da kayıt görevlisiydi
Kendisine belirli bir zaman diliminde ne kadar arpa toplandığını kayıt altına alma görevi verildi. Arpa, o dönemde son derece önemliydi; hem yiyecek olarak kullanılıyor hem de takas aracı olabiliyordu. Yani bugünkü para birimi gibi düşünülebilir.
Kushim, bu işlemi yapmak için dönemin yazı sistemi olan Proto-çivi yazısını kullandı. Bu yazı, daha sonraki çivi yazısının erken bir versiyonuydu ve sembollerden oluşuyordu. Yazısını kamıştan yapılmış bir kalemle ıslak kil tabletin üzerine kazıdı. Bu tablet daha sonra kurutularak saklandı.
Tablete yazılan metin son derece basit ve işlevseldi. Şöyleydi:
“28.086 ölçü arpa 37 ay Kuşim”
Bu üç satırlık metin, o dönem için son derece önemliydi. İlk satırda arpa miktarı, ikinci satırda bu üretimin hangi zaman dilimini kapsadığı, üçüncü satırda ise bu bilgiyi kaydeden kişinin adı yer alıyordu: Kushim.
Şimdi diyeceksiniz ki, sadece bir kayıt işinden bahsediyoruz, ne var bunda? Fakat işin büyüsü burada başlıyor. Çünkü bu küçük ve basit görünen tablet, insanlık tarihine dair çok büyük bir bilgi barındırıyor: İlk defa bir insanın adı yazılı olarak kayıt altına alınmış. Bundan önce yazılı kaynaklarda tanrıların veya kavramların adları geçiyordu, ama somut bir bireyin ismi yoktu.
Yani Kushim, bildiğimiz kadarıyla tarihte ismi yazılmış ilk insan. Ondan önce kimse bize ismini bırakamadı. O yüzden Kushim adı, tarihin sessizliğini delen ilk insan sesi olarak kabul edilebilir.
Kushim’in kendi ismini yazdığı bu kil tableti, günümüzde Paris’teki Louvre Müzesinde sergileniyor
Evet, doğru duydunuz: Mona Lisa’nın olduğu o ünlü müzede. Bu tablet, “Kushim Tableti” olarak anılıyor. Üstelik sadece bir tane de değil. Şu ana kadar üzerinde Kushim’in adı geçen 18 farklı kil tablet bulunmuş durumda. Bu da gösteriyor ki Kushim sıradan bir figür değil, dönemin önemli bürokratlarından biriymiş. Uzun yıllar boyunca aynı görevde çalışmış ve birçok üretim sürecini kayda geçirmiş.
Tabletlerde kullanılan dil, Sümerler’e ait Sümercedir. Ancak bu örnekte kullanılan yazı türü, Sümer çivi yazısının erken evresi olan Proto-çivi yazısıdır. Harf sistemi gibi değil, daha çok sembollerle çalışırdı. Her sembol bir nesneyi ya da kavramı temsil ederdi. Bu yazı türü, ilk muhasebe kayıtlarını tutmak için geliştirilmişti.
Peki bu kadar eski bir dönemde, M.Ö. 3000’lerde yaşamış bu adamın hayatı nasıldı?
Kushim’in yaşadığı yer, Mezopotamya’nın güneyinde bulunan ve bugün Irak sınırları içinde kalan Uruk kentiydi. Arkeolojik bulgulara göre, Uruk M.Ö. 3400-3000 yılları arasında gelişmiş ve büyük bir şehir haline gelmişti. Aslında Uruk, tarihçiler tarafından dünyanın ilk gerçek şehri olarak kabul edilir. Evet, daha önce Çatalhöyük ya da Jericho gibi eski yerleşimler vardı; ancak Uruk, bu yerlerin çok ötesinde, organize edilmiş yapısı ve kalabalık nüfusuyla bir şehir tanımını tam anlamıyla karşılayan ilk yerleşimdi.
O dönemde Uruk’un nüfusu yaklaşık 40.000 kişiye ulaşmıştı. Bu sayı bize bugün küçük görünse de, 5.000 yıl önce için bu, devasa bir kalabalıktı. İnsanların bu kadar büyük gruplar hâlinde bir arada yaşaması, ciddi bir organizasyon ve yönetim gerektiriyordu. Ve işte Kushim’in rolü tam da burada devreye giriyordu.
Kushim bir muhasebeciydi. Görevi, tarlalardan toplanan mahsulleri, özellikle de arpa gibi temel gıda maddelerini kayda geçirmekti
Kushim’in yaptığı iş, yaşadığı toplumun temel ihtiyaçlarını karşılamakla doğrudan ilişkiliydi. O dönemde henüz para yoktu; insanlar genellikle emeğinin karşılığını mal ile, özellikle yiyecekle alırlardı. Arpa, bu anlamda sadece bir besin değil, aynı zamanda bir değişim aracıydı. İşçilere maaş gibi arpa dağıtılırdı. Hatta Kushim’in kendisi bile hesaplarını tuttuğu arpayla maaş alıyor olabilir.
Kushim’in sosyal konumu, dönemin koşulları göz önünde bulundurulduğunda oldukça yüksek olmalıydı
Çünkü yazı henüz yeni icat edilmişti. O dönemde kullanılan yazı türü, proto-çivi yazısı olarak bilinir. Bu sembolleri okuyup yazabilen kişi sayısı çok azdı. Bu da Kushim gibi yazmayı bilen insanların toplumda elit bir konuma sahip olmasına neden oluyordu.
Muhtemelen birkaç odalı, kare planlı, kerpiçten yapılmış bir evde yaşıyordu. Ailesi olması da kuvvetle muhtemel. Günlük yaşamında, tapınaklarla ilişkili görevler üstlenmiş olabilir. Çünkü o dönemde ekonomi büyük ölçüde tapınak merkezliydi; mahsuller, iş gücü ve kaynaklar genellikle tapınaklar aracılığıyla yönetilirdi.
Kulağa garip gelebilir ama Kushim’in hayatı da, bizimki gibi sürekli değişen bir teknolojik ortamda geçiyordu
Elbette onların iPhone’u yoktu ama çömlekçi çarkının icadı, sabanın geliştirilmesi, susam yağının keşfi, dev ziggurat tapınaklarının inşası gibi yenilikler o dönemin dünyasını tamamen değiştirmişti. Bu teknolojiler, tarımdan mimariye kadar birçok alanda günlük hayatı yeniden şekillendiriyordu.
Kushim de muhtemelen bu yeniliklerle iç içeydi. Belki ziggurat inşaatında görevli işçilerin maaş kayıtlarını tuttu. Belki de saban sayesinde artan üretimi hesapladı. Kısacası, yeni icatlar onun iş yükünü artırıyor ya da işini daha da önemli hale getiriyordu.
Kushim’in hayatı, günümüzden bakıldığında çok farklı gibi görünebilir. Fakat dikkatli baktığınızda, onun yaşamında 21. yüzyılda yaşayan bizlerle kesişen pek çok nokta olduğunu görürsünüz:
O da bir işi vardı ve toplumuna katkıda bulunuyordu.
O da büyük ihtimalle emeğinin karşılığında bir şeyler kazanıyor, evini geçindiriyordu.
O da yeni teknolojilerle yüzleşiyor ve bu değişime ayak uydurmak zorundaydı.
O da eğitimi sayesinde diğerlerinden ayrışmış, daha iyi bir yaşam şansı yakalamıştı.
Ve belki o da, yoğun bir günün sonunda, bir kâse yemekle birlikte arpadan yapılmış bir bira içmenin keyfini çıkarıyordu.
İsim mi meslek mi? İnsanlık tarihinde bilinen ilk isim olan Kushim gerçekten birinin adı mıydı?
Peki, Kushim gerçekten bir kişinin adı mıydı? Yoksa bir meslek ya da unvan mı ifade ediyordu? Tarihçiler bu konuda ikiye bölünmüş durumda. Bazılarına göre Kushim, tıpkı bugün “müdür”, “sekreter”, “muhasebeci” gibi bir unvan olabilir. Yani kişiyi tanıtan bir kelime ama onun gerçek adı değil. Diğerleri ise bunun doğrudan bir insanın ismi olduğunu düşünüyor.
Aslında, bu ayrım ilk bakışta önemliymiş gibi görünse de tarihsel bağlamda çok da fark etmeyebilir. Neden mi? Çünkü eski zamanlarda insanlar çoğunlukla işleriyle tanınırlardı. Yani bir kişinin mesleği, onun adı kadar önemliydi, hatta bazen doğrudan adıydı.
Orta Çağ’da meslekler, insanların kimliklerinin ayrılmaz bir parçasıydı
Örneğin, John Smith (John Demirci) adında biri gerçekten de köyün demircisi olabilirdi. Bu ismi duyan herkes onun ne iş yaptığını da anında anlardı. Yani isim, bir tür tanıtım kartı gibiydi.
Günümüzde bu anlamlar büyük ölçüde kayboldu. Fakat teknolojiyle birlikte benzer bir alışkanlığı başka bir şekilde sürdürüyoruz.
Nasıl mı? Telefon rehberinize yeni bir kişi kaydederken, çoğunuz muhtemelen yalnızca o kişinin adını yazmakla yetinmiyorsunuzdur. Genelde ismin yanına o kişiyi nereden tanıdığınızı da eklersiniz:
“Ayşe Doktor”,
“Mehmet Elektrikçi”,
“Can (apartmandaki çocuk)” gibi.
Yani modern çağda da insanları bir unvan ya da işlevle birlikte tanımlıyoruz. İsimlerin yanı sıra bir “etiket” ekleyerek onları daha iyi hatırlıyoruz. Bu da tıpkı eski zamanlardaki gibi, kişiyi mesleğiyle tanımlama eğilimimizin hâlâ sürdüğünü gösteriyor. İnsanlık tarihinde bilinen ilk isim yazımızın sonuna geldik. Bu içerik de ilginizi çekebilir: