Çoğu insan için bir Nazi toplama kampından esir olarak bir kereliğine bile kaçmak yeteri kadar büyük bir maceradır. Ama Horace Greasley bunu bir kez yaptıktan sonra ardı arkası kesilmedi.
Olayı hayranlık uyandırıcı kılan, Greasley’nin her seferinde kamptan kaçabilmesinin yanı sıra, sonra dönüp tekrar içeri sızmayı başarmasıydı. Yeniden ve yeniden, bu cesur ve çılgın İngiliz aşık, sevdiği genç kadınla buluşabilmek için zorlu maceraya tekrar atılmaktan hiç çekinmedi.
1918 doğumlu Horace Greasley, 20 yaşına geldiğinde berber olarak askere alındı. Kendisine teklif edilen itfaiyecilik işini kabul etseydi hayatı çok daha farklı olacaktı. Ama o daha fazla para alacağı bu işi reddedip orduya katıldı.
Evet, belki Horace şanslı insanlardan biriydi; belki de toplama kampından kaçma girişimleri, düşmanla çatışmaya giren diğer askerlere kıyasla hiçbir şey değildi. Fakat yine de bu onun başarısını daha da az dikkate almamız için bir neden değil…
Horace Greasley, Leicestershire Alay Komutanlığı’nda aldığı 7 haftalık eğitimden sonra Fransa’ya gönderildi ve 1940 Mayısındaki geri çekilme sırasında esir düştü. Greasley ve diğer esirler Belçika’dan Polonya’ya giden bir trene bindirildi. Koşullar tabii ki korkunçtu ve esirlerin birçoğu daha yoldayken telef olmuştu.
Greasley götürüldüğü kampta Rosa Rauchbach adında 17 yaşında bir kızla tanıştı. Rauchbach İngilizce biliyordu ve Alman askerlere tercümanlık yapıyordu. Aralarındaki yakın iletişim bu sayede olmuştu. Birbirlerine hemen aşık oldular ve hayatları pahasına aşk yaşamaya başladılar.
Haftalarca iki sevgili, nazilerin burnunun dibinde aşklarını yaşamayı sürdürdü. Ama 1 yıl sonra Greasley, yaklaşık 65 km uzaklıktaki Freiwaldau kampına gönderildi. Sıradan bir adam için bu, kısa ve tatlı bir aşk hikayesinin sonu olurdu ama Greasley, sevgilisiyle bağını koparmamaya kararlıydı.
Greasley, Freiwaldau kampından her kaçığında tekrar dönüp yatağında uyumak zorundaydı. Çünkü temelli kaçabileceği tek tarafsız ülke olan İsveç, 650 km uzaklıktaydı.
Greasley’nin kaldığı blokta bir nöbetçi vardı, Greasley nöbetçinin bir taraftan diğerine kadar yürüdüğü süreyi hesaplamıştı.
Greasley’e hücresine kadar eşlik eden diğer nöbetçiyle ayrıldıklarında, pencereden atlayarak kaçıyordu. Greasley kampın berberiydi ve sevgilisine, tıraş ettiği işbirlikçileri ile mesaj yolluyordu. Rauchbach ise Greasley’ye, sardığı sigaraların kağıtlarına yazdığı notlarla mesaj yolluyordu.
Greasley fırsat buldukça, 32 km yol giderek dikenli tellerin arkasındaki düşman topraklarındaki buluşma noktasına geliyor ve Rauchbach’i görüyordu. Nazilerin savaşı kaybedeceği anlaşılmaya başlandığında ise zaten ortalık daha da sakinleşmiş ve nöbetçiler daha az dikkatli olmaya başlamıştı.
Greasley daha az sıkı olan ve ahşapla çevrili başka bir kampa gönderildiğinde ise her şey daha da kolaylaşmıştı. Artık Greasley neredeyse her gece pencereden kaçıp sevgilisini görmeye gidiyordu.
Fakat 2. dünya savaşındaki birçok hikaye gibi bu da mutlu sonla bitmedi. Almanlar yenik düştükten sonra Rauchbach Amerika’ya tercümanlık için iş başvurusunda bulundu ve Greasley’nin de kefaleti sayesinde işe kabul edildi.
Fakat Greasley eve döndüğünde kötü haberi almıştı. Rauchbach ve bebeği, doğum sırasında ölmüştü. Üstelik Greasley bebeğin babasının kendisi olup olmadığını bile öğrenememişti.
Hayatları pahasına bu fırtınalı aşkın kahramanı olan asker ve sevgilisi, ilham verici ve bir o kadar trajik bir sona sahip bir romana benzeyen hikayeyi yaşadılar. Ve bu hikaye, aşkın her türlü zorluğun ve üzücü sonuçların üstesinden gelebileceğini bir kez daha gösterdi.
Kaynak; 1