İnsanlığın başlangıcından beri akıllardan çıkmayan bir soru – insanlar her ne kadar mükemmeliyetten uzak bir yaradılışa sahip canlılar olsalar da özlerinde iyi huylu, mantıklı ve merhametli midirler? Yoksa, insanlar aslında içten içe kendini beğenmiş, yüzeysel ve bencil olmak için mi programlanmıştır? Bu konu hakkında kesin bir karara varmak elbette çok mümkün değil çünkü insanlar kendi aralarında da çeşitlilik gösterebiliyorlar. Ancak bilimsel araştırmalardan da yola çıkarak, insanlığın inkâr edilemez karanlık tarafları olduğunu görebiliriz. Nörobilimci Christian Jarett, çeşitli bilimsel araştırmalardan yola çıkarak insan doğasının karanlık yönleri hakkında elde edilen 10 çıkarımı kanıtlarıyla birlikte derlemiş. Bakalım bu çıkarımlar nelermiş?
1. “Azınlıkları ve korunmasız insanları kendimizden aşağı görüyoruz”
Bu ötekileştirmeye çarpıcı bir örnek, bir grup öğrencinin beyin faaliyetlerinin incelendiği bir beyin taraması çalışmasından geliyor. Bu öğrencilere, evsizlerin ve uyuşturucu bağımlılarının fotoğrafları gösteriliyor. Ardından, daha yüksek statülü olduğu belli olan insanların fotoğrafları gösteriliyor. Beynimizde insanlar hakkında düşünürken gerçekleşen sinirsel aktivite, öğrencilerde yüksek statülü insanların fotoğraflarını gördüklerinde evsiz ve uyuşturucu bağımlılarının fotoğraflarına kıyasla daha yoğun oluyor. Kısacası öğrencilerin beyinleri, evsiz ve uyuşturucu bağımlılarını “insan” olarak görmemiş oluyor.
Başka bir araştırmaya göre Arap göçmenlere karşı olan insanlar, Arapları ve Müslümanları ortalamadan “daha az evrimleşmiş” olarak tanımlıyorlar. Gençlerin, yaşlıları ötekileştirdiği bulguların yanı sıra hem erkeklerin hem de kadınların, sarhoş kadınları kendilerinden daha aşağıda gördüklerinin kanıtlandığı araştırmalar da literatürde yer alıyor. İnsanları ötekileştirmeye olan yönelim, 5 yaşından itibaren başlayabiliyor.
2. “Başkalarının çektiği acıdan zevk alıyoruz”
Başkalarının çektiği acıdan zevk almak fikrine tekabül eden Almanca bir kelime var: Schadenfreude… 2013 yılında gerçekleştirilen bir araştırmaya göre, başkalarının sıkıntılı durumlarından zevk almaya 4 yaşından itibaren başlayabiliyoruz. Bu inanç, eğer çocuk karşısındaki insanın, sıkıntılı durumda olmayı hak ettiğine inanıyorsa, ileride bu inanç daha da artıyor. Yakın zamanda yapılan bir başka araştırmaya göre, 4 ila 6 yaşlarında çocuklara bir miktar para veriliyor ve çocuklara bir seçim sunuluyor: “Parayı ya anti sosyal bir kuklaya vurulmasını izlemek için harcayacaksın ya da verilen parayla kendine sticker alacaksın.” 6 yaşlarındaki çocuklar genellikle paralarını şiddet içeren bu “cezalandırma” aktivitesini izlemek için harcamayı tercih ediyorlar.
3. “İlahi adalet”e inandığımız için ezilen ve haksızlığa uğrayan insanların kaderlerini hak ettiklerini düşünüyoruz
Bu ön yargı içeren düşüncelerin kötü sonuçları, ilk olarak 1966 yılında Amerikan psikologlar Melvin Lerner ve Carolyn Simmons’un yaptığı ve şimdilerde bir klasik olarak kabul edilen bir deneyde gözlemlenmişti. Bu deneyde bir kadın deneğe sorular yöneltiliyordu ve verdiği her hatalı cevap sonucunda deneğe elektroşok uygulanıyordu. Bu süreci izleyen 72 kadın öğrenci, deneğin tekrar acı çekeceğini görecekleri söylendiğinde, deneği daha az sevilesi ve hatta antipatik bulduklarını söylemişlerdi. Aynı zamanda, deneğin çektiği bu acıyı azaltabilme konusunda kendilerini güçsüz ve yetersiz hissettiklerini de belirtmişlerdi.
Bu deneyden yapılan çıkarım, insanlar, karşısındakinin çektiği zorlukları hak ettiğine inandıkları zaman onlara yardım eli uzatmaya daha az meyilli oluyorlar. Bunun öncelikli kaynağı, bilinçaltımızın adil bir dünyada yaşadığımız fikrine inanmak istemesi… Eğer “ilahi adalet” görevini layığıyla yerine getiriyorsa, bizim elimizden ne gelir ki? Daha yeni psikolojik deneyler göz önünde bulundurulduğunda; fakirlerin, tecavüz mağdurlarının ve AIDS hastalarının yaşadıklarının kendi suçları olduğuna inanan çoğu insanın hâlâ var olduğunu görebiliyoruz.
4. “İnsanlar, dünyaya at gözlüğüyle bakmaya meyilli, fazlasıyla dogmatik canlılardır”
Eğer insanlar rasyonel ve açık görüşlü canlılar olsalardı, doğruluğu kanıtlanmış bilgiler sunarak onların yanlış inançlarını düzeltmek mümkün olabilirdi. Ancak 1979’da yapılan ünlü bir araştırmaya göre, bir şeye körü körüne inanan insanlar, kendi bakış açılarının yanlış olduğunu gösteren her türlü delili görmezden gelmeye genellikle daha yatkın oluyorlar. Bunun sebebi de inançlarımızla çelişen gerçekleri kendi özbenliğimize karşı savrulan tehditler olarak görüyoruz. Kendimize bir konuda aşırı güvendiğimiz ve fikirlerimizin başkalarının fikirlerinden daha üstün olduğuna aşırı derecede inandığımız zaman, yeni bilgiler edinerek ufkumuzu genişletmeye daha kapalı bir hale geliyoruz.
5. “Düşüncelerimizle bir süre baş başa kalmak yerine, kendimize elektroşok uygulamayı yeğliyoruz”
2014 senesinde gerçekleştirilen ve oldukça tartışmaya yol açan bir psikolojik deneyde, erkek ve kadın katılımcıların düşünceleriyle baş başa kalabilme süreleri ölçüldü. Erkek katılımcıların yüzde 67’si, kadın katılımcıların da yüzde 25’i 15 dakika boyunca hiçbir şey yapmadan düşünmek yerine kendilerini elektroşoka maruz bırakmayı seçti.
6. “Yüzeyseliz ve kendimize fazla güveniyoruz”
Lake Wobegon Etkisi ismi verilen psikolojik bulgular insanların kendi kişisel özelliklerini, kabiliyetlerini, dış görünüşlerini ve zekâlarını aslında olduğundan daha iyi/üst seviyede gördüklerine işaret ediyor. İnsanların aslında kibirli canlılar olduğunu gösteren Lake Wobegon Etkisi, ismini “tüm kadınların güçlü, tüm erkeklerin yakışıklı ve bütün çocukların da ortalamanın üzerinde” olduğu Lake Wobegon isimli hayali kasabadan alıyor.
Başka bir psikolojik bulgular kümesi de Dunning-Kruger Etkisi… Dunning-Kruger Etkisi, az bilgiye veya yeteneğe sahip olan insanların onlardan daha fazla bilgiye ve yeteneğe sahip olan insanlara göre, kendilerine daha fazla güvenmeleri durumudur. “Üstünlük yanılsaması” olarak da bilinen bu kavram, en fazla da etik değerler ve kişisel adalet inancımızda kendini gösteriyor. Hatta bir araştırmaya göre, mahkûmlar bile kendilerini ortalama bir insandan “daha iyi kalpli, güvenilir ve dürüst” olarak görüyormuş.
7. “Ahlaki konularda ikiyüzlüyüz”
Araştırmalara göre başkalarının ahlaki değerlere uyumsuzluğu hakkında aşırı tepki veren insanlar, genellikle kendileri de suçlu olan ama kendi suçlarını o kadar kolay kabullenmeyen kişiler oluyormuş. Bir araştırmaya göre katılımcılardan bencilce bir davranışı değerlendirmeleri istenmiş. Bu davranışı kendileri yaptığı zaman, başkalarının yapmasından “daha adil” olarak değerlendirmişler.
Buna benzer olarak, aktör ve gözlemci asimetrisi ismi verilen bulgular kümesi, başkalarının kötü davranışlarını onların karakteriyle ilişkilendirdiğimizi ancak kendimiz aynı şekilde davrandığımızda da bunu içinde bulunduğumuz duruma ve şartlara bağladığımızı gösteriyor. Mesela eşimiz bizi aldattığı zaman bunu “özünde yalancı veya sahtekâr biri” olduğu için yaptığını düşünebiliriz. Ancak biz eşimizi aldattığımız zaman, bunun genellikle bir açıklaması vardır: Belki de eşimiz bize uzun süredir mesafeli davranıyordur, belki de tekrar sevilmek istemişizdir ve içinde bulunduğumuz bu durum bizi bu davranışa itmiştir… gibi.
Bu gibi araştırmalar, ahlaki konulardaki çifte standartlarımızı gözler önüne seriyor. Başka bir araştırmada katılımcılardan, kötü bir davranışı yabancıların sergilemesi durumunu ve aynı davranışı aile fertleri veya arkadaşlarının sergilemesi durumunu kıyaslamaları istenmiş. Katılımcılar, bu kötü davranışı yabancılar sergilediği zaman daha sert bir şekilde yargılayıcı olmuşlar ancak iş aile ve akrabalarına gelince, biraz daha yumuşak davranmayı seçmişler.
8. “Hepimiz potansiyel ‘troll’leriz”
Kendini saçma sapan bir Twitter kavgasının ortasında bulmuş herhangi biri, sosyal medyanın insanların en karanlık yönlerini ortaya çıkardığına şahitlik edebilir. Sosyal medyada anonim olmanın verdiği rahatlık, bu platformlarda kaba ve kötü davranışlarda bulunma yatkınlığımızı maalesef ki artırıyor. Geçtiğimiz yıl yayımlanan bir araştırma, kötü bir ruh halinde olan veya daha önceden başkaları tarafından siber zorbalığa uğramış bir insanın kendisinin de troll’lük yapma potansiyelinin arttığını gösteriyor. Bir gönderinin altına kötü birkaç yorum geldikten sonra, o gönderinin altında normale oranla daha fazla kötü yorumun birikmesinin muhtemel olduğu da çeşitli araştırmalarda görülmüş.
9. “Genellikle psikopatik eğilimleri olan etkisiz liderleri destekliyoruz”
Amerikalı kişilik psikoloğu Dan McAdams geçen günlerde ABD Başkanı Donald Trump’ın açık saldırganlığının ve hakaretlerinin “ilkel bir çekiciliğe” sahip olduğunu ve “kışkırtıcı tweet’lerinin” bir alfa erkek şempanzenin “karşısındakilerin gözünü korkutmak için” sergilediği davranışlara eşdeğer olduğu sonucuna varmış. Araştırmalara göre, liderlerde psikopatik eğilimler olduğuna işaret eden bulgular ortalamadan daha fazla. New York’taki finansal liderler arasında yapılan bir araştırma, bu kişilerin psikopatik eğilimler konusunda daha yüksek skorlar elde ettiklerini ancak duygusal zekâlarının da ortalamadan daha düşük olduğunu gösteriyor.
10. “Karanlık tarafları olan insanları çekici buluyoruz”
Erkekler ve kadınların, en azından kısa vadede “karanlık üçlü”nün (narsisizm, psikopati ve Machiavelizm) özelliklerini sergileyen insanları fiziksel olarak daha çekici bulduğu bazı araştırmalarda kanıtlandı. Kadınlar arasında yapılan bir araştırmaya göre; bir erkeğin fiziksel çekiciliği o kişi bencil, çıkarcı ve düşüncesiz olarak nitelendirildiği zaman kadınlar için artıyor. 2016 yılında yapılan bir araştırmaya göre, narsist eğilim taşıyan erkeklerin suratlarını daha çekici bulan kadınlar, daha fazla çocuk yapmaya yatkın oluyorlar.
*Bu yazıda bahsedilen araştırmalar hakkında daha fazla bilgi edinmek istiyorsanız, araştırmaların detaylı açıklamalarına aşağıda yer alan kaynaktaki linklerden ulaşabilirsiniz.
Kaynak: 1