1914 kuşağı ressamları arasında bu gruba adını verecek kadar ön plana çıkan, Türkiye Cumhuriyeti’nin resim alanında Batı anlayışına yönelik bir sürece girmesinde önemli itici güçlerden birisi olan İbrahim Çallı bugünkü liste konuğumuz.
1. Doğduğu kasabadan gelen isim
İbrahim Çallı, 13 Temmuz 1882’de eski adı Demirciköy olan ve o yıllarda İzmir’e bağlı bulunan Çal kasabasında dünyaya gelir. Babası kasabanın ileri gelenlerinden Osman Efendidir. Çallı kasabada başladığı öğrenimine İzmir’de devam eder. Onun resimle tanışması da bu çocukluk yıllarına rastlar.
2. Kunduracıda başlayan resim aşkı
“Efendim Çal’da doğdum. İlkokulu orada okudum, bir Rum kunduracısı vardı mahallemizde, pabuçlarımı ona pençelettirirdim. Dükkanın duvarlarında ‘Köroğlu-Ayvaz’ resimleri olmasa delik ayakkabılarla sürterdim ya! İşte o resimler beni çekerdi.” Diye anlatır resimle ilk tanışmasını Çallı İbrahim.
3. Evin duvarına yapılan ilk resimler
Çevresinde resimle ilgili çok az şey olmasına rağmen çocuk yaşta başlayan resim merakı ve ilgisi onun içindeki yeteneğin ortaya çıkmasını sağlar. Çallı okuldan çıkıp eve gittiğinde hep resimleri düşünür ve evinin duvarlarına kara kalemle resimler yapmaya başlar. Yaptığı bu resimler yüzünden ailesinden hep azar işitir. Ablası sonunda onun burada herhangi bir işte başarılı olamayacağını düşünerek Çallı’ya ait olan araziyi satar ve kemerinin içine doksan beş altın koyarak onu İstanbul’a yollar.
4. Askeri okul hayaliyle başlayan İstanbul günleri
İstanbul’a giden diğer Anadolu insanları gibi, Çallı da ilk olarak hemşerilerinin olduğu semtlere gidip, kalacak yer ve sohbet edecek insanlar arar. Aslında niyeti İstanbul’da bir süre gezdikten sonra memleketine dönmektir. Çallı Metin Toker’le yaptığı bir söyleşide İstanbul’a askeri bir okula girmek isteğiyle geldiğini; ancak geldiğinde okulun kayıtlarının çoktan kapandığını anlatır.
5. Parasız kalınca ne iş olsa yapılır
İstanbul’da yapabileceği başka bir şey olmadığını düşünen Çallı, Cağaloğlu’nda bir oda tutar ve Galata’da tüm parasını çaldırıncaya kadar dertsiz tasasız yaşamaya başlar. Ama bu olaydan sonra beş parasız kalınca iş aramaya başlar. Malumat gazetesinde dağıtıcı olarak işe başlasa da parasını alamayınca işten ayrılır. Arzuhalcilik, adliyede katiplik gibi çeşitli işlerde çalışır.
6. Kapalıçarşı’da başlayan resim dersleri
Çallı, İstanbul’da yaşadığı bu zor dönemde önemli deneyimler ve sonunda yaşamını kazanabileceği bir iş bulmayı başarır. Bütün bu gelişmeler olurken çocukluk aşkı olan resme ilgisinden en ufak bir şey kaybetmez. Kendisiyle aynı handa kalan Vefa Lisesi öğrencilerinin resim dersleri aldıkları hocadan o da ders alır ve bu ustadan çok şey öğrenir. Daha sonra Kapalıçarşı’da ressam olan Roben Efendi’den de üç ay boyunca resim dersi alır
7. Şeker Ahmet Paşa ve Osman Hamdi Beyle tanışma
Bu dönemde ressam Şeker Ahmet paşanın oğlu İzzet Beyle tanışır. İzzet bey, onu babasıyla tanıştırınca Şeker Ahmet Paşa bu sanatkar ruhlu gencin yeteneğini anlamakta gecikmez ve ona Osman Hamdi Beye hitaben bir mektup verir. Böylece Çallı Şeker Ahmet Paşanın tavsiyesi sonucunda 1906 yılında Sanayi-i Nefise Mektebine (Güzel Sanatlar Akademisi) girmeyi başarır.
8. Sanayi-i Nefise’de başlayan öğrenim
İbrahim Çallı, öğrenim yılları boyunca bir yandan da adliyedeki görevini sürdürür. Onun okuduğu dönemde Sanayi-i Nefise’nin müdürlüğünü yapan Osman Hamdi Bey de resim bölümünün hocaları arasında yer almaktadır
9. Çalışkan ve dürüst bir öğrenci
Atölye arkadaşları kendilerinden yaşça büyük olan bu beli kuşaklı, köylü kılıklı genci önce yadırgarlar; fakat Çallı, sıcak kanlılığıyla hepsinin kalbini kazanır. Çallı’nın yakın arkadaşlarından Feyhaman Duran, Hikmet Onat gibi ressamlar, ondan söz açıldığında, özel yaşamında olduğu gibi, okul yaşamında da çalışkan ve dürüst olduğundan övgüyle söz ederler.
10. Altı yıllık eğitimin üç yılda bitmesi
Çallı akademide kısa sürede sivrilir ve altı yıl sürmesi gereken eğitimini üç yıl içinde tamamlamayı başarır. Okul yetkilileri artık ona öğretecek bir şeyleri kalmadığını bildirerek, bu kabiliyetli delikanlının yarışmaya katılmaksızın Avrupa’ya gönderilmesi kararını alırlar.
11. Devlet tarafından Paris’e gönderiliş
Ancak bu özel durum bazı kişilerin tepkisini çeker. Sonunda 1910 yılında Maarif Nezaretinin açtığı yarışmaya, “Çıplak Adam” ve “Hareket Ordusunun Muhafız Alayından Maksud Çavuş” isimli tablolarıyla katılır ve birinciliği kazanır. Öğrenimini tamamlamak üzere Hikmet Onat ve Ruhi Arel ile birlikte devlet tarafından Paris’e gönderilir.
12. Paris’te öğrenilen resmin tüm incelikleri
1910 ile 1914 yılları arası Paris’te öğrenimini sürdüren Çallı, diğer arkadaşları gibi bu şehirde dört yıl boyunca, Paris Güzel Sanatlar Okulunda Fernand Cormon’un atölyesinde çalışır. Kısa sürede pek çok öğrenci arasında dikkatleri üzerine çeken genç bir sanatçı olarak akademik eğitim sisteminin tüm inceliklerini öğrenir.
13. Çallı senin sicilin bozuk
1914te Birinci Dünya Savaşının başlamasıyla Çallı ve arkadaşları yurda dönmek zorunda kalırlar. Bu sıralarda Halil Ethem akademinin müdürlüğünü yapmaktadır. Çallı akademiye hoca oluşunu şöyle anlatır: “Nasıl söz edeyim, Fransa’dan dönmüştüm. Halil Hoca beni akademiye tavsiye etti; iyi talebedir, diye. Boş kadro varmış, otuz altınlık bir kadro; ama akademi müdürü ‘çapkın Çallı, senin sicilin bozuk’ diyerek sekiz altın maaş bağladı bana. Buna da şükür, ya Hilal-i Ahmer (Kızılay) menfaatine çalıştırsaydı! Atölye açmak istiyordum o sırada, Şükrü Kaya ile tanıştım. Onun bir portresini yaptım. Belki birkaç kuruş dünyalık verir diye düşündüm. ‘Ne istiyorsun?’ dedi. ‘Beş on kuruş’ dedim. Tuttu elli altın verdi.”
14. Çallı kuşağının öncüsü
Çallı, Vallaury’nin yardımcısı olarak Sanayi-i Nefise Mektebi’nde çalışırken. Müttefik Ülkelere Türk toplumunun değişen yüzünü sanat yoluyla aktarmak amacıyla gerçekleştirilen “Şişli Atölyesi” etkinlikleri kapsamında tablolar yapar. Yaptığı bu tablolarla katıldığı İstanbul sergisinde “Sanayi-i Nefise Madalyası” kazanır. 1914 Kuşağı onun adıyla “Çallı Kuşağı” olarak anılır.
15. Yaptığım resimler hep eğri büğrü, tuhaf renkli şeylerdi
İbrahim Çallı; belirli bir öğretim metodu, bir ders programı olmamakla birlikte coşkusu, sezgi gücü, yaşam biçimiyle genç öğrencilerindeki sanat tutkusunu canlı ve taze tutmayı başarmıştır. Her zamanki nüktedan ve şakacı tavrıyla bir defasında: “Hayatımda yaptığım resimler hep eğri büğrü, tuhaf renkli şeylerdi. Nedense bunlar çok beğenildi, mesele cesaret ve bir defa başlamaktır” demiştir.
16. Bedri Rahmi’nin hocası
Çallı ile 1929 yılında tanışan ve onun atölyesinde bir yıl çalışan Bedri Rahmi Eyüboğlu, Çallı’nın babasına kendisi için şöyle dediğini anlatır: “Oğlunu derhal Avrupa’ya gönder, bizden alacağını aldı, bundan ötesini müzelerden alacak. İmkanın varsa hiç düşünmeden gönder çocuğunu.” Bu olay bile onun sanat eğitiminde yeniliklere verdiği önemi göstermektedir.
17. Tablolarla süslü yaşama veda
İbrahim Çallı’nın akademideki hocalığı, 13 Temmuz 1947’de yaş haddini doldurduğu için emekliye ayrılmasıyla sona erer. Emekliye ayrıldıktan sonra özellikle portre çalışmalarına ağırlık veren ressamımız 22 Mayıs 1960 tarihinde mide kanaması sonucu İstanbul’da yaşamını yitirir.
18. Hasan Ali Yücel’le vedalaşma
Çallı’yla son Buluşmayı Hasan Âli Yücel, ölümünden sekiz gün sonra, 30 Mayıs 1960’ta kaleme aldığı “Dostum Çallı” yazısında şöyle anlatır: “Onu son defa Taksim civarında görmüştüm. O şakacı Çallı, benimle uzun bir seyahate çıkacakmış gibi içli içli konuştu. Sesi, kederli bir inilti kadar ihtiyar ve bitkin, titriyordu. Ayrılırken öpüştük, aksi yönlere yürüdük. Garip bir iç dürtüsüyle arkama döndüm; ne göreyim, o da bana bakıyordu. Birbirimizi bir kere daha selamladık.”
19. Yahya Kemal’in ruhu beni çağırıyor
Çallı son günlerinde Yahya Kemal’in bir portresini yapmaktadır. Ancak sağlığında Çallı ile şairin arasının pek İyi olmadığı da bilinmektedir. Çünkü Çallı, şair için “Yahya Kemal eski zevki yaşatan mehter takımına benziyor.” demiştir. Çallı portreyi bitirdiği gün hastalanır, kaldırıldığı Cerrahpaşa Hastanesinde mide kanamasından hayatını kaybeder. Tesadüf ya, Çallı’nın hastanede kaldığı odada daha önce Yahya Kemal de yatmıştır. Çallı’nın son sözleri, şunlar olur: Yahya Kemal’in ruhu beni çağırıyor, orada dostluğumuz devam edecek…
20 Atatürk’ün sözüyle değişen tablo
İbrahim Çallı’nın Zeybekler Tablosunun da özel bir öyküsü vardır. Aynı zamanda Osman Hamdi’nin asistanı da olan Çallı, Atatürk’ün isteği üzerine Etnoğrafya Müzesi’nde bir sergi açar. Bu sergide yer alan “Zeybekler” tablosunu gören Atatürk, Çallı’ya döner ve “Biz Kurtuluş Savaşı’nda yemeye ekmek bulamıyorduk, senin resmindeki atlar nasıl semirmiş böyle?” diye sorar. Usta ressam malzemelerini alır ve tablosundaki atı bir deri bir kemik hale getirir hemen.