Bu listeyi Fil’m Hafızası ekibinden Furkan Uzun hazırlamıştır, haberiniz olsun.
Kısa filmler çekip butik yayınevlerinde yazılarını yayımlatmak, kendi halinde bir modacı ya da sokak fotoğrafçısı olmak isteyenlerle dolu uyumayan bir şehir; New York. Manhattan’ın “Gossip Girl”, “Mad Men” havasındaki elitist ve kapitalistlerinin yanında bir de aşağı Manhattan kısmının omuz omuza uzanan doğu yakasının; Greenwich Village, Tribeca muhitlerinin ve East River’ın ötesindeki Williamsburg’un güzelim tayfası da var ki yaşadıkları sorunların lezzetinden geçilmesin.
Sanatsal yönden oldukça donanımlı, günümüz edebiyatına laf ederken Thomas Pynchon’ın her kelimesini de bilen yenilikçi gençlerden oluşan bir topluluk bu. Chet Baker’a saygı duyup Faker’ıyla kendinden geçen, modern zamanın gerçek yüzünün yeni yeni ayırdına varan, kendi dünyalarının naif aktörü olan bu gençler; aslında oldukları gibi yaşamak ve küçük işlerin usta isimleri olmak istemelerinden ötürü yaşadıkları modern sorunları en iyi kendileri anlatıyor sanırım.
Son zamanlarda “Girls” gibi bir diziyle bu sorunlara iyice derinlemesine giriş yapan Lena Dunham’ın da haliyle kendine yer ettiği, modern zaman gençlerinin sorunlarını ve içinde bulundukları New York’u en iyi anlatan filmlerden oluşan bir derleme sunuyoruz.
1. Tiny Furniture – Lena Dunham
Üniversite eğitimi sonrası aile evine dönen bir kızın hikayesi, Tiny Furniture. “Girls” dizisi oyuncularının bazılarını kadrosunda barındıran filmin senaristliğini ve yönetmenliğini üstlenen Lena Dunham, kendi döneminin sorunlarını en iyi biçimde anlatan iyi bir gözlemci ve sanatçı.
İçine düşeceği gelecekten korkan fakat yenilik peşinde koşarken artık ne istediğini bile tam bilmeyen bir karakterin hikayesini oldukça yalın bir şekilde, olduğu gibi anlatan başarılı bir yapım.
2. Frances Ha – Noah Baumbach
Ailevi sorunlar, gelecek kaygısı, kişiler arası kopukluk gibi temalardan bolca beslenen bir isim, Noah Baumbach. Henüz ne istediğini bilmeyen, gösteriş peşinde değil ama somut becerilerin ardından koşan naif bir kızın hikayesini anlatıyor filminde.
Bir evden bir diğerine, göçebe hayat yaşayan Frances’in hayatının bir kesitini bize sunarken; izleyicilere küçük bir New York turu da attırıyor yönetmen. Böylece şehrin gençlerinin hikayelerine de teker teker konuk ediyor bizi.
3. Whiplash – Damien Chazelle
Bu yılın tartışmasız en iyi yapımlarından biri olan Whiplash, adeta bir caz dersi verirken günümüz müzik algısına ve övgü kalitesine eleştiri yapmaktan da geri kalmıyor. Karakterin yaşadığı ailevi sorunların ötesindeki müzik hırsı ve tutkusu, yönetmen tarafından en az Aronofsky’nin “Black Swan” filminde karakterine yüklediği tarzda bir kalite oluşturmuş ki izleyicilerin defalarca üzerinden geçeceği bir film ortaya çıkmış.
4. Stranger Than Paradise – Jim Jarmusch
Stranger Than Paradise, Jarmush’un erken dönem filmlerinden, aynı zamanda yönetmenin en iyi yapımlarından biri olarak kabul ediliyor. New York’ta kendi hallerinde yaşayan aylaklarımızın hayatına davetsizce dahil olan kuzenleriyle beraber; bir sorgulama, değişim ve alışkanlıkların evrilmesi üzerine parodi yaratılıyor.
Bağımsız sinemanın en güzel örneklerinden biri olan film, bireyler arası etkileşimi ve görünmeyenin arkasında saklı olanın aslında hep göz önünde olduğunu muazzam bir şekilde izleyicilere sunuyor.
5. Happythankyoumoreplease – Josh Radnor
How I Met Your Mother dizisinin Ted’i, Josh Radnor’un ilk yönetmenlik tecrübesi olan film; metroda unutulan bir çocuğun yardımına koşan karakterin, çocukla arasında oluşan bağı anlatıyor. Karakter, hayatındaki büyük sorunları küçük bir insan sayesinde fark ederken ilerleyen günle birlikte sıkıntılarının ayırdına varıyor ve tesadüfi bir şekilde büyük bir değişimin içine giriyor.
6. Chinese Puzzle – Cedric Klapisch
“Spanish Apartment” ve “Russian Dolls”tan sonra gelen üçlemenin bu son filmi, Avrupa’da başlayan macerayı New York’ta sonlandırıyor. Değişim öğrencileri olarak yıllar önce tanışan bir grup genç, yıllar sonra birbirlerinden kopmayarak türlü hatıralara ortak olurlar. Filmin baş karakteri Romain Duris üçüncü filmde, yaşadığı evlilik sorunlarının peşinden New York’a işleri yoluna sokmak için düşerken, şehirde yaşadıkları da karaktere bu büyük metropolde nasıl ayakta kalınır sorusunun cevabını film boyunca gösteriyor.
7. Drinking Buddies – Joe Swanberg
Amerikan bağımsız sinemasının son zamanlardaki en başarılı ismi olan Joe Swanberg, üretkenlik açısından gerek oyuncu gerek yönetmen olarak neredeyse Woody Allen’ı bile sollamışa benziyor.
Her ne kadar her filminde aynı kaliteyi koruyamasa da geçen sene ortaya çıkardığı “Drinking Buddies” ile defalarca izlenecek bir iş ortaya koymuş. Belli bir senaryo üzerinden tamamen doğaçlama diyaloglarla ilerleyen film, gençlerin sorunlarını oldukça içten bir şekilde perdeye taşıyor.
8. Before I Disappear – Shawn Christensen
“Curfew” adlı kısa metraj filmiyle en iyi kısa film Oscar’ını kazanan Shawn Christensen bu filmin uzun metrajından da seyircileri mahrum bırakmadı. Emmy Rossum, Ron Perlman ve senaryoda kaybedilmiş bir kız arkadaş sanrıları gibi derinlikler katılan Curfew’ın başarılı bir uzun metraj hali. Yönetmen gelecek vaat ettiğini kısa filmiyle birlikte göstermişti fakat artık bundan sonraki işleri için de izleyicileri çok daha fazla heveslendiriyor.
9. Nick and Norah’s Infinite Playlist – Peter Sollett
Film karışık müzik albümü hazırlamayı seven Nick’in aşkına karşılık bulamaması, ve tesadüf eseri tanıştığı Norah ile Fluffy adlı gizemli bir müzik grubunu bulmak için New York sokaklarında geçirdikleri bir geceyi anlatıyor.
Sanki genç bir Rob Sheffield’ın kaleminden çıkma, klasik bir Michael Cera naifliğinde bir film olmuş. Kurgu ve prodüksiyon konusunda yer yer sıkıntıları olsa da lise çağı gençlerinin yaşadıkları boylarından büyük sorunları farklı bir biçimde anlatıyor.
10. It’s Kind of a Funny Story – Anna Boden / Ryan Fleck
Gençlerin sorunlarını en iyi irdeleyen ve yazıya döken Amerikan genç edebiyatı yazarlardan biri olan Ned Vizzini’nin aynı isimli eserinden uyarlanan film, intihar girişiminde bulunan gencimizin yattığı psikiyatri hastanesinde; hayatı, insanları ve aşkı buluşunu anlatıyor. Vampire Weekend konseri planlarına kadar uzanan film, gençlerin yaşadığı ailevi ve iletişim kopukluğu sorunlarını eğlenceli, bir o kadar da başarılı şekilde anlatıyor.
11. The Art of Getting By – Gavin Wiesen
Listede “It’s Kind Of A Funny Story” ile birlikte bulunan bir diğer Emma Stone filmi, kalabalık içinde yalnızlık çeken iki sorunlu gencin yollarının kesişmesini ve birbirlerinde kendilerini bulmasını anlatıyor.
August Rush’ta gelecek vaat eden üstün yetenekli bir müzisyeni oynayan Freddie Highmore, yıllar sonra dahil olduğu bu yapımda ise yetenekli bir ressama hayat vermiş. Bağımsız tatta, gösterişsiz ve genç sorunlarına güzel bir dokunuş yapan bir film.
12. Win Win – Thomas McCarthy
Kariyerinde sıkıntılar yaşayan bir avukatın ek gelir olarak güreş hocalığı yapmasıyla başlayan film, daha sonrasında yaşlı bir müvekkilinin torunuyla tesadüf eseri tanışması ile şekilleniyor.
Ailesel ve bireysel sorunlar yaşayan gencimizin gizli tuttuğu yeteneği hem sorunlarını gün yüzüne çıkarırken hem de New York bölgesinde yıllardır başarılı sonuçlar alamayan lokal güreş takımının çehresini bir anda ülke çapında yükseltmeye başlıyor. Thomas McCarthy gibi başarılı işlere imza atan kaliteli bir yönetmenden oldukça güzel bir diğer bağımsız yapım.