Bir hayvanla birlikte yaşıyorsanız ya da yakınınızda yaşayan birileri varsa veya sadece hayvanları çok seviyor ve onlarla iletişime geçmekten hoşlanıyorsanız sokakta gördüğünüz bir kediye “Merhaba,” köpeğe “Nasılsın,” kargaya “Günaydın” demişliğiniz mutlaka vardır.
Başta köpekler olmak üzere bazı hayvanlar komutlarla yönlendirilebilse de hayvanlarla “anlamlı bir sohbet” etmek pek mümkün değildir. İletişime geçtiğimiz hayvanların beden diliyle veya çıkardıkları seslerle bize karşılık verdiğini düşünsek bile aslında durum pek de öyle değil. Daha çok Üzüm ve Diğer Şeyler hesabında olduğu gibi kafamızda kurguladığımız diyaloglar gibi hayal ürünü bir sohbet yaşıyoruz.
Ne yaptığını biliyor da yanına geliyor sanki
Bilgisayar başında oturup bir şeylerle uğraşırken çeşitli sesler çıkararak yanımıza sokulan kedimize “sen de hep ben başka bir şeylerle uğraşırken ilgi istiyorsun” diye çemkirmemize aldığımız “miyav” cevabının “sen de hep bizim ilgi istediğimiz zamanlarda başka şeylerle uğraşıyorsun” olduğunu düşünebiliriz. Bazen televizyon seyrederken bir anda sevgiyle sürtünmeye başlayan kedimize “oy seni yerim, çok seviyorum ulan” diye sevgimizi dile getirmemizin ardından kedimizin miyavlayarak ve homurdanarak bize sürtünmeye devam etmesi “acaba dediklerimi anlıyor mu?” sorusunu tetikleyebilir.
İnsanlarla yaşayan birçok kedi ve köpek onlarla bir şekilde iletişim kurarak basit ihtiyaçları olduklarını anlatabiliyorlar. Örneğin birçok kedi ve köpek birlikte yaşadığı insan ve mama kabı arasında çeşitli sesler çıkarıp mekik dokuyarak aç olduğunu anlatabilir. Bazen kediler kumları çok kirlendiğinde kum kabının başında durup rahatsız edici bir miyavlamayla birlikte yaşadıkları insanların başlarını şişirebilirler. Bu sırada kedimiz bize “kumumu temizle” demek istiyor, belki biraz da azarlıyordur. Böyle bir durumda ister istemez sesli olarak “tamam, patlama, temizliyoruz işte kumunu” dedikten sonra kedimizin devam eden sesleri kulağımıza “çabuk ol be altıma yapacam” şeklinde gelebilir.
Neden konuşuyoruz bu hayvanlarla?
The Atlantic yazarı Arianna Rebolini’nin küçük kardeşi kedisini kucaklayıp “Sence Nermal’e günde birkaç kez onu sevdiğimi söylemem garip mi?” diye soruyor. Rebolini kardeşinin kucakladığı kediye bakıyor ve kardeşinin, kendini sevdirmek için her türlü şirinliği deneyen bu hayvana onu sevdiğini söylememesinin garip olacağını düşünüyor. Rebolini daha sonra kendisinin de iki kedi beslediğini ve kendisinin de kedileriyle sık sık konuştuğunu hatırlıyor. Merakı iyice deşilen Rebolini, Western Carolina Üniversitesi Psikoloji Profesörü Antrozoolog Hal Herzog’a telefonla ulaşıyor ve “İnsanlar neden anlamadıklarını bilse bile hayvanlarla konuşur?” sorusunu soruyor.
Antropomorfi her yerde
Herzog her şeyden önce hayvanlarla konuşmanın insanlar için son derece sıradan bir durum olduğunu söylüyor. İnsanlar, antropomorfi yeteneği sebebiyle otomatik olarak çevrelerindeki canlı, cansız, cisim veya kavramları insanlaştırır. Fabllar ve Mickey Mouse benzeri karakterlerin yer aldığı eserler antropomorfiye verilebilecek örnekler arasında sayılabilir. Daha da eskiye gidilirse Antik Yunan ve Antik Mısır tanrılarının insan formunda tahayyül edilmesi veya peygamberlerin tanrıyla iletişimlerinin “konuşma” şeklinde tasvir edilmesi de insanlığın antropomorfi yeteneğini hayatın çok çeşitli alanlarında kullandığının göstergeleri sayılabilir.
Kendimizi düşündüğümüzde, imza atacağımız anda mürekkebi biten dolmakaleme, acil bir görüşme sırasında şarjı tükenen telefona, çalışmayan ATM’ye, açılmayan televizyona sinirlenip hakaretler ve küfürler yağdırmamızın sebebi de çevremizdeki eşyalara bir anlam ve kişilik yüklememize neden olan antropomorfi yeteneğimiz. Yine de söz konusu hayvanlar ve yapay zekâ olunca bu yeteneğimiz daha öne çıkıyor gibi.
Daha basit cümleler kuruyoruz
Evlerimizde birlikte yaşadığımız hayvanları çoğu zaman ailemizin bir parçası kabul ederiz. Kendimizi birlikte yaşadığımız hayvanın “ebeveyni” olarak görürüz. Ne kadar birlikte yaşadığımız hayvanları oğlumuz, kızımız, hatta Üzüm ve Diğer Şeyler örneğindeki gibi annemiz olarak görsek de “insan aile fertleri” ve “hayvan aile fertleri”yle iletişim kurarken farklı konuşuyoruz.
Hal Herzog, daha çok insanlar ve köpekler arasındaki iletişimi inceleyen antrozooloji deneylerinde insanların hayvanlarla konuşurken daha kısa ve dil bilgisi açısından daha doğru cümleler kurduklarının gözlemlendiğini ifade ediyor. Yani hayvanlara “günün nasıl geçti Karabaş” gibi sorular sormaktan ziyade kendi duygularımızı ifade ediyor, bazen de duygularımızı hayvanlara yansıtıyoruz. Bununla birlikte hayvanlarla konuşurken daha çok küçük çocuk ve bebeklerle konuşurken kullandığımız bir tonlama kullanıyoruz.
Herzog, deneylerin daha çok köpeklerle yapılmasının sebebini, insan ve köpek arasındaki birçok hayvana kıyasla daha uzun süreli tarihsel bağ ve köpeklerin refakatinin iyileştirici etkileri üzerine çalışılması olarak açıklıyor.
Hayvanlarla konuşmak kişilik bozukluğu belirtisi mi?
İstemsizce uyguladığımız antropomorfi yeteneğimizin yanı sıra bazılarımızın hayvanlarla daha çok konuşmaya eğilim göstermesini sağlayan koşullar olabileceğini ortaya koyan bir araştırma var. 2008’de Nicholas Epley, Adam Waytz, Scott Akalis ve John T. Cacioppo yaptıkları deneylerde özellikle yalnızlığa eğilimi olan ve sürekli bir şeyleri kontrol etme ihtiyacı duyan insanların hayvanlarla daha çok konuştuğu tezini test ediyor.
Deneyin verilerine göre sosyalleşmeyen veya diğer insanlarla sosyalleşmekten çok hoşlanmayan insanların sosyalleşme ihtiyacını gidermeleri için bir insan yaratmaları gerekiyor. Antropomorfi sayesinde hayvanların eylemlerini anlamlandırabilen ikinci grubun ise belirsiz durumlarda kendilerini güvende hissetme ihtiyaçları olduğu ortaya çıktı. Yalnızlığa yatkın insanlar birlikte yaşadıkları hayvanları tasvir ederken “düşünceli, anlayışlı, sempatik” gibi duygusal olarak destekleyici kelimeleri, hareketli bir sosyal yaşamı olan insanlara kıyasla daha sık kullandı. Kendilerini “hayatlarının her alanında kontrol arzulayan” insanlar olarak tanımlayan denekler, kontrolü başkasının eline bırakmaktan çekinmeyen deneklere kıyasla köpeklerini duyguları olan bilinçli varlıklar olarak tasvir eden kelimeleri daha sık kullandılar.
Bizi biraz anlıyorlar mı?
Hayvanlarla konuşmanın birtakım potansiyel kişilik bozukluklarının semptomlarıyla benzeşmesi sokaktaki kediye merhaba diyenlerimizi biraz tedirgin edebilir. Hayatımızdaki bir eksikliği antropomorfiyle gidermek bir yere kadar sağlıklı bile olabilir. Birlikte yaşadığımız hayvanların hareketlerine kendimizce anlamlar yüklememiz, söylediklerimize karşılık çıkardıkları sesleri cevap olarak algılamamız ama aslında bunların hiçbir anlamı olmaması gerçekten biraz can sıkıcı bir durum. Birçok şeyi kafamızda kurgulasak bile aslında hayvanlarla kurduğumuz iletişim çok da tek taraflı değil.
Bazen köpeğimize “dışarı çıkalım mı?” diye sorduğumuzda heyecanla havlamaya başlaması veya kedimiz mama kabının başındayken ona “aç mısın?” diye sorduğumuzda manidar bir şekilde miyavlaması ister istemez havyanların konuşmamızı anladığı hissini veriyor. Herzog da bu örnekleri vererek “Kelimeleri aynı şekilde işlemiyoruz ama ‘dil’ temelli bir iletişim sistemimiz var” diyor.
Ne yazık ki hayvanların insan dilini anlaması üzerine yapılan araştırmalar büyük oranda köpeklerle sınırlı. 2016’da Hungary’s Family Dog Project (Macaristan Aile Köpeği Projesi) önderliğinde gerçekleştirilen bir araştırma köpeklerin dili insanlara çok benzer bir şekilde işlediğini ortaya koydu. fMRI makinesine giren köpeklere eğitmenlerinin ses kayıtları dinletildi ve konuşmaları dinleyen köpeklerin beyin aktiviteleri kaydedildi. Kayıtlara göre köpekler de insanlar gibi kelimeleri beyinlerinin sol lobunda, entonasyonunu ise sağ lobunda işliyordu. Bu köpeklerin konuşulanları “anladığı” anlamına gelmiyor. Yine de konuşmaları insanlar gibi işlediğinin ve en azından bir “dil” algısı olduğunun delili kabul ediliyor.
Zaten anlamalarını beklemiyoruz
Birlikte yaşadığımız hayvanların dil algısı olsa da bizim onlarla konuştuklarımız çoğu zaman onların anlayabileceklerinin çok ötesinde. Hayvanlarla konuşanlarımızın da zaten onların dili işleyip anlayabilmeleri konusunda bir beklentisi yok. Genellikle hayvanlarda insani bir şey hissettiğimiz için onlarla konuşuyoruz. Kimimiz yalnızlığını paylaşıyor kimimiz onların bahanesiyle diğer insanlarla sosyalleşiyor.
Durum tamamen insani
Kedi ve köpekleriyle konuştuğunu açıklayan Herzog, “Bir zamanlar yılanlarım vardı ama onlarla konuşmazdım çünkü her şeyden önce yılanlar zaten sağırdır ama eminim balıklarıyla konuşan insanlar vardır” diyor.
Balık ya da kedi fark etmez; eğer hayvanlarla yaşam alanlarımızı paylaşıyorsak arada bir hallerini hatırlarını sormakta, bir ihtiyaçları varsa gidermekte fayda var. Belki bizim kafamızda kurguladığımız gibi anlamıyor ve cevap vermiyorlar bize ama yanımızdan geçen bir sokak kedisine “merhaba” diyorsak bu sadece insan olduğumuzdan.