Hepimiz bu hayatta varlığımızı sürdürebilmek için bir strateji belirleriz. Aslında bunu gözlemlemenin en güzel yolu, küçük bir çocuğun gelişimini izlemektir. İstediğini elde etmek için kullandığı yöntemi gördüğümüzde, onun ne kadar akıllı olduğunu anlarız; aslında seçtiği ve yürüdüğü yol, karakterinin ilk ipuçlarını verir.
Kişilik araştırmalarının bir yolu olan Enneagram’a göre hayatta 9 ana stratejimiz var. Hepimiz bunlardan birine kişiliğimiz gereği sahibiz ve ömür boyu sürdürmek için (bazen farklı yöntemler denesek de) çabalıyoruz.
Hayatı anlatan en güzel şey filmler olduğuna göre, biz de film hafızamızı kurcalayıp bu listeyi hazırladık. Bakalım, hangi tip insan, hayatla nasıl mücadele ediyor, 9 filmle görelim. Ennegram ne ola derseniz, sizi şuraya alalım.
Tip 1 – Three Idiots (Üç Aptal)
Üç Aptal filmindeki mükemmeliyetçi öğretmen Virus’ü hatırlayanlar parmak kaldırsın bakalım?
Gıcık, pimpirikli, ezberci, geleneksel ve idealist bir öğretmendi. Oğlunun öldüğü (intihar ettiği) günün ertesinde bile derse gidebilmeyi gerektirecek türden bir idealizme sahipti. Zamanını verimli kullanmak için aynı anda iki elini de kullanarak yazı yazan, hırslı bir öğretmendi. Öğrencilerinden mükemmel başarı beklemekteydi ve daha azına kesinlikle tahammülü yoktu. Bu açılardan bakınca Virus karakterinin tam bir Tip 1 olduğunu söyleyebiliriz.
Kendilerini rahat hissettiklerinde ve kontrolün ellerinde olduğunu düşündüklerinde Birler, kendilerinin ve çevresindekilerin mükemmelliğinden tereddüt duymazlar. Hayatın nimetlerinin keyfini sürebilirler. Çevrelerine hoşgörü ve anlayışla yaklaşırlar ve insanları iyiliğe teşvik edip onlara sabır gösterirler. Fakat olayların kontrollerinden çıktığını ve mükemmel olan dünyalarının yıkılmakta olduğunu hissettiklerinde, bunu engellemek düşüncesi ile bu filmdeki Virus gibi katı, suçlayıcı, yargılayıcı, hoşgörüsüz bir tutum benimseyebilirler. Hayatın nimetlerini taktir etme yeteneklerini ve insanların iyi niyetlerine olan inançlarını yitirebilirler. Kontrolü ellerinden bırakmamaya çalışırlar. Başkalarının yaptıkları işlerin kusursuz olamayacağını düşünüp tüm detayları dikkatle takip ederler. Hata yapanları acımasızca eleştirirler. Hatta Virus bu eleştirel tavrıyla bir öğrencinin intiharına bile vesile olur.
Yine de Birlerin idealist yapıları takdire şayandır, alkışı hakeder. Ayrıca filmin sonlarına doğru Virus’ün de sevimli taraflarının ortaya çıktığını görürüz. Çünkü bir noktadan sonra çevresindeki sistemlerin de en az kendisininki kadar mükemmel olabileceğini farkeder ve rahatlar. Dünyaya hoşgörülü ve sabırlı yüzünü göstermeye başlar.
Tip 2 – Cinderella (Külkedisi)
“Where there is kindness, there is goodness. And where there is goodness, there is magic.”
– “Nezaketin olduğu yerde iyilik vardır. Ve iyiliğin olduğu yer, büyülüdür.”
Yüzlerce kez dinlemişizdir Külkedisi hikayesini. Geçenlerde Disney meşhur masalı yeniden filme uyarladı; on yılda bir filan uyarlaması yapılıyor galiba. Ama bu film için uyarlama dediğimize bakmayın, hikayeyi olduğu gibi ekrana yansıtmışlar; esas kızımız Ella (Külkedisi) film boyunca ahlaklı, nazik ve fazlasıyla yardımsever bir karakter çiziyor. Hatta yardımseverliğin boyutunu bir yerden sonra öyle bir kaçırıyor ki, kendini üvey annesi ve kız kardeşlerinin kölesi haline getiriyor. Bu masal aslında çok tipik bir Tip 2 hikayesi.
Kendilerini rahat hissettiklerinde ve kontrolün ellerinde olduğunu düşündüklerinde İkiler, insanlara anlayışla yaklaşırlar. Merhamet ve saygı gösterip, onları karşılık beklemeden desteklerler. İşte bu masal da tam olarak bu noktayı anlatıyor bizlere; İkilerin, başkalarına iyi davranmaya fazla odaklanarak kendilerini nasıl köle pozisyonuna düşürdüklerini gösteriyor.
Ella’nın asıl niyeti babasının emaneti olarak gördüğü üvey annesi ve kardeşlerini rahat ettirmeye çalışmaktır. Fakat kızımız kendinden feragat etmenin dozunu kaçırdığını ve Külkedisi’ne dönüştüğünü çok geç farkeder. Malum baloya gidip, ayakkabısını unuttuktan sonra alternatif bir hayatın varlığını hatırlar. Kendini çok fena kullandırdığını anlar. Hizmetçilik günlerinden kurtulurken (yani prensle evleneceği o an) kendisini sonuna kadar sömürmüş olan üvey annesine dönüp şöyle der:
‘‘Seni affediyorum.’’
İşte masalın en büyük dersi de burada verilir. Affetmek büyük yüceliktir. Stres altındayken istismar edildiği sonucuna kafayı takmaya müsait tüm İkilere şu mesajı verir hikaye: ‘‘Affedici ol ve böylece özgürleş.’’
Tip 3 – Catch Me If You Can (Sıkıysa Yakala)
“The true story of a real fake’’
Filmi muhakkak izlemişsinizdir; Leonardo Di Caprio’nun gayet oscarlık (acınası bir durum oldu bu artık) performansıyla hayatını canlandırdığı Frank Abagnale, gerçek hayatında Tip 3’ün kılıktan kılığa giren haline nefis bir örnektir. Aslında hiç bir mesleği, hatta bir eğitimi veya diploması bile olmayan genç Frank, öğrenci olması gerekirken öğretmen, yolcu olması gerekirken pilot, hasta olması gerekirken doktor, müvekkil olması gerekirken de avukat olmayı başaran, hep kazanan olmak isteyen ve bunun nasıl olduğuyla pek de ilgilenmeyen muhteşem bir sahtekârdır. Her maskeyi takar, durum neyi olmayı gerektiriyorsa onu olur ve ABD federal tarihindeki en yakışıklı çek ve evrak sahtekârlığına imza atar. Çok eğlenmektedir, ta ki yakayı ele verene kadar…
Yakalandığında olanlar ise Amerikan pragmatizminin ve ‘‘Kazanmaya olan inancın’’ mükemmel örneğidir: FBI bu eşsiz dolandırıcı yeteneği hapse atmaya kıyamaz ve evrak-çek dolandırıcılığı masasında bilirkişi olarak işe alır. Mutlu son, Amerikan rüyasının kaderidir bir anlamda. İşte Tip 3 karakter de tam olarak böyle yaşar: Kazanmak ve başarmak için.
Kendilerini rahat hissettiklerinde, Tip 3’ler etraftaki herkesten üstün olduklarından şüphe duymazlar. Yaşadıkları, üst düzey özgüvendir. Kontrolün ellerinden çıktığını ve olağanüstülük imajlarının dağıldığını düşündüklerinde yaptıkları işlerin sadece sonuçlarına ve nasıl olduklarına değil sadece nasıl algılandıklarına bakmaya başlarlar. Nasıl olağanüstü algılanabileceklerine odaklanarak, gerçek olamayacak bir imaja bürünürler. Çevrelerini iyiye teşvik etmek ve örnek model olmak yerine, kendilerinin üstünlüklerini ortaya koyup herkesin kendisini onlardan daha kötü hissetmesine çabalarlar. Hey gidi Frank Abagnale, ‘‘Bir sahtekârlığın gerçek hikayesi’’ işte böyle, senin ellerinde yazılmış olur.
Tip 4 – Leon The Professional (Leon)
“I don’t give a shit about sleeping, Leon. I want love, or death. That’s it.”
-“Uyumak umrumda değil Leon. Benim istediğim aşk, ya da ölüm. Bu kadar.”
Efsane film Leon. Bir dönemin modası küt saçların esin kaynağı Mathilda karakteri. Ailesi katledildikten sonra komşusu kiralık katil Leon’a sığınan Mathilda karakteri ile Luc Besson hepimizi sarsmıştı. Küçük yaşına rağmen bir yetişkin gibi hareket eden, kırılgan görünümüne rağmen fazlasıyla cesur ve başı bir türlü beladan kurtulmayan Mathilda, bir yetişkin gibi takındığı melankolik tavırlarıyla, sınır tanımaz sezgisel hareketleriyle film boyunca tam bir Tip 4 profili çizmişti.
Kendilerini rahat hissettiklerinde ve kontrolün ellerinde olduğunu düşündüklerinde 4’ler, kendileri dahil herkesin eşsizliğini ve değerini derinlemesine görüp, takdir ederler. Fakat kontrolü kaybedip değersizlik duyguları açığa çıkmaya başladığında acı, değersizlik, öfke ve duygusal dengesizlik hissetmeye başlarlar. Ailesi tarafından yeterince sevgi ve değer görerek yetiştirilmeyen Mathilda filmde bu profili sergilemektedir. Ailesini (özellikle de çok sevdiği erkek kardeşini) katleden polisten intikam almayı kafasına koymuştur ve bunun için Leon’a ihtiyacı vardır.
4’ler normalde her şeyin derin anlamını ve gerçek değerini hissedip görebilirlerken, değer görmedikleri ve mutsuz oldukları ortamlarda etraflarında derin bir anlamsızlık, yüzeysellik ve sahtelik görmeye başlarlar. Sıradışılıklarını hem kendilerine hem de çevrelerine ispatlamak adına aşırı davranışlara yönelebilirler. Mathilda da zaten yeterince sıradışı bir hayat hikayesine sahiptir. Fakat bunlara rağmen aşırı davranışlar sergilemesi (sigara içmesi, çevresindeki kişilere cüretkar sözler söylemesi, polislere kafa tutması) Mathilda için hayatın acısı ve sıradanlığıyla başa çıkabilme yöntemidir aslında. Uç eylemler, sınırda yaşam yıllarca annesi ve babası tarafından hor görülmüş bir küçük kız için varolduğunu çevresindekilere ispatlamak için seçtiği stratejidir. Mathilda’nın Leon’u ve bizi bu kadar etkileme sebebi de kırılgan görünüşüne kontrast oluşturan uç eylemleridir.
Tip 5 – Good Will Hunting (Can Dostum)
‘‘Some people can never believe in themselves, until someone believes in them.’’
İlk bakışta inanması zor olsa da, 1997’de Matt Damon ve Ben Affleck’e ‘En İyi Senaryo’ Oscar’ı kazandırmış bir filmden bahsediyoruz. Kendini toplumdan soyutlayan bir hayatı tercih eden ve MIT’de (Üniversite olan J) temizlik görevlisi olarak çalışan üstün zekalı bir gencin hikayesi. Üstün zekasına ragmen basit bir işte çalışan, insanların rahatsız eden taleplerinden ve ilişkilerinden uzakta yaşamayı sürdüren Will Hunting, olağanüstü matematik yeteneğinin kazara keşfedilmesi üzerine kendi kabuğundaki hayatın rahatını yitirmeye başlar. Yeteneği insanları kendisine çekmekte ve hayatta bir yer edinmek zorunda bırakmaktadır. Karakterin stres durumuna geçtiği ve olayların kendi kontrolünden çıkmaya başladığı dönem başlar…
Bu sırada, kendi isteği dışında psikolog Sean ile tanışır ve bir kıza aşık olur. Hayatı yalnızca ‘anlamayı’ değil, onu olduğu gibi yaşamayı öğütleyen Sean ile geçirdiği zamanlar sonunda bir tercih yapmak durumundadır: Kendi kabuğunda, dertsiz tasasız kalmak veya hayatın ona sunduğu seçeneği değerlendirip kızın peşinden gitmek…
Tip 5 kişilikteki insanlar, rahat hissedip, güvende oldukları durumda kendilerini hayatın akışına bırakır ve onu yaşayarak anlamaya çalışırlar. Kendi dünyalarına yönelen iletişim baskıları ve talepler olduğunda ise stres durumuna geçerler. Ellerinde olanı korumak ve kimseye bağımlı olmamak adına hayatlarını küçültür, içlerine kapanır ve insanlarla irtibatlarını gittikçe keserler. Will’in kendisine önerilen parlak kariyer imkanlarına, önemli adamlarla kafa bularak nah çekmesinin ardında işte bu motivasyon vardır: ‘‘Beni benimle bırak’’.
Filmin sonunda şunu iyice anlıyoruz ki Sean (Robin Williams) olmasaydı, Will yine o adamlarla dalgasını geçecek ve gündelik işlerde hayatına devam edecekti. Fakat asla kızın peşinden de gitmeyecekti. Sonuç olarak hayat, size inanan ve seven birileri varsa güzel.
Tip 6 – The Dark Knight (Batman: Kara Şövalye)
‘‘I believe in Harvey Dent…’’
Bruce Wayne, anne ve babasının erken ve trajik ölümüne şahit olduktan sonra bambaşka birine dönüşmüştür: Korkularıyla yüzyüze kalan bir çocuk. Aslında buna ‘‘kendini bulmuştu’’ desek yeridir; karakteri bu şekilde açığa çıkma fırsatı bulmuştu çünkü. Mücadele edilmesi gereken kötüler, şehrini tehdit etmektedir ve ilk yüzleşmesi de ailesini kaybetmek şeklinde olmuştur.
Bruce’un Batman olmaya doğru giden hikayesini en güzel resmeden anlatım şüphesiz Nolan’ın üçlemesidir (özellikle Korku temalı ilk film). Güvende olduğundan zerre kadar şüphe duymayan, böyle bir netameli duygunun yanından bile geçmeyen süper zengin, ailesi başına bir çocuk olan Bruce, güvenle yaşadığı dünyanın bir anda yıkılması karşısında yaşadığı travmayla karakterini açığa çıkartır: Kaçınılmaz bir korku ve korktuğu şeylere karşı planlı, hazırlıklı ve uzun soluklu bir mücadele.
Kocaman malikânesinde kendini her anlamda güvende hisseden Tip 6’nın bu temiz ve güvenli dünyasını yıkan şey, ihanettir. Anne-babasının iyi insanlar olarak şehrin insanlarına verdikleri onca şeyin karşılığında gördükleri vahşet, bu ihanetin ilk sahnesidir ve Bruce Wayne’i Batman’e dönüştürür. İkinci ihanet ise, aslında olmak istemediği sahneden inmeye, yani şehri asıl emniyet adamlarına, Savcı Harvey Dent’e teslim etmek üzere olduğunda yaşanır. Bruce, her şeyini ortaya koyarak sağladığı güvenli şehri bir kanun adamına emanet ederken ‘‘Ona inanıyorum’’ der. Hayatta en önem verdiği şey olan ‘‘Güven’’ duygusunu kaybettiğini anladığında ise, kontrolü de kaybeder ve olaylar gelişir…
Tip 6’lar olayların kontrollerinden çıktığını düşündüğü anda korku ve belirsizlik hissine bürünürler ve cesaretlerini yitirirler. Normalde cesaretle yüzleşebildikleri hayat ve insan ilişkilerinde tehditler ve tehlikeler olabileceğini düşünmeye başlarlar. Gafil avlanmamak için tedbirler almaya çalışırlar. Bu tedbirler bazen güvenli olduğunu düşündükleri birşeyin arkasına sığınmak olabilir. Bazen de tehditleri ortaya çıkartıp alt etmek adına, korkmadıklarını ispatlamak için meydan okuyucu bir tavır sergileme ihtiyacı duyabilirler. Normalde insanların niyetlerinden korkmaz ve şüphelenmezken, artık çevrelerinin niyetlerini durmaksızın sorgulamaya ve güvensizliklerine delil toplamaya başlarlar.
İşte ‘‘Dedektif’’ Batman’in bir Tip 6 olarak hayatla mücadelesi böyle şekillenir.
Tip 7 – La Vita E Bella (Hayat Güzeldir)
(Konstantrasyon kampında)
Giosué O.: Annemi ne zaman görebileceğim?
Guido: Oyun bittiği zaman.
Tip 7’nin hayatla başa çıkma metodunu hiçbir film Hayat Güzeldir kadar iyi anlatamadı. İnsanlığın yüzkarası konsantrasyon kamplarında bir yahudi olmayı bile oyun olarak görebilen bir karakterdi Guido. En kötü durumlar içerisinde bile hayatın pozitif taraflarını görebilen neşeli bir Tip 7 olarak bir dönemi derinden etkiledi.
Tip 7’ler hayatı bir oyun yeri olarak görmeye yatkındırlar. Olumsuzlukları görmezlikten gelerek sadece pozitife odaklanabilir, hayatın her anından zevk almak isterler. Karşılarına çıkan sorunları sorun olarak görmemeye çalışırlar. Önlerine bir engel veya bir sıkıntı çıktığında, kendilerini mutlu edebilecek başka alternatiflerin peşinden koşmaya başlarlar. Guido da yaşanan dehşetin yıkıcı etkisini bir nebze olsun engelleyebilmek, psikolojik açıdan oğlunu güvende tutabilmek için kampa getirildikleri ilk günden itibaren bir oyun uydurur. Guido’nun oğluna söylediğine göre; konsantrasyon kampı aslında bir oyun alanıdır. Oraya getirilen insanlar bir sınava tabidirler. Fakat bunu söze dökmek yasaktır. Şikayet etmeyip dayanarak en çok puanı toplayan kişi sonunda bir tankla ödüllenecektir. Gerçekten de savaş bittikten ve Naziler kaybettikten sonra hayatta kalabilen Yahudiler, müttefiklerin tanklarıyla kamplardan çıkartılırlar. Guido’nun oğlu tam da babasının söylediği gibi bir tankın tepesinde “oyunu kazanmış olduğunu” düşünerek çıkar kamptan. Sevinçlidir. Guido kurtulamasa da, kurguladığı dünya sayesinde oğlu alabileceği en az psikolojik zararla kamptan kurtulur. Bu da onun oğluna verebilecek en büyük hediyesidir.
Tip 8 – Godfather Part III (Baba, Bölüm 3)
‘‘Seni güvende tutmak için cehennemde yanmaya razıyım’’
Serinin üçüncü ve son filminde aileyi mafya dünyasından ve illegal işlerden tamamen koparan Michael, yıllar boyunca tehlikelerle dolu bir dünyada yaşattığı karısına işte böyle diyecekti…
Michael Corleone’nin eski eşi Kay’e söylediği bu söz, yakınlarını koruma uğruna her şeyi göze alabilecek olan Tip 8 kişilikteki insanın doğal tepkisidir. ‘‘Baba’’ serisinin ilk filminden hatırlayacağımız üzere, Michael ailenin işlerinden uzak tutulan ve bunu kendisi de isteyen, okullu ve akıllı çocuk idi. Ta ki babasının suikaste uğraması ve ailede bunun için harekete geçen kimsenin olmadığı görene dek… O günden sonra Michael, istemeyerek de olsa Corleone ailesinin yönetimini eline almıştı.
Tip 8 kişilikler kendilerini rahat hissettiklerinde dünyayı, insanların birbirlerini desteklediği bir yer olarak görürler ve zayıflara yardım ederler. Fakat olayların kontrollerinden çıkmaya başladığını düşündüklerinde, güçlerini kaybetme korkusuna kapılırlar ve dünyayı bir kurtlar sofrası olarak görmeye başlarlar. Zayıflığı kabul edenin yaşama hakkı olmadığını düşünürler ve ne pahasına olursa olsun güçlü olmaya, görünmeye çabalarlar. Sert, acımasız ve müdahaleci olur ve zayıf gözükenlere saygı duymazlar. Öz abisi Fredo’nun ölüm emrini veren Michael, kendisine ömrünün sonuna dek vicdan azabı çektirecek böylesi bir kararı alabilmiştir, mesela.
İşlerini kendi başlarına görebilmek adına, fiziksel olarak kendilerini tüketene kadar mücadele ederler. Hatta bedensel sınırlarını kabul etmek istemezler. Michael’ın sıkça kendini gösteren, hatta onu ölümcül bir komaya sokan şeker hastalığına rağmen yıllarca ölümün kol gezdiği bir dünyada yaşamaya devam etmesi, işte bu ihtirasın sonucudur.
Tip 9 – Anger Management (Asabiyim)
“There are two kinds of angry people in this world: explosive and implosive. Explosive is the kind of individual you see screaming at the cashier for not taking their coupons. Implosive is the cashier who remains quiet day after day and finally shoots everyone in the store. You’re the cashier.”
– “Bu dünyada iki farklı öfkeli insan vardır: Dışarı patlayan ve içine atan. Dışarı patlayanlar hediye çekini kabul etmeyen kasiyerlere bağıran türdendir. İçine atanlarsa ona bağıran adama günlerce sessiz kalırlar ve sonunda marketteki herkesi vururlar. İşte sen kasiyersin.”
Dışarıdan son derece sakin, halim selim bir Dokuz’un içindeki gizli öfkenin ne kadar yıkıcı olabileceğini harika bir şekilde anlatan komedi filmiydi Anger Management. Baş karakter Dave Buznik son derece sakin, nazik, hakkının yenildiği zamanlarda bile sessiz kalarak öfkesini içine atan bir adamdır. Tipik bir Dokuz olarak çatışmadan kaçar. Çünkü aradığı şey huzurdur ve iç dengesini korumak için bir çok haksızlığa katlanır.
Kendilerini rahat hissettiklerinde ve kontrolün ellerinde olduğunu düşündüklerinde Dokuzlar, kendi değerlerini ve ihtiyaçlarının önemini bilirler. Fakat olayların kontrollerinden çıktığını düşündüklerinde huzur ve sükunetlerini kaybetmekten korkarlar. İnsiyatif almaktan kaçınırlar. Bir düşünce belirtmenin, bir ihtiyacı dile getirmenin, bir itirazı belirtmenin çatışma ve huzursuzluk çıkartacağını düşündükleri için geri planda kalmayı tercih ederler. İhtiyaçlarını dile getirmez, düşüncelerini genellikle kendilerine saklarlar. Var olan huzurlarını korumak adına birçok şeyi görmezden gelirler ya da feda edilebilir kabul ederler. Dışarıdan çok sakin görünürker ve hiç bir talep belirtmezler. Filmdeki karakterimiz de tam olarak böyle bir durumdadır. Fakat Öfke Yönetimi konusunda uzman olarak Dr. Buddy Rydell ile tanışması Dave’in hayatını bir çok açıdan değiştirir. Doktor sayesinde öfkesinin farkına varıp, bunu dışarı sağlıklı bir şekilde yansıtmayı öğrenir. Bunun yanı sıra kendi ihtiyaçlarının ve değerinin farkına varır. Tabii biz bu değişimi oturduğumuz yerden gülerek izleriz ama bir Dokuz için bu aşamaya ilerleyebilmek gerçekten hiç kolay değildir.