Cumhuriyet tarihimizin ilk nesli, ki buna Atatürk ve yol arkadaşları da diyebiliriz, araştırdıkça daha da hayrete düşüren atılımların sahibi bir nesildir. Uygarlığın gelişimi noktasında sayısız ilkin gerçekleştiği bu devre bize bugün de ışık tutacak kadar hikayeye sahiptir. İlk kadın heykeltıraşımız Sabiha Bengütaş, dil ve tarih kurumlarımız, kadına seçme ve seçilme hakkı bu döneme dair sayabileceğimiz ilklerden birkaçıdır. İçeriğimize konu olan ve yine ilk olma vasfını taşıyan Özsoy operasıdır.
Atatürk’ün sanata ve sanatçıya duyduğu hürmet hem sözlerinde hem eylemlerinde aşikârdır. Dans, müzik, edebiyat gibi sahalara olan ilgisi de malumdur. Bunu örneklemek açısından, konuya başlamadan önce Atatürk’ün opera hakkındaki fikirlerini de bir anıyla hatırlayalım: 27 Ekim 1913’te Binbaşı Atatürk Sofya askerî ataşeliğine atanır. Burada askerî ortamlarda bulunmasının yanı sıra sanat çevrelerine de giren Gazi Paşa meşhur Sofya Operası’nı görür ve kendisine refakat eden Şakir Zümre Bey’e şöyle der: “Adamların Balkan Savaşı’nı niye kazandıklarını şimdi anladım.” Operayı, askerî galibiyet konusunda bir ihtiyaç olarak değerlendirmesi sanata verdiği değeri de gözler önüne serer. Bu girizgahtan sonra konumuzu anlatmaya koyulabiliriz. İlk Türk operası olan Özsoy Operası 1933’te İran Şahı Türkiye’yi ziyarete geldiğinde sahnelenir. Bu hem sanat sahasında bir ilkin gerçekleşmesi hem de İran’la dostluk bağımızı güçlendirme çabamız anlamına gelir. Paşa’nın yüzlerde tebessüm ettirecek bir anısını da aktararak olayı anlatmaya başlayalım.
1925 – 1941 yılları arasında İran Şahı olan Rıza Pehlevi, Atatürk Türkiyesi’nde gerçekleştirilen inkılapların hayranıdır
Genç Cumhuriyet’i kendisine rol model alan Şah, İran’da Batılılaşma yolunda köklü değişikliklere gider
Şahın ayrıca çok büyük bir Mustafa Kemal sevgisi vardır ve bu dönem Türkiye – İran ilişkilerinin en parlak dönemlerinden de biri olarak bilinir
Rıza Pehlevi’nin 1934’te yaptığı Türkiye ziyaretiyse hem bir ilke hem de iki ülke arasındaki dostluğun pekişmesine vesile olur
16 Haziran 1934’te Ankara’ya gelen Şah’ı, Atatürk bizzat kendisi tren istasyonunda karşılar
Atatürk hem operaya hem de Türkiye – İran arasındaki ilişkilere verdiği önem gereği, Şah’ın geleceği kesinleşince bir opera bestelenmesini ister
Bu vesileyle ilk Türk operası olan “Özsoy”, Ahmet Adnan Saygun tarafından iki ay gibi kısa bir sürede bestelenir
Librettosu da Münir Hayri Egeli tarafından yazılan opera üç perdelik ve dramatik bir türde bestelenir
Özsoy operasının konusuysa İran Edebiyatının büyük Fars şairi Firdevsi’nin meşhur Şehname eserine dayalıdır. Operanın konusunu ise bizzat Atatürk belirler
Şehname, İran’ın millî destanı olarak kabul edilir. Dünya klasikleri arasında nadide bir yeri olan eser İran’ın kahramanlıkla dolu öykülerini, hükümdarlarını, üstün başarılarını anlatır. Atatürk’ün beste için seçtiği konu üzerine, eseri besteleyen Ahmet Adnan Saygun şunları aktarır:
“Öyle sanıyorum ki iki düşünce onu bu arzuya itmiştir. O sıralarda kendisinin İran ile yakınlaşmayı, iki devlet arasında sağlam bir dostluk kurulmasını istediği anlaşılıyordu. Biri çoğunlukla Sünni, öteki çoğunlukla Şiî mezhebine bağlı bu iki devlet, yüzyıllar boyu düşmanca bir komşuluğu sürdüregelmişlerdi. Atatürk, işte bazen açık bazen kapalı olan bu düşmanlığı dostluğa çevirmek, bunun için de din ve mezhep konularını bir yana itip, iki milletin öz kardeşler oldukları fikrini, bir İran efsanesine dayanarak ileri sürme düşüncesine kendini kaptırmış olmalıdır.
Atatürk böyle bir fikri, Şah ile karşılıklı söyledikleri nutuklar sırasında da ortaya atabilirdi. Fakat sahnenin hareketinden ve musikinin gücünden yararlanarak, bu fikri bir sanat havası içinde işlemenin, heyecanla beslenen duygular üzerinde büyük etkisi olacağını düşünmüş olmalıydı. Nitekim 19 Haziran 1934 tarihinde Ankara Halk Evi’nde yer almış olan ilk temsilin hemen ardından iki devlet başkanı Dışişleri Bakanlığına giderek orada Türk – İran dostluğunun temellerini atmışlardır. İkinci düşünceye gelince; Atatürk herhalde yine bu Türk – İran dostluğu bakımından Şah’a büyük bir itibar göstermek ve onu mümkün olduğu kadar etkilemek istemiş olsa gerektir. Nitekim Şah’a elbette Türkiye’nin şehirlerini, o zaman var olan bir iki fabrikasını gösterebilecekti, fakat bütün bunlar İran’da da vardı veya olabilirdi. Ama bir musikili sahne eseri Şah için yepyeni bir şey olacaktı. Gerçekte bu, kendisi için de yepyeni bir şeydi.”
Operanın bestelenme çalışmaları sırasında provalara da katılan Atatürk söylenene göre her provanın ardından sanatçıları alkışlar ve “Okay! Okay!” diyerek memnuniyetini belirtir
Araştırmacı – yazar İlknur Güntürkün bu “Okay” kelimesiyle ilgili şunları aktarır: Provadaki sanatçılardan biri bir cesaretle Atatürk’e sanat bilgisinin fevkalade olduğunu, ancak İngilizcesinin çok iyi olmadığını söyler. Paşa bunun nedenini sorunca da sanatçı “Okay değil, okey.” diyerek Atatürk’ün yanlış telaffuzda bulunduğunu belirtir. Atatürk de gülümseyerek şöyle der: “Okay öz Türkçe bir kelimedir. Okun yaydan çıktığı ve hedefi vurduğu anı anlatır. Sizin yaptığınız iş de hedefi tam on ikiden vurmaktadır.”
Şah’ın Ankara’ya gelişinin üçüncü günü, 19 Haziran 1934’te sunulan Özsoy Operası’nı Atatürk’le Şah beraber izler
İlk Türk operamız Özsoy böylece sergilenir ve sahnede ilk Türk kadın opera sanatçımız Semiha Berksoy da vardır
Berksoy’un bu konuda söylediklerini de verelim. Yalnız bir hususa dikkat çekmek gerekir ki Semiha Hanım eserin librettosunu Atatürk’ün yazdığı ifade eder. Oysa yaygın bilineniyse bunu Münir Hayri Egeli’nin kaleme aldığıdır. Semiha Hanım’ın aktardıkları şöyle: “Atatürk’ün emriyle Adnan Saygun’un bestelediği ilk Türk operası Özsoy’un solistiydim. Bu büyük bir olaydı. Librettosunu Atatürk’ün yazdığı ve o sıralar Paris’ten yeni dönmüş olan Adnan Saygun’a bestelettiği operayı 19 Haziran 1934 Salı günü saat 16.30’da Ankara Halkevi’nde oynadık. İran Şehinşahı Pehlevi’nin ziyareti sırasında, Atatürk’ün sayesinde Türkiye’nin ilk operası sahnelenmiş oldu. Atatürk üç gün önce de provayı izlemiş ve bizleri dinleyerek seslerimizi imtihan etmişti. Bu olay, Türk müzik hayatında bir devrimdir. Adnan Saygun da bu devrimin parçası oldu. Çok çalışkan bir insandı. İstidatlı, ihtiraslı ve gayretliydi.’’