Bugün hepimiz cebimizde küçük birer profesyonel fotoğraf makinesi taşıyoruz. Sabah kahvemizi çekerken, tatilde denize karşı poz verirken ya da kedimizin o bir saniyelik şapşallığını ölümsüzleştirirken… Bunların hepsini tek dokunuşla yapıyoruz. Hem de saniyeler içinde! Ama bu teknolojik lükse o kadar alıştık ki, modern fotoğrafçılığın bize sağladığı kolaylıkları artık pek de sorgulamıyoruz. Oysa bundan sadece 20 yıl önce işler epey farklıydı. Mesela ilk iPhone’un arkasındaki kamerayı hatırlayan var mı? Sadece 2 megapikseldi! Evet, yanlış duymadınız. Bugünkü telefonlarla karşılaştırıldığında neredeyse bir tost makinesiyle fotoğraf çekmek gibiydi. Şimdi ise, neredeyse profesyonel seviyede sonuçlar veren, 48 megapiksel ya da daha fazlasını sunan çoklu lensli canavar telefonlar var elimizde. Her biri adeta cebimizde taşınan birer stüdyo gibi! Peki fotoğrafçılık daha doğrusu fotografik işlemler nasıl başladı? Bunun için 1829 yılına bir yolculuğa çıkmamız gerek. İşte tarihin ilk başarılı fotoğrafik işlemi Daguerreotype (Dagerreyotipi)!
Bugün bir selfie çekmek sadece saniyeler sürüyor ama 200 yıl öncesinde işler biraz daha karmaşıktı!
O dönemlerde insanlar, “bir anı yakalayabilir miyiz?”, “görüntüyü kalıcı hale getirebilir miyiz?” sorularını soruyordu. Bilimle, sanatla ve bolca sabırla uğraşan mucitler, günümüz kameralarının atası sayılabilecek sistemler üzerinde kafa patlatıyorlardı.
İşte o yıllarda sahneye Joseph Nicéphore Niépce isimli bir mucit çıktı. Bu Fransız dahi, 1826 yılında adeta tarihe adını kazıdı. Kalay bir plaka üzerine Judea bitümü (bildiğiniz asfaltın özel bir türü) kullanarak ilk kalıcı fotoğrafı çekti
Adı “heliografi” olan bu yöntem, pozlama için saaatleeer boyunca Güneş ışığına ihtiyaç duyuyordu. Düşünün: Bir kare fotoğraf için 8 saate kadar beklemek gerek! O yüzden yaygınlaşması biraz zordu haliyle. Ama Niépce, yalnız değildi.
1829’da Louis-Jacques-Mandé Daguerre adlı hem sanatçı hem bilim insanı olan biriyle iş birliği yaptı. İkili, heliografiyi geliştirmek için kolları sıvadı. “Nasıl daha kısa sürede pozlama yaparız?”, “Görüntüyü daha net nasıl elde ederiz?” gibi soruların peşine düştüler.
Ne yazık ki Niépce 1833’te vefat etti, ama Daguerre bu çalışmayı tek başına sürdürdü. Ve sonunda 1839’da tarihe geçen bir buluşa imza attı: Dagerreyotipi (Daguerreotype).
Daguerreotype tekniğinden modern makinelerin kolaylığı yoktu elbette. Ama zamanının teknolojisine göre adeta bir devrimdi. Şimdi adım adım neler olduğuna bakalım👇
Bakır levha zemin: İlk iş olarak, bir bakır levha alınıyor ve üstü incecik bir gümüş tabakasıyla kaplanıyordu. Sonra bu levha, adeta ayna gibi parlayana kadar cilalanıyordu. Şaka değil, bu parlatma işi titizlik istiyordu!
Işıkla dans başlıyor: Gümüşle kaplanmış levha, iyot buharının içine yerleştirilerek ışığa duyarlı hale getiriliyordu. Bu işlemle levha, ışığı “hissedebilecek” bir yüzeye dönüşüyordu.
Kamera aksiyon: Hassaslaştırılmış levha, büyükçe bir kameranın içine konuluyor ve pozlamaya geçiliyordu. Başlarda bu süre 15 dakika kadar sürebiliyordu. Modelin “hareketsiz kal” emrine uyması gerekiyordu, yoksa görüntü bulanık çıkıyordu!
Cıva buharı: Fotoğraf görünmüyor, çünkü henüz “gizli”. İşte o gizli görüntüyü ortaya çıkarmak için levha, ısıtılmış cıva buharına maruz bırakılıyordu.
Görüntüyü sabitleme: Görüntü artık görünüyor ama hâlâ uçucu. O yüzden levha, bir tuz çözeltisi ile yıkanarak sabitleniyordu. Bu aşamadan sonra artık görüntü kalıcıydı.
Final dokunuş: Son aşamada, fotoğraf camın altına yerleştirilerek dış etkilerden korunuyordu. Böylece ilk nesil portreler, manzaralar ve anılar ölümsüzleşmiş oluyordu.
Bu fotoğraf çekme yöntemi öyle büyük bir heyecan yarattı ki, Fransa hükümeti işi büyüttü. 1839’da bu sistemi “tüm dünyaya ücretsiz” sundular. O gün, fotoğrafçılık tarihi için bir milat oldu
Amerika’da ise adeta bir çılgınlık başladı! Özellikle New York’ta daguerreotype stüdyoları mantar gibi çoğaldı. 1850’lere gelindiğinde sadece bu şehirde 70’in üzerinde stüdyo vardı. Düşünsenize, herkes en güzel pozunu verip o metal plakaların üstüne tarih yazdırıyordu.
Asya’dan Avrupa’ya, hatta Güney Amerika’ya kadar dünyanın dört bir yanında dagerreyotipi modası esmeye başladı. Evet, işlem karmaşıktı. Evet, kırılgandı. Ama sonuç? İnanılmaz net ve detaylı görüntüler.
Daguerreotype 1840’lar ve 1850’ler boyunca oldukça popülerdi, ancak daha sonra alternatif yöntemlerin ortaya çıkması, fotoğrafik sürecin daha da geliştirilebileceğini kanıtladı
1850’lerde araya iki güçlü rakip giriyor: Ambrotip ve kalay tip (ya da tintype). Bunlar, daguerreotype tekniğiin adeta daha hızlı ve daha ekonomik kuzenleri gibi. Düşünsenize, hem daha ucuzlar hem de pozlama süresi çok daha kısa. Yani, “Donuk bakışlarla dakikalarca poz vermek” dönemi tarihe karışıyor. Fotoğraf çektirmek artık hem daha kolay hem de daha ulaşılabilir!
1851’de ise sahneye yeni bir kahraman çıkıyor: Islak Kolodyon İşlemi
Bu işlem, fotoğrafçılığın Harry Potter’ı gibi… Yaratıcısı ise Frederick Scott Archer. Bu beyefendi, cam negatifler üreterek aynı kareden birden fazla baskı alınmasını mümkün hale getiriyor. Yani tek bir pozla, aileye, arkadaşlara, hatta komşulara bile fotoğraf hediye edebiliyorsunuz. Ne büyük olay!
Bu sistem, daha önce William Henry Fox Talbot’un bulduğu kalotip yöntemine benzetiliyor ama Archer’ın yöntemi çok daha pratik ve etkili. Dagerreyotipin en büyük sorunu da burada ortaya çıkıyor: Tek seferlik olması. Her dagerreyotip fotoğraf, biricik. Yani çoğaltılamıyor. Kopyasını alayım deseniz, maalesef “yok öyle bir şey.”
1854’te Fransa’dan gelen bir yenilik, fotoğraf dünyasında devrim yaratıyor: Carte-de-visite
İsmi havalı, kendisi pratik. Kart boyutunda minik bir fotoğraf düşünün, genelde kolodyon yöntemiyle hazırlanıyor ve herkesin cebine girebilecek kadar küçük. Ucuz, ulaşılabilir ve tabii ki yayılabilir. Daguerreotype için bu tam anlamıyla bir “game over” anıydı.
1888’de bir dönüm noktasına geliyoruz. George Eastman, Kodak isimli ilk başarılı rulo filmli kamerayı piyasaya sürüyor
Kodak, sadece bir kamera değil; aynı zamanda bir yaşam tarzı, bir devrim! Eastman’ın zekice yaptığı pazarlama kampanyaları sayesinde artık herkes “Siz düğmeye basın, gerisini biz hallederiz” diyerek fotoğraf çekebiliyor.
Kodak kameraları öyle popüler oluyor ki, 20. yüzyıl ortalarına kadar adeta piyasayı domine ediyor. Ve o dönemden bugüne gelirken, şimdi cebimizdeki telefonlarla saniyeler içinde HD fotoğraflar çekebiliyoruz. Evet, bir zamanlar cam levhalarla uğraşan insanlar şimdi filtreli selfieler atıyor.