Hayatın hepimize ayrı ayrı hazırladığı ciddi engeller bir tarafa, gelişine akan yaşamlarımız içinde bizi canımızdan bezdiren, ruh halimizde dalgalanmalar yaratan zor anlar da yok değil. Çok basit çözümlerle üstesinden gelebileceğimiz bu anları üst üste yaşamak ve bunlar hakkında devamlı söylenmek neredeyse rutinimiz haline geldi. Peki nedir bu anlar?
1. Erken kalkmak:
Gönül isterdi ki Meksika tertibiyle çalışalım; sabah işe 11’de gidelim, 12:30-16:30 arası siesta yapalım, akşam 18:00 oldu mu “hadi bye bye diyerek evimize dönelim. Ama yine de çok iyi maaşlar alalım, elimizdeki işler ışık hızıyla bitsin. Var mı böyle bir dünya? Elbette ki yok… Ama bu yaşam enerjimizi kanırtan erken kalkma hadisesini ilk kim keşfettiyse eminim çok beddua alıyordur. 12 saat uyumuş da olsanız, sadece 4 saat uyuyabilmiş de olsanız, sabahları zor uyanıyor veya yorgun kalkıyorsanız o işte bir sorun var demektir.
2. Trafikte yaşlanmak:
Dünya üzerinden bundan daha net bir ömür törpüsü yoktur. Sabah erken kalkmakla ilgili bir probleminiz yok diyelim. Giyindiniz, kahvaltınızı yaptınız, evden çıkarken son kez aynaya şöyle bir baktınız: Bildiğin mutlusunuz! Derken metrobüs gerçeği ile yüzyüze geldiniz. Metrekareye 12 kişinin sığabildiği metrobüste samimiyetin doruklarına ulaşırken, 15 dakika önce içinizde yeşeren yaşam enerjisinden eser kalmadı, incir gibi küçüldünüz. Sırf yarım saat önce olmuş kazayı seyrede seyrede ilerleyen araçların yarattığı trafik ise cabası.
3. Hastayım, yaşıyorum:
Grip mevsiminin açılmasıyla birlikte, şirketler anaokulu gibi hastalık yuvası haline gelir, koca koca adamlar, 5 yaşındaki çocuklar gibi her gördüğümüz mikrobun resmen üzerine atlarız. Misal; 10 kişilik bir ofiste en az üç kişi gribe yakalanmışsa, bu o ofiste geri kalan tüm canlıların er geç gribi tadacağı anlamına gelir. Gripliyken işe gitmek yeterince işkence değilmiş gibi, gitmemezlik de yapamazsınız; zira aldığınız her izin temmuz ayında kumsalda bronzlaşarak ayak fotoğrafı çekeceğiniz güzel günlerin kısalması anlamına gelir.
4. Bittiğini düşündüğünüz sunuma 34447 revize almak:
Sizin için yeterince iyi ve anlaşılır olan bir metin için aldığınız tüm manasız revizeler sizi hayattan soğutabilir. Sırf karşınıza “ne kadar çok revize mali atarsam, beni o kadar çok çalışıyor zannederler” anlayışında biri denk geldi diye sektörünüze küsmenize gerek yok elbette. Zira o revize veren de başkalarından sürekli revize yiyor ve hep birlikte içine düştüğümüz kısır döngüye gün sonunda ara verip, metrobüse binerek evlerimize dağılıyoruz. He biz bu revizeleri yiyor muyuz? Yemiyoruz; o ayrı…
5. NYPD’dan emekli olan annenin merceğine takılmak:
“O beller hep açık, ayağına terlik giy, tabağını bitir, sebze ye, sabah kalkmak bilmiyorsun, akşam yatmak bilmiyorsun, Evladım şu boğazından azcık faydalı bir şeyler geçsin…”
50 yaşına bile gelseniz, boyunuz kadar çocuğunuz da olsa, annenizden bu cümleleri duymaktan kurtulamayacaksınız. Hayat misyonu sizin üzerinize titremek olan anne, öf’lediğiniz anda “anne olunca anlarsın” savı ile lafı “anne olunca bu kadar tuhaf cümleyi kurmaktan sen de büyük haz alacaksın” demeye de getiriyor olabilir. Bilemeyiz. Neticede annedir, vardır bir bildiği.
6. Kış mevsiminin sıkıcı gerçekçiliği ile yüzleşmek:
Evden çıkar çıkmaz yüzümüze vuran dondurucu soğuk, kat kat giyinerek robokopa benzemek, sabahın köründe bile yeterince aydınlık olmayan hava sayesinde İzlanda halkıyla gereksizce empati kurmak, spor yapmaya, sinemaya gitmeye hatta duş almaya üşenmek, her ay artarak gelen kombi faturasını gördükçe irkilmek, taksi, otobüs beklerken soğukla birlikte giderek hissizleşmek… Okurken bile içiniz karardı değil mi?
7. Mesaiye kalmak:
Kışın kombi peteğinin, yazın klimanın karşısına tüneyerek geçirdiğimiz iş hayatımızda fazla mesai, her daim bir angarya, her koşulda çölde karşılaştığımız kutup ayısı formundadır. Fazla mesai bizi çalışıyor gibi gösterse de ne uzayacağımız ne de kısalacağımız gerçeği göz ardı edilemez. Fazla mesai, daha fazla enerji, bedensel ve zihinsel motivasyon demektir.