İlhan Berk, İkinci Yeni’nin öne çıkan bir şairi olarak Türk şiirinin özgün sanatkârlarından biridir. O her şeyden evvel bir şair, kendi deyimiyle “lirik ve görsel” bir şair. Şiirde büyük bir üretkenliğe giden ve her ürününde de kalitesini sürdüren Berk, elinin altındaki konular olsun, uzanıp ulaşması gereken konular olsun her şeyi şiire dönüştürmüş bir usta. Sırf içeriği mi onu özel kılan? O, şiirde yeni teknik ve yöntemler de deneyerek devinimini sürdürmeyi bilir. Şiiri sürekli bir yenilik halinde olan Berk, bize aynı derece önemli olan ama daha az bilinen düzyazılar da bırakır. Günlük, hatıra, deneme türlerinde verdiği eserlerden birkaçı şunlardır: Şairin Toprağı, Ben İlhan Berk’in Defteriyim, Şifalı Otlar Kitabı… İlhan Berk’in gündelik konulardan kültür sanata, coğrafyadan tarihe, zoolojiden biyolojiye değin anlattıkları onun kapsamlı bir anlatıcı olmasının da doğal sebebidir. Haydi bize her şeyi anlatan şu güzelim öğretmenin nesirlerine kulak verelim!
1. Yazmak ve yaşamak
“Nedir yaşamak? Yaşamak benim için dünyayı algılamak, kavramak, bulgulamak, ona bir anlam vermektir. (…) Neler var bu yeryüzünde, dedim. Gördüm ki evler, sokaklar, insanlar, çarşılar, dükkânlar, ağaçlar, ovalar, sular, gök, hep gök ve insanlardı yeryüzü. Büyük bir kitap gibiydi daha çok. (…) Böyle gittim geldim ben de o kitapla. Ne zamana kadar? Yazmaya başlayıncaya değin. Ama yazmaya başlayınca iş değişti, yazmaya başlayınca değiştim. Evler, sokaklar, insanlar hep vardı yine; ama ben evleri, sokakları, insanları bir başka görmeye başladım. İşte bu zaman yazmakla yaşamak birleşti bende. İkisini birbirinden ayıramaz oldum. Daha da önemlisi yazmak, yaşamın yerini aldı. Yazmadan yaşamak diye bir şeyi anlamaz oldum. Artık bir suya, bir eve, bir sokağa, insanlara yazmak için, bir onun için bakar oldum. Bir yaprağı bunun için elime alıyordum, bir sokaktan geçerken, bir kadına, bir adama, bir kuşa, gökyüzüne bakarken, hep yazmak için bakıyordum. Yaşamımın artık başka bir anlamı yoktu, her şey ama her şey yazılmak içindi.”
2. “Kendim”
“Deniz boyu yürüdüm, sonra da dağlara vurdum. Bir cırcırböceğinin sesini dinledim. Doğanın ortasında buldum böyle kendimi. Dağların, yamaçların, ağaçların, suların sessizliğine şaştım. Bu varoluşu doğruladım istemeyerek. Sonra her şey kımıldadı. İlkin karıncalar çıktı, devinimin kendisi gibiydiler. Bir Süleymancık taşın arasından başını çıkardı, beni gördü, çekildi. Kendime geldim böyle. Ama doğaya karışamadım. Bir yosun, bir ot, bir deniz parçası olamadım. Çaresiz, onlara baktım, durdum. Bu da beni gönendirmedi. Kendimden gene: Her yere götürdüğüm kendim.”
3. Her şeyi yazmak
“Dünyada gördüğüm, ilgimi çeken her şeyi yazmak istiyorum. Özellikle de bir kıyıya atılmış, bir şey olanlarla, bir şey olmayanları uykularından uyandırmak, kaldırmak, dünyada olduklarını duyurmak istiyorum. Dünyada anlamsız bir şey yoktur. Her şey anlam yüklüdür. Dünya dediğimiz böyle bir yerdir. Bu bilinsin diyorum. (…) Ben çamura, çamur diye bakmam; her şeye bir anlam verdiğim gibi, ona da bir anlam veririm. Onu dünyamızın bir kulu gibi görürüm. Çöpe, boka da öyle bakarım.”
4. Karıncalar
“Bir karınca yuvasından bir başına çıktı. Bir taşın üstüne çıkıp durdu. Güneşleniyor. Yalnız. Karıncalar bir başlarına yaşamazlar, yalnızlığı bilmezler diye düşünürdüm hep. Değilmiş! Bir karınca da tek başına yaşamaya özlem duyabiliyor.”
5. “Tavanım gökyüzüdür”
“Evde en çok sevdiğim yer, evin iç avlusudur. Hiçbir şey görünmez oradan, ama tavanım gökyüzüdür. Yerimden kımıldasam denizi görürüm, ama ben onu görmem. Denizi ancak içindeyken severim, bakmam ona. Bir yaprağı, bir taş parçasını, bir su birikintisini rahatça yeğleyebilirim ona. Aslında kendini tanımak için yazar, her yazar. Kendi tarihini, kendi coğrafyasını, kurmak için. Bunun için seçtiğim yerler, beni yansıttıkları ölçüde vardır. Benim coğrafyamdır onlar. Burada (Halikarnassos’ta), kentin dışında Yokuşbaşı’nda bir köy kahvesi vardır, köylüler, orman koruyucuları, bekçilerdir müşterileri. Oraya giderim, orada kendimden çıkmış gibi olurum.”
6. Resim ve şiir
“Klee, soyut resmin Picasso’dan sonra biricik büyük ustası galiba. Picasso gibi bir ressam yaşarken, onu hâlâ soyut resmin ustalarından biri gibi görmek belki güç bir şey, ama Klee’nin böyle bir yönü var işte. Klee, o köylünün dediğini yapıyor: Olmayanı. Sarı Kuşlu Manzara’sı böyle bir resim. Sonra Ad Marginem, Garip Bahçe, Vahşi Adam. Öteki resimleri tüm bilmediğimiz biçimlerin resimleri hep. (…) Resimlerden yıllardır duygulanırım. Şimdi Klee’nin bana yaptığı bir bakıma bu. Klee beni coşturuyor. Duvardaki o resmi büyük bir şiire doğru götürüyor beni. Adını buldum bile Klee’de Uyanmak. Belki sonra mısra şöyle olacak: A’lar, U’lar, V’lerle olmak, Paul Klee’de Uyanmak”
7. Şiirde düşüncenin yeri
“Şairleri ikiye ayırmalı: Düşünceleri olan şairler, düşünceleri olmayan şairler diye. Mehmet Akif, Yahya Kemal, Nâzım Hikmet, Necip Fazıl, Aragon düşünceleri olan şairlerdir. İkinciler için de Baki, Şeyh Galip, Ahmet Haşim, Nerval, Mallarmé, Verla