Voltaire der ki; “Belki de rastlantı dediğimiz şey; belirli bir şeyin bilinmeyen nedenidir…” Hayatta tesadüfe yer yoktur diye de bir laf var nitekim. Hatta belki sihir dediğimiz şeyler de, aslında henüz açıklayamadığımız bilimsel olgulardır. Dünyaya yeterince dikkatli bakarsak, inanılmaz tesadüflerle dolu pek çok hikayeyle rastlaşırız. Bu hikayeler şaşırtıcı olduğu kadar ürkütücü de olabiliyor. Gerçek mi yoksa birer masal mı olduklarına kanaat getiremediğimiz olayların kahramanları, hayatta kaldıkları için şanslılar mı yoksa şanssızlar mı karar veremedik. Okuyup, kararı kendiniz verin.
1. Edgar Allan Poe’nun romanı gerçek olursa…
Nantucketlı Arthur Gordon Pym’in Öyküsü, şair ve hikaye yazarı Edgar Allan Poe’nun tamamlanmış tek romanı. 1838’de iki cilt halinde basılan eserde genç Arthur Gordon Pym’in Grampus isimli balina av gemisinde yaşadıkları anlatılıyor. Romanın bir bölümünde, batmış gemiden kurtulan dört kazazede, yaşamak için kura çekiyorlar ve kaybeden miço Richard Parker’ı yemeye karar veriyorlar. 46 yıl sonra; 1884’de denize açılan Mignonette adlı teknede dört kişi var. Kaptan Tom Dudley, Edwin Stephens, Edmund Brooks ve ekibin en küçüğü, 17 yaşındaki Richard Parker! Teknenin kaza geçirmesiyle sandala geçen ekip, kurtarılmayı beklemeye başlıyor. Yiyecekleri tükendiğinde, en gençleri olan Richard Parker daha fazla dayanamıyor ve tüm ikazlara rağmen deniz suyu içiyor. Aç ve susuz geçen günlerin ardından, aralarından birini feda etmeyi tartışmaya başlıyorlar. Bunun için kura önerisi getirseler de bir sonuca ulaşamıyorlar. Dudley, zaten iyice zayıf düşen ve hastalanan Parker’ı öldürmeyi teklif ediyor ve sonunda da Parker’ı bıçaklıyor. Geri kalanlar 17 gün boyunca, Parker’ın eti ve kanıyla besleniyorlar. Dudley ve Stephens, kurtarıldıktan sonra mahkemeye çıkarılıyorlar. Mahkeme ilk başta ölüm cezası veriyor ama daha sonra halk onları haklı bulunca karar altı ay hapse çevriliyor. Doğadaki zor şartlar altında yasalardan çok, hayatta kalma içgüdüsüne göre hareket eden insanoğlunun yasaları ne yönde ve nasıl esnettiğini de bu hikayede görebiliriz. Genç Parker’ın durumu o kadar kötü idiyse, öldürmeden ama ölmeyi umarak biraz daha dayanabilirlerdi hiç şüphesiz…
2. Titanik’in önceden belli olan kaderi…
14 Nisan 1912’de bir buzdağına çarparak batan Titanik’in hikayesi hala en çok konuşulan trajedilerden biri. Peki batmak, Titanik’in kaderi miydi? Eski bir denizci ve yazar olan Morgan Robertson olaydan 14 yıl önce, 1898’de basılan kurgu romanı “Titan Enkazı”ında, isim benzerliği dahil, Titanik’le bire bir örtüşen bir hikaye anlatıyor. Kitapta da aynı biçimde “asla batmaz” denilen lüks bir gemi, New York’tan İngiltere’ye gidiyordu. Gemide bulunan 24 cankurtaran sandalı, olması gereken yasal sınırın altındaydı. SS Titan buzdağına çarptıktan sonra 1500 yolcusu, çığlıklar atarak buz gibi suda boğularak can veriyordu. Üç bin yolcu kapasiteli geminin üç dev pervanesi vardı. 25 deniz mili sürat yapabiliyordu. Elbette iki gemi arasında büyük farklar da var. Örneğin Titan sisli, puslu bir Nisan gecesinde buzdağına çarpıyor. Titanic kristal berraklığında bulutsuz açık bir Nisan gecesinde… Titan New York’tan İngiltere’ye giderken, Titanic İngiltere’den New York’a giderken batıyor… Titanic battıktan sonra kurtulan yolcu sayısı Titan’dan çok daha fazla. Ama bu farklar, “kehanet gibi” şaşırtıcı benzerliklerin etkisini azaltmıyor. Batarken her iki geminin orkestralarının ilahiler çalıyor olmasına kadar örtüşen tuhaf benzerlikler… Morgan Robertson; Titanik batmadan 14 yıl önce, gemiyle ve kazayla ilgili pek çok şeyi nasıl bilmişti? Hiç kimse, Robertson’ın ilginç hikayesini o yaşarken fark etmedi. Mart 1915’te ölümünden önce, kitabın fikrinin rüyasında geldiğini söylediğini biliyoruz. Robertson’ın bir başka kehaneti ise, 1914’de yazdığı “Beyond the Spectrum” adlı romanında geçiyor: ABD ile Japonya arasında çıkacak bir savaştan bahsediyor. Savaşın başlama nedeni ise Japonların San Francisco’ya yaptıkları sinsi bir baskın. Hikayede, 7 Aralık 1941’de Japonların Pearl Harbor’a yaptığı ve Amerika’yı İkinci Dünya Savaşı’na sokan baskınla örtüşen büyük benzerlikler mevcut.
3. Savaşın bir türlü yakasını bırakmadığı adam…
Amerikan İç Savaşı Wilmer McLean’in topraklarında başlamış ve oturma odasından bitmiş. Virginia milislerinde binbaşı rütbesiyle görev yapmasına karşın, Amerikan İç Savaşı başladığında 47 yaşında olan McLean, konfederasyon ordusuna katılmaktansa, savaş sırasında orduya şeker temin etmeyi seçmiş. Savaşın ilk önemli çatışması olan Bullrun Muharebesi, 1861’de McLean’in Virginia’daki evinin arkasındaki tarlada gerçekleşmiş. Hatta muharebe esnasında McLean’lerin evinin mutfağına bir top mermisi isabet etmiş. Bir yıl sonra, yine aynı yerde gerçekleşen İkinci Bullrun Muharebesi’nde 20 bin kişi ölmüş. Bu sırada McLean’in evi konfederasyon ordusunun karargahı olarak kullanılmış. Başına gelenlerden bıkan McLean, evini toprağını satıp, savaşın ulaşamayacağı kadar uzak bir yere gittiğini sanarak Appomattox County’deki eski adliye binasına taşınmış. Ama bu çabası tamamiyle beyhude: Tesadüfe bakın ki; 1865’te savaşı sonlandıran ateşkes antlaşması, General Lee ve General Grant tarafından McLean’lerin oturma odasında imzalanmış. İlginç bir diğer ayrıntı ise, antlaşmanın imzalanmasından hemen sonra, bir birlik generalinin olay mahalli olan masayı McLean’den 40 dolara satın alması. McLean’in şöyle bir sözü olduğu rivayet ediliyor: “Savaş bahçemde başladı, salonumda bitti”.
4. Bu da paratoner gibi adam…
Bir insana ömrü hayatında kaç kere yıldırım isabet edebilir? Aynı insana iki kere yıldırım düşse, tesadüf dersiniz belki ama; ya yedi kere düştüyse? Roy Sullivan’a tam yedi defa yıldırım çarpmış. Roy, Virginia’da Shenandoah Ulusal Parkı’nda korucu olarak görev yapıyormuş. Bazı bilim insanlarına göre Sullivan’ın işi gereği açık arazide dolaşması şanssızlığını tetikleyen bir unsur. Sullivan’a, 1942’de ilk defa bir gözetleme kulesindeyken yıldırım çarpmış. Bu olaydan sonra, dağdan aşağı otomobille inerken, ön bahçesindeyken, balık tutarken ve korucu kulübesinin içindeyken de… Üç sene sonra da ayak bileğinden vurmuş. Sullivan, karısına yardım ederken her ikisine birden yıldırım çarpmış sonra. Bütün bu yıldırım çarpmaları doktorlar ve parktaki sorumlular tarafından onaylanıyor. Hatta çocukken, babasına yardım ettiği sırada, orağı yüzünden yıldırım düştüğünü fakat zarar görmediğini söylemiş ama kanıtı olmadığı için hiçbir zaman bunun üzerinde durmamış. Onun yerine, dördüncü çarpılışından sonra kendini söndürmek için yanında sürekli su taşımaya ve bulutların kendisini takip ettiğini söylemeye başlamış. Sıradan bir kişiyi yedi kere yıldırım çarpma olasılığı 1/10 üzeri 10. Ama bu rakam Sullivan’ın yaşadığı yer ve meslek için geçerli değil. Virginia’da yılda 35-45 yıldırım düşüyor. 1959-2000 arası yıllarda yıldırımdan 58 kişi ölmüş ve 238 kişi yaralanmış. Aynı zaman diliminde tüm ABD’de 3239 kişi yıldırımdan ölmüş, 13,057 kişi yaralanmış. Roy Sullivan ise 1983’te 71 yaşındayken çareyi bir tabancayla intihar etmekte bulmuş görünüyor.
5. Batırılamaz kadın…
Violet Jessop, 1911’de döneminin en büyük lüks yolcu gemisi Olympic’te hosteslik ve hemşirelik yapıyor. Olympic, İngiliz savaş gemisi olan HMS Hawke’la çarpıştıktan sonra geminin kaptanı ve Violet Titanic’te görev yapmaya başlıyorlar. Violet ucuz kurtulduğu ilk kazadan kısa bir süre sonra, Titanic’in bir buzula çarparak battığı esnada da orada. Kazanın ertesi günü, Violet ve botlardaki diğer insanlar Carpathia adlı gemi tarafından kurtarıldılar. Birinci Dünya Savaşı’nda İngiliz Kızıl Haçı’nda görevine devam eden Violet, üçüncü kazasını da bu dönemde yaşıyor. 21 Kasım 1916’da Britannic adlı gemi deniz mayınına çarpıyor ve Ege Denizi’ne gömülüyor. 30 kişinin öldüğü kazada gemi batarken Violet geminin pervaneleri tarafından çekilmemek için tahliye sandalından atlıyor ancak bunu yine de engelleyemiyor. Suyun altına çekilirken kafasını sandalın alt tarafına çarpan Violet, bir şekilde suyun yüzeyine tekrar yükseliyor ve kurtuluyor. Violet sandala binerek canını kurtarıyor; ancak daha yardım gelmeden bindiği sandal da batıyor! Sonrasında bir şekilde bu felaketten de kurtulmayı başarıyor. 1971’de 83 yaşındayken kalp yetmezliğinden ölen Violet’in bu ilginç öyküsüne Titanic filminde de rastlayabiliyoruz. Arka planda Rose Dewitt Bukater’in suitini hazırlayan Lucy karakteri, gemi batmaya başladıktan sonra cankurtaran kemerini takarak İngilizce bilmeyen yolculara yapılacakları göstermesi talimatinı alıyor. Tıpkı gerçekte olduğu gibi.
6. James Dean’in lanetli arabası
James Dean’in 24 yaşındayken kaza sonucu hayatını kaybettiği Porsche markalı aracın akıbeti yıllardır büyük bir sır. 550 Spyder model araç Eylül 1955’teki kaza sonrası ‘lanetli’ olarak anılmasına yol açacak başka kazalara ve ölümlere sebep oldu ve bir yangından sonra ortadan kayboldu. 2005’te Volo Müzesi 1960’dan beri kayıp olan araçla ilgili bilgi veren kişiye 1 milyon dolarlık bir ödül verileceğini açıklamıştı. Kazadan sonra bir tamirhaneye çekilen arabanın motoru yerinden çıkıp düştü ve bir tamircinin iki bacağını birden kırdı. Arabanın motorunu satın alan doktor, motoru yarış arabasına taktırdı. Ancak kısa bir süre sonra bir yarış esnasında öldü. Aynı yarışta James Dean’in arabasının şaftının takılı olduğu bir araba da kaza yaptı ve onun sürücüsü de hayatını kaybetti. Dean’in Porsche’u tamir edilip tamirhaneden çıkartıldıktan bir süre sonra tamirhane yandı. Daha sonra Sacramento’da sergilenen araba, bulunduğu platformdan düştü ve bir çocuğa çarparak kalçasının kırılmasına neden oldu. Oregon’da arabanın taşındığı tırın römorku yerinden çıktı ve bir dükkana girdi. Son olarak 1959’da çelik destekler üzerinde duran araba, gizemli bir şekilde 11 parçaya bölündü.
7. Tatile niyet teröre kısmet…
Her yıl milyonlarca insanın yaptığı gibi İngiliz çift Jason ve Jenny Cairns-Lawrence da 2001’de tatile çıkma gafletinde bulundular. Buraya kadar her şey normal fakat tatil yeri New York’tu, tarih ise 11 Eylül. Bulundukları yer ise tam olarak Dünya Ticaret Merkezi. Güzel geçen tatilleri o an hayatlarında bir kez yaşayabilecekleri bir kabusa dönmüş. Bunun aslında bir başlangıç olduğu sonradan anlaşılmış. Çift dört sene sonra 7 Temmuz 2005’te Londra’da bulunma hatasına düştüler. O gün şehrin ulaşım sisteminde birden fazla bomba patlamıştı ve 52 kişi hayatını kaybetmişti. Lawrence çifti de o gün bomlanan alanlardan birindeydi. Üç sene sonra bir başka tatile çıktılar. Bu sefer Hindistan’daki Mumbai’ye gidelim demişler; orada da kurtulamamışlar terörden. 26 Kasım 2008’de gerçekleşen 130’dan fazla insanın öldüğü 300’den fazla yaralının olduğu ülke tarihinin en kötü terör saldırısına tanıklık etmişler. Lawrence çifti bu sefer tatili yarıda kesmemiş ve olaydan sonra dinlenmeye devam etmiş.
8. Göktaşı insana çarparsa…
Şans bu ya, Ann Hodges’a göktaşı çarptı ve ölmedi! Ann, 30 Kasım 1954’te koltuğunda uyukluyor. Tam bu esnada da bir göktaşı atmosferde dünyaya doğru yol alıyor. Dünyaya düşüşü sırasında taş üç parçaya ayrılıyor ve bu parçalardan biri Hodges’ün çatısını delerek kalçasına çarpıyor. Bu sayede Hodges, tarihe meteorit çarpan ilk kişi olarak geçiyor. Sağ kaldığını da hesaba katalım.
BONUS 1: Altın Bok Böceği
Carl Jung’un “The Structure and Dynamics of the Psyche” adlı kitabından alıntı: “Tedavi ettiğim genç bir kadın kendisine altın bir bok böceği verildiği bir rüya görmüş. Rüyasını bana anlatırken ben sırtım pencereye dönük vaziyette oturuyordum. Aniden arkamdaki pencereden hafif bir tıklama sesi gelmeye başladı. Arkamı döndüm ve cama vuran ufak böceği gördüm. Camı açtım ve içeri girer girmez böceği yakaladım. O an “Altın böceği” (Cetonia aurata) ellerimdeydi. Genelde karanlık yerlere gitme huyu olmayan bu böcek nedense o an, o karanlık odaya girme ihtiyacı duymuştu. Kabul etmeliyim ki ne ondan önce, ne de ondan sonra başıma asla böyle bir şey gelmedi ve o hastanın rüyası da benim için benzersiz bir deneyim olarak kaldı.”
BONUS 2: Benjamin Button’ın Tuhaf Hikayesi/Kaza Sahnesi
Filmdeki bu sahnede bir nevi kaderin ağlarını örmesine değinilerek, tesadüflerin kesiştiği olaylar akışında, farklı yapılan tek bir şeyin bile, bütünde her şeyin sonucuna etki ettiği çok çarpıcı biçimde anlatılıyor.
Kaynaklar: 1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9, 10, 11, 12, 13, 14, 15, 16, 17.