Hafta sonu bastık Hatay’a gittik. Aslında biz basmadık uçak bastı. 1 saat 15 dakika içinde Hatay’a vardık; çünkü Hatay’da havalimanı var. Uçaklar tatlı tatlı inip kalkıyor. Bunu yazıyoruz çünkü “Hatay’a gitçez biz” dediğimizde herkes “Adana’dan mı gitçeksiniz, Antep’den mi gitçeksiniz” diye darladı da darladı. Hatay’dan gitçez işte ya! Havaalimanı olan yere neden manyak gibi Antep’ten aktarma yapalım.
O kadar çok sordular ki Hatay Havalimanı’na indiğimizde görevliye “abi burası Hatay di mi” diye sorduk. Hataymış. Havalimanı 2007’nin sonunda hizmete girmiş. Çünkü biz konuşuruz öbürküsüler yaparmış! Yok, bu son dediğimizi aslında demedi. Çünkü Hatay’ın büyük bölümünde hükümete karşı mesafe var. Sadece hükümete karşı değil medyaya karşı da var. Neyse, bu konuya sonra değiniriz.
Uçaktan inince Havaş otobüsüne doğru giderken kırmızı yanaklı tombik bi çocuk önümüzü kesti. Abi dedi Havaş 12 Lira dedi, siz dört kişisiniz dedi, 15 verin 60 Liraya taksi otelinize kadar götürsün dedi. Havaş otelinize kadar götürmez dedi. Çocuk çok sert bakıyordu ama bunları çok tatlı bir şiveyle söyledi. Bu tatlı sert havasıyla bizi hemencik ikna etti ve mini Hatay gezimiz başladı.
Çağlar abi çok süper bi taksici bize rehberlik yaptı
Hatay’ın ortasında Asi Nehri geçermiş, şehri ikiye bölermiş. Ortasından geçince haliyle öyle oluyordur. Asi Nehri adı gibi asi bir su. Haritadaki gibi Türkiye’den doğup Suriye’ye gitmiyor. Haritalarda ülkemiz Suriye’nin üstünde durduğu için bize öyle geliyor. Asi, Bekaa Vadisi’nin oralarda doğuyor ve Antakya’dan geçerek Akdeniz’e dökülüyor. Antakya diye de Hatay’ın merkezine deniyor.
Dünyanın en büyük 3. şehri Türkiye’de!
Çok çakal medyacılar olduğumuz için başlığı kandırmaçlı attık ki ilginiz dağılmasın. Büyük olmasına büyük ama antik çağların büyüğü. Antakya’nın yaklaşık üç yüz bin nüfusuyla Roma İmparatorluğu’nun 3. dünyanın 4. büyük kenti olduğu söyleniyor. Bu topraklarda dev bir tarih var. Öyle ki telefonda arkadaşınıza şehrin Arkeoloji Müzesi’nde gördüğünüz bir heykelden bahsediyosunuz, kulak misafiri olan esnaf “abi o bizim tarladan çıktı” diyor.
Antakya’nın kaderini belirleyen tarihi olay ise alemlerin en sayko İmparatoru Büyük İskender ve Pers kralı Darius arasındaki İssus Savaşı. Darius zamanın şekilli liderlerinden olsa da o dönemler bahislerde İskender için “tek başına 3,5 üst yapar” diye konuşuluyor. Öyle de oluyor; hatta Darius savaş meydanından 3,5 atarak kaçarken savaş başlığını bile düşürüyor. Sonrasında İskender, Babil’de (Babylon) ölünce komutanları arasında paylaşılan topraklardan Antiocheia yani Antakya doğuyor.
Otelimiz mis gibi kokuyor
Şimdi reklam yapıyosunuz falan diyeceksiniz, isterseniz diyin ama önce bi dinleyin. Ayrıca parasını verdik de kaldık hayret bişii. Savon Otel, Osmanlı zamanında bir sabun fabrikasıymış. Dönemin Osmanlı mimarisini yansıtan bina sonradan restore edilmiş ve güzel bir otele dönüşmüş. U şeklinde yayılan yapının ortasında geniş bir avlu var. Avluya dört yandan taş merdivenlerle iniliyor. İnsan kendini Alaaddin’in Sihirli Lambası atmosferinde hissediyor. Ortadaki masaları görmezden gelin, avluya sadece düğün – mezuniyet gibi özel günlerde masa çıkartılıyor.
Hatay denince Haytalı
Bu bir tatlı! Hayır bu bir dondurma! Hayır hayır bu bir şurup! Sakin olun. Bu hepsinin birleşimi, tatlılar aleminin süpermen’ı olan Haytalı. İçeriği muhallebi üstü dondurma ve kenarlara gül şurubu. Haytalı, vanilyası Suriye’den gelen fantastik, otantik, orgazmik, gigantik bir lezzet. Affan Kahvesi bu tatlıyı özel soğutulmuş alüminyum döküm kaşıklarda sunarak bir geleneği de devam ettiriyor.
Mekana ön cephedeki kıraathanenin içinden giriliyor. Buranın müdavimi yaşlı amcalar turist halinizi bir süre süzüp sonra kafalarını yeniden sonsuzluğa çevirerek umarsızca oturuyorlar. İster onların yanında, ister arkadaki sarmaşıklı bahçede oturabiliriz. Bahçeye geçiyoruz. Bahçede herkes haytalısıyla selfie çekiliyor. Duvarda Hatay’ın haytalısının Adana’nın bici bicisinden farkını anlatan bir de resim var. Sıkça karıştırılıyormuş.
Affan’da Türk Kahvesi içmeyi de ihmal etmeyin. Burada kahve, çay bardağında sunuluyor. Hikayesi ise şöyle: 70’lerde ülkede kahve satışı yasak; ama burası adı üzerinde bir kahve. Dükkanın sahibi Züheyr Sahilli kahveyi önlüğünde saklayıp ikramı da durum çakılmasın diye çay bardağıyla yapmaya başlamış. Soran olursa müşteri evimden getirdim kahvemi diyormuş. Yasak bu şekilde deline deline, vatandaş kahveyi bu şekilde içmeyi benimsemiş.
İpek ve bakır almayın
Yani alın tabi güzel kumaşlar var ama Hatay’a özgü diye almayın. Biz demiyoruz Uzun Çarşı’da gezerken adres sormak için girdiğimiz bir esnaf amca diyor. Arap etkili şivesiyle bölgenin ipek ve bakır esnafına saydırıyor da saydırıyor. İpek Bursa, İstanbul hatta Çin’den geliyormuş. Vitrine bir dokuma tezgahı koyup kandırıyorlar milleti diye anlatıyor amca. “Sabun alın, künefe alın, yiyin için ama bu sahtekarlara para kaptırmayın” diyor. Esnaf amca kendini konuya iyice kaptırınca gözleri Şuppiluliuma heykeli gibi açılıyor. Şuppiluliuma kim mi? Lütfen ama!
Hatay Arkeoloji Müzesi
Gözleriyle ünlü Şuppiluliuma heykeli işte bu arkadaş. 1.5 metre boyunda, 1.5 ton ağırlığında devasa bir heykel. Arkeologlar Hitit dönemine ait kral Şuppiluliuma’ya 2012 yılında ulaştılar. Sakalı ve bukle bukle saçlarıyla Kral Şuppiluliuma tam 3000 yıl sonra Haytalı gibi açtığı gözleriyle yeniden gün yüzüne çıktı. Şuppiluliuma’nın gözleri müzedeki bazı mozaiklerde olduğu gibi deforme edilmiş değil. Bunlar onun orijinal gözleri. Karşısında durup ona bakarken dünyanın ne kadar minik bir parçasında yer aldığımızı ve gerçek değerimizi anlıyoruz. Müzedeki galerilerin bir kısmı Roma dönemine ait mozaiklerde yaşanan restorasyon skandalından ötürü şu an kapalı.
Söz mozaiklere gelmişken söyleyemeden geçmeyelim halk çok dertli
“Muhteşem bir müze oldu orası ama sadece mozaik olayını konuştu medya” diyorlar. Bölge Reyhanlı faciasından sonra yaşadığı travmayı tam olarak atlatamamış. Bir dokununca bin ah geliyor. Şehre turlar yeniden sefer yapmaya başlasa da halk patlama öncesindeki turizm günlerini hâlâ mumla arıyor. Tabi bir de suriyeli sığınmacılar meselesi var. Hatta esas mesele o. Güvenlikten ziyade ucuz iş gücü ve orantısız insan seline bozuluyorlar. Ekmeklerinden olduklarını düşünenlerin sayısı hayli fazla. Konu açılınca “insaniyetse insaniyet; ama biz de insanız” diyorlar.
Müzedeki mozaik skandalına bu yüzden çok bozulmuşlar. “Tam başımıza iyi bişey geliyor, hemen arkasından bir skandal patlıyor” diyerek öfkeleniyorlar. Bu arada müze konusunda haklılar. Gezmeye sabah başlayıp bir tam günü ayırmalısınız.
Gidersek ne olur IŞİD bizi keser mi
Valla biz gittik, çok da sevdik. Konu güvenlikse bizim coğrafya her dönem sakattı, yine sakat. Örneğin uçaktan indiğimizin ertesi günü Uzun Çarşı’da dolaşırken Twitter’dan “Türk F-16’ları Hatay’da Suriye hava aracını vurdu” haberini okuduk. Normal şartla altında bir insan böyle bir haber okuyunca panikler. Bizler “Hava aracı ne ki ya” diyerek çarşıdaki meşhur PÖÇ Kasabı’na tepsi kebabı yemeye girdik. Sonra içeride bir de kağıt kebabı gördük. Turist olduğumuz için “Yıeaa bis tepsi kebabı yiyces ama kağıt kebabını da merak ediyoruuss” dedik. Biraz ondan biraz öbüründen yapıp getirdiler. Sonra bizim hava aracının drone olduğu ortaya çıktı. Biraz güldük ve birer de lahmacun söyedik. Acayip güzeldi.
Yüzüklerin Efendisi I: Şelale kardeşliği
Hatay merkezden yani Antakya’dan ayrılıyoruz. 20 dakika kadar sonra Harbiye’deyiz. Şelale tabelasını görüp yokuşun başında hafif bekliyoruz. Görevli gibi bir abi gelip “devam et abi arabayla girebilir” diyor. Yokuştan aşağı yürüyen insanlara bakıp “emin misin abi” diyoruz, “gir abi gir” diyor, “sağol abi” diyoruz. Hatay’da insanlar birbirine karşı saygılı ve yardımsever. İnanmazsınız karşıdan karşıya geçerken arabalar yavaşlayıp yol bile veriyor.
Yokuştan aşağı yavaş yavaş iniyoruz. Naaptın yardımsever abi! Nasıl soktun bizi buraya araçla. Çok utanıyoruz, burası asla trafiğe açılmaması gereken bir doğa harikası; ama açmışlar bir kere. Utancımızdan aracı ilk gördüğümüz park yerine bırakıyoruz. Tabi ki burası bir restorana ait. Mecburen orada bişiiler yiyip içiyoruz. Aşağıya asla araçla devam edemezdik. Frodo’nun köyünde rent a car ile dolaştığınızı düşünün! Yakışık alır mı?
Şelale adı üzerinde dört bir yanında suların çağladığı bir masal diyarı. Antik Daphne kentininin merkezi. Efsaneye göre çapkın Zeus’un babasına çeken oğlu Apollon, ırmak kenarında gördüğü güzel Daphne’ye aşık olur ve kızcağızı takip eder. Daphne, Apollon serserisinden kurtulamayacağını anlayınca “Ey toprak ana beni ört, beni sakla, beni koru” diye yalvarır. Daphne ağaca dönüşür ve gözyaşlarının Harbiye’deki şelaleleri meydana getirir.
Bölgenin gözleri sadece efsanelerde yaşlı değil. Şelale’den çıkar çıkmaz Gezi direnişindeki kayıp canlarımız için yapılmış Ali İsmail Korkmaz Parkı’nı ve Gezi Şehitleri Anıtı görmek mümkün. Hediyelik eşya satan dükkanlardaki minik halılara Esad’tan Ahmet Kaya’ya, Kılıçdaroğlu’ndan Deniz Gezmiş‘e Mahir Çayan’a kadar suratlar dokunmuş. Bilin bakalım bir tek kimin sıfatı yok?
Yüzüklerin Efendisi II: Titus Tüneli
Fotoğraf: Güneş B. Kocatepe
Bu filmden örnekler verip duruyoruz çünkü şehrin hem tarihi hem coğrafi özellikleri tam bir epik destan havasında. Örneğin Amik ovası Orta Dünya’nın Rohan düzlükleri gibi uzanıyor. Harbiye ve Defne’den uzaklaşıp Samandağ’a doğru giderken ise bizleri Argonath’ın Krallar Kapısı’nı andıran bir geçit bekliyor: Titus Tüneli.
Antik çağların bu mühendislik mucizesini resimlerle ya da yazıyla anlatmanın imkanı yok. Çevlik tabelaları tarafından giderken Seleukia Pierria antik kentini göreceksiniz. Burada mağaralara oyularak yapılan Beşikli Kilise, kaya mezarları ve efsanevi Titus Tüneli bulunuyor. Burayı mutlaka ama mutlaka görmelisiniz. Ama mutlaka.
Romalılar zamanında MS 1. yüzyılda yaptırılan tünel bundan 2000 yıl öncesinin teknolojisinin nelere kadir olduğunu gösteriyor. İnsan 2000 senede gelebildiğimiz seviye ancak duble yol mu demeden edemiyor. Yaklaşık 1.5 kilometrelik bir kanal düşünün. Bunun 143 metresi dev bir kaya (aslında dağ) oyularak yapılmış. Tünelin yapımına dağdan gelen sel suları kentin limanına taşınca karar verilmiş. Tam 10 yılda tamamlanmış. Binlerce köle ve asker Titus Tünelini adeta iğneyle oymuş. Görmek isteyenler kaymayan bir ayakkabı ve fenersiz yola çıkmasınlar. Özellikle kapalı tarafında ıslak ve kaygan yerler var. Dönüş yolunda Samandağ sahilinde ya da İskenderun’un da ötesindeki Arsuz’da denize girebilirsiniz. Buralar aynı zamanda bölgenin yazlıkçı mekanları.
Yüzüklerin Efendisi III: Musa Ağacı
Resme aldanmayın o gövdeyi el ele ancak 10 kişi çevirebiliyor
Samandağ rotasına Hıdırbey Köyü’ndeki Musa ağacını da alınız. 1000 yaşındaki bu anıt çınarın Hz. Musa’nın su kenarında unuttuğu asasının yeşerip bir fidana dönüşmesiyle oluştuğuna inanılıyor. Yüzüklerin Efendisi’ndeki yürüyen ağaçları andıran bu mucizevi canlının içinde bir insanın rahatlıkla girebileceği kadar büyük bir oyuk bulunuyor. Ama girmeyiniz, ağaç koruma altında.
Buraya kadar gelmişken Türkiye’de yaşamın devam ettiği geriye kalan tek ermeni köyü olan Vakıflı’ya da mutlaka uğramalısınız. Yaklaşık 150 kişilik temiz, bakımlı ve şirin bir köy burası. Ayrıca organik tarımla uğraşıyorlar. Vakıflı Köyü Kadınlar Kolu adında minik bir kooperatifleri de var. Envai çeşit likör, yağ ve muhteşem nar ekşisi üreten bu teyzeler siparişlerinizi kargoyla evinize kadar yolluyorlar. İnternet siteleri www.vakiflikoy.com, sipariş için ise telefon: 0534 705 83 33
İnanç, inanç ve daha çok inanç
Bölge tarih boyunca farklı din ve mezhepleri bir arada barındırmış. Vatikan tarafından haç yeri ilan edilen ve dünyanın ilk kiliselerinden kabul edilen St. Pierre Kilisesi, İçinde İsa’nın havarilerinin mezarları bulunan Habibi Neccar Camii (sonradan camii olmuş), Aziz Pavlus Ortodoks Kilisesi ve Aziz Simon Manastırı Antakya’daki önemli ibadet yerleri.
Ne yesek nerede yesek
Hatay’da yeme içme et ağırlıklı. Balık için Samandağ tarafından İskenderun’a doğru devam etmelisiniz. Yöresel yemekler için Hatay Sultan Sofrası’nı tercih edebilirsiniz. Burası hayli meşhur bir restoran. İçeride tur grupları varsa girmeyiniz; çünkü aç ve sabırsız emekli turcu teyzelerden oluşan grupların arasında kalmayı gerçekten de istemezsiniz. Böyle, işaret parmaklarının ucuyla belli belirsiz dürterek iteliyorlar insanı. Nasıl tehditkar bir hareketse rakip anında ekarte oluyor. Eaay IŞiD vardır gitmeyiz diyenler: Tur teyzeleri emin olun daha tehlikeli.
Ara sokaklarda kendi keşfedeceğiniz yerlerden de hayli tatmin olacaksınız. Hatay’da bir süredir eski Antakya evlerini restore edip restoran açma eğilimi başlamış. Bunlardan Sveyka Restoran’a mutlaka gidiniz. Gözlük sapları beyaz bir şef garson var. Zaten o gelir sizi bulur, hiç menüyle falan uğraşmayın onu bekleyin. Ayrıca Ala Restoran’ı da denemelisiniz. Burada da mekanın sahibi Nevin Hanım’ın sözlerini dinleyiniz, pişman olmazsınız. Aslında genel olarak Hatay mutfağı hakkında çok bir bilginiz yoksa olayı garsonlara bırakmanız en iyisi. Onlar halden anlıyorlar. Zaten nereye kadar bileceksiniz, burası Unesco’dan “gastronomi şehri” ünvanını kapmış bir şehir. Yöreye has 600 çeşit yemekleri var. Unutmadan Künefe için adres Ahmediye Camii’nde Yusuf Usta’nın Yeri.
Kapak Fotoğraf: Predatorz – Foto Kritik