“Kim ya bu Haşhaşiler? Neden bu kadar nahoş bir isme sahipler?” dediğinizi duyar gibiyiz. İşte tam da bunun için sizlere bir liste hazırladık.
Haşhaşiler ile ilgili bilgilerin gerçekliği kanıtlamadığı için, söylenilenlerin çoğu bir çeşit rivayet olarak kabul görmekte. Aslında Haşhaşiler kesimleri ikiye bölmektedir. Kimi insanlar anlatılan bu hikâyelerin Batı’nın İsmaililer’i kötülemek adına attığı iftiralar olduğunu düşünmekte, kimileri de, tabir-i caizse, ateş olmayan yerden duman çıkmayacağını dile getirmektedir.
Not: Listedeki bazı (temsili) görseller rahatsız edici olabilir, “baştan” uyaralım.
Neden “Haşhaşi” ?
“Haşhaşi” kelimesinin anlamı 19. yy. ‘a kadar tartışma konusu olmuştur. Silvestre de Sacy’in 19 Mayıs 1809 tarihinde yayınladığı Institut de France bildirisinde, ilk kez Haçlı Seferleri’nde kullanılan “suikastçı, kiralık katil” anlamına gelen “assasini, assissini, heyssisini” kelimelerinin Arapça kökeninin “haşhaş” olduğunu dile getirmiştir.
Stacy, tarikatın, Arapça’da “kuru ot” ve “hayvan yemi” anlamına gelen, fakat zamanla uyuşturucu etkisi olan hint keneviriyle özdeşleşmiş olan “haşhaş” alışkanlığı olduğundan değil; haşhaşın farklı amaçlarla (cennet vaadi gibi) kullanıldığı için tarikatın bu ismi aldığını düşündüğünü söylemiştir. Bazı kaynaklar, aslında Haşhaşi tarikatı olarak bilinen tarikatın müritlerine “bekçiler, sır bekçileri” anlamına gelen “Fedayin” de denildiğini söylüyor.
Haşhaşi ya da haşişi görevini üstlenmiş olan kişilere “dai” denir. Bu, İsmaililer’de büyük fedakârlıklar yapan fedailerin ulaşabilecekleri rütbedir. Dailer, fedaileri eğitmekle görevlidirler.
Fedailerin lideri Hasan Sabbah
Hasan Sabbah, 11. yüzyıl ortalarında On İki İmam Şiiliği’nin kalesi olan Kumm kentinde dünyaya gelmiştir. Kendi otobiyografisinde 17 yaşına kadar sürekli bir biçimde bilgiyi araştırdığını ve bir âlim olmak istediğini söyleyen bu zat, dini eğitim alırken İsmailili bir refikle karşılamış ve bu karşılaşma onun hayatını değiştirmiştir. Birçok vakanüs onun keskin zekâsının yanında, astronomi, büyü, aritmetik ve daha birçok alanda bilgili bir kişi olduğunu söyler.
Rivayetlerin hepsinin ortak bir yönü var ise, o da Hasan Sabbah’ın keskin zekâsı ve ileri görüşlülüğüdür. Tam bir hırs adamı olduğundan kendisine yakıştırdığı sıfatlardan “el-muntakim”, “intikam alan” manasına gelmektedir. Kalesine şarabın girmesini dahi yasaklamıştır. Yine rivayetlere göre; iki oğlunu tarikat görüşlerine aykırı davrandıkları için öldürtmüştür.
“Hasan Sabbah, Ömer Hayyam ve Nizam’ül-Mülk sınıf arkadaşıydı” iddiaları
Bu üç arkadaş aralarındaki bir antlaşmaya göre; hangisi iyi bir mevkiye gelirse, diğerleri ona yardım edeceklerdir. Nizam’ül Mülk sarayda vezir olmuş ve Hasan Sabbah’ı da yanına almıştır. Fakat Hasan Sabbah’ın gözü yükseklerdedir.
Zekâsı ve çalışmalarıyla Hasan Sabbah’ın sarayda dikkat çekmesi, Nizam’ül-Mülk’ü ayağının kayacağı konusunda telaşa düşürmüş ve Hasan Sabbah’a türlü oyunlar düzenlemiş ve Hasan Sabbah da bunun üzerine saraydan kovulmuştur. Mısır’a kaçtığı sırada haşhaşın etkilerini öğrenmiş ve oradan Suriye’ye geçmiştir.
Birçok tarihçiye göre bu durum efsanedir. Çünkü Nizam’ül-Mülk ile Hasan Sabbah ve Ömer Hayyam arasında 30-40 yaş fark görülmektedir.
Alamut Kalesi tarikat bölgesi olarak seçiliyor
Hasan Sabbah, İslam’ı zorla kabul etmeyen, toprakları zor fethedilen, savaşçı ve eski gelenekleri sürdüren yerli bir halkın kontrolünde olan Deylem bölgesine yerleşmiş; burada müritler toplamıştır. Selçuklular’la mücadele ederken rahat edebileceği, ulaşılmaz bir yer aramış ve Elbruz Dağları’ndaki Elemût Kalesi’nde karar kılmıştır.
Kalenin alınışı
Kale, daha önce Selçuklular’dan burayı almış olan Zeydiler’den Mehdi’nin elindedir. Hasan Sabbah bölge halkını ve Alamut’ta yaşayanları kendi cephesine doğru çekmeye başladıktan sonra, 4 Eylül 1090 tarihinde gizlice kaleyi almıştır. Bazı İranlı tarihçilere göre; Mehdi’ye 3.000 dinar altın değerinde bir senet verdiği de söylenmektedir. Bir başka rivayete göre de şöyledir: Alamut Kalesi’nin kumandanına bir dananın derisinin çevreleyeceği yer kadar toprak karşılığında 2.000 altın vadetmiştir. Kumandan teklifi oldukça makul bulup kabul etmiştir. Bunun üzerine Hasan Sabbah dananın derisini santim santim kesip kalenin dar geçişini kapamış, “Kale benimdir .” demiştir.
“Kartal Yuvası”
Rivayetlere göre kale, Deylem krallarından biri tarafından inşa edilmiştir. Kral, kartalını salmış ve kartalın konduğu yere bir kale yaptırmıştır. Bu nedenle Alamut Kalesi’ne “Kartal Yuvası (Öğretisi)”, bazı kaynaklara göre de “Cezalandırma Yuvası” denilmektedir.
Tarihin ilk siyasi cinayet azmettiricisi
Nizam’ül-Mülk seneler sonra Alamut Kalesi’ni 4 ay kadar kuşatmış ama başarısız olmuştur. Sonrasında Nizam’ül-Mülk’ün, çadırında, bir Alamut fedaisi tarafından öldürüldüğü söylenmiştir. Bunun, Hasan Sabbah’ın emriyle gerçekleşen bir suikast olduğu düşünülmüş ve bu yüzden “Dağın Şeyhi Hasan Sabbah” kitabında, “tarihin ilk siyasi cinayet azmettiricisi” olduğu dile getirilmiştir.
Tarihe “intihar” kelimesinin kazandırılması
Rivayete göre; Hasan Sabbah, kalesini ziyarete misafirlerine hem gösteri olsun diye hem de müritlerinin ona bağlılığını göstermek amacıyla, tepede bulunan fedailerinden 3’üne işaret ederek atlamalarını söylemiş; onlar da tereddüt dahi etmeden atlayınca misafirleri çok etkilenmişlerdir. Tarikatta haşhaş kullanıldığına dair kanıt niteliğinde en çok verilen örneklerden biri budur. Çünkü böyle bir şeyi ayık olan kimsenin yapamayacağı düşünülmüştür.
Cennete gidip geldiğini sanan fedailer
“Haşhaşiler” dendiğinde akla ilk gelen “cennet vaadi” olur. Birçok cemaat ya da tarikat, üyelerini “bizimle olursan, öldükten sonra cennete gideceksin” vaatleriyle yoğursa da, rivayetlere göre Haşhaşiler’de bu durum “dünyada” da gerçekleşmiş durumda.
Şöyle ki; fedailer haşhaşla mayıştırılıyor. Daha sonra upuzun taş bir yolda (yolun her iki tarafı sütle basılmış ve kurutulmuş haşhaş tütsüleri ile bezenmiş bir hâlde) ilerliyorlar. Bu yolculuk sayesinde, hem psikolojik hem nörolojik açıdan birazdan göreceklerine hazırlanıyorlar. Gözlerini açtıklarında kendilerini, her çeşit güzel kızların, rengârenk çiçeklerin, dünyanın dört bir yanından getirilmiş hayvanların ve mis gibi kokuların olduğu bir yerde açıyorlar. Burayı “cennet” sanıyorlar. Tekrar haşhaşla uyutularak odalarına götürülüyorlar. Ve tekrar o ”cennet”e gidebilmek için Hasan Sabbah ne derse, ne isterse yapmaya hazır oluyorlar. Fakat o cennet, aslında çok yakınlarında, sadece Alamut’un arka bahçesindedir!
“Ben istemez miydim ki o hançer sert taşa değil de, sultanın yumuşacık göğsüne saplansın!”
Melikşah’ın ölümünden sonra tahta geçen Sultan Sungur, İsmaililer’in üzerine ordu göndermeye hazırlandığı sırada, bir sabah yastığının başında saplanmış bir hançer bulur. Ertesi gün saraya gelen elçi Sungur’a bir mesaj verir. Mesajda şu yazmaktadır: “Ben istemez miydim ki o hançer sert taşa değil de, sultanın yumuşacık göğsüne saplansın! Bizimle uğraşmaktan vazgeç.” Hançeri saplayan, Hasan Sabbah’ın yetiştirip saraylara sattığı cariyelerden biridir. Hasan Sabbah’ın güzel kadınları, bir yandan saraylarda cariyelik yaparken, bir yandan da şeyhlerine hizmet ediyorlar, emirlerini uyguluyorlardı. Sultan Sungur, Hasan Sabbah’la baş edemeyeceğini anlayınca kendini geri çekiyor.
Kılsız adamlar Haşhaşiler’in karşısına çıkıyor
Büyük Selçuklu Devleti Haşhaşiler’le başa çıkamayacağını anlayınca karşılarına Cavlakiler’i dikti. Bu örgüt; siyasi güç adına dini emellerine âlet etmekten çekinmeyen, bu uğurda suç işleyen ve son derece tehlikeli bir örgüttü. Saçı, sakalı, bıyığı, hatta kaşlarını bile kazıyarak ne vücudunda ne de kafasında en ufak bir kıl ya da tüy bırakmayan müritlerden oluşan bir tarikattı. Dilimize “cascavlak” kelimesini kazandırmışlardı.
Yenilmez savaşçılar
Müritler, yalnızca sadakatleri ile değil; aynı zamanda güçlü fedailer olmalarıyla da ün salmışlardır. Hasan Sabbah’ın da çok güçlü bir savaşçı olmasının yanında, müritleri de çok ağır eğitimlerden geçiyorlardı. Ancak o şekilde fedai olabiliyorlardı. Savaş taktikleri dışında İslam, güzel sanatlar, tarih, coğrafya gibi alanlarda da eğitimler gören fedailer, rivayete göre; Hasan Sabbah’ın emriyle, nefeslerini, bilinçlerini kaybedinceye dek tutarak dayanıklılıklarını güçlendirmiş, bedenlerine hakim olmayı öğrenmiş ve kapısına dayanan Büyük Selçuklu’yu savaşmadan dahi gönderebilecek bir seviyeye gelmiştir.
Sahte düzeneklerle yeni müritleri hayran bırakma
Rivayete göre; Hasan Sabbah’ın kabul odasının zemininde dar ve derin bir kuyu vardır. Fedailerden biri, yalnızca boynu ve başı gözükecek şekilde oraya dikilir ve inandırıcı olması için üstüne kan dökülürdü. Acemi mürit, odaya girdiğinde kesik gözüken baş dile gelir, “cennet”e gittiğini ve oranın güzelliklerini anlatır ve sonrasında fedainin başı gerçekten kesilirdi. Aslında onun öncesinde de ölü olduğu, istediklerinde onu canlandırabildiklerini söylerler ve yeni müritler hayretler içerisinde kalır, bir an önce Haşhaşi fedailerinden biri olabilmek için can atarlardı.
Zehirli hançerle işlenen uluorta cinayetler
Fedailer kurbanlarını özellikle halk içerisinde, herkesin görebileceği yerde, boyunlarına zehirli hançer saplayarak öldürürlerdi. Ayrıca yakalanan hiçbir fedai olmamıştır; çünkü yakalanan kimse, hançeri önce karşısındakine, sonra kendine saplardı.
Tapınak Şövalyeleri (Templiyer) Haşhaşiler’i örnek alıyor
Alamut’a gelerek, burada Hasan Sabbah’ın kurduğu sistemi gözleriyle gören şövalyeler, ilk ağızdan duydukları bilgileri kendi organizasyonlarına uyguladılar. İsmaililik’i derinlemesine incelemeye başlayan ve Katolik kilisesinden uzaklaşan Templiyerler, zamanla güçlü bir örgüt kurarak tüm Avrupa’ya yayıldılar. Tıpkı İsmailiye gibi, beyaz dışında kırmızı rengi de kendilerini tanımlamak için kullandılar.
Marco Polo’nun seyahatnamesi
Alamut Kalesi ile ilgili “kafa karıştırıcı” tüm bu bilgilerin, aslında Marco Polo’nun anılarına dayandığı söylenir. 1273 yılında İran’dan geçmiş olan Marco Polo, seyahatnamesinde, Haşhaşiler’in “cennet hikâyesi”ni uzun uzadıya tasvir ederek anlatmıştır. Gerçekten bunlara şahit olmuş mudur, yoksa Haçlı Seferleri’nden dönenlerden duyarak mı aktarmıştır; bilinmemektedir.
Bir Devrin Bitişi: Hasan Sabbah hastalanıyor
Hasan Sabbah hastalanarak yatağa düştüğünde halefi olması için Lemeser komutanı Kiya Buzrug Ummid’i seçmiş ve kendisini misyonerlik faaliyetlerinin başına getirmiştir.
Alamut’un yıkılışı
Hasan Sabbah’ın halefi olarak seçtiği Rudbarlı bir Türk olan Kiya Buzrug Ummid, 14 sene “Elemût Piri olur. Elemût Devleti 1256’da Moğollular tarafından yıkılıncaya kadar, aynı soydan İranlılar yönetime gelmişlerdir.
New York Bestseller listesinde “Haşhaşiler” hakkında bir kitap
Alamut Kalesi, Hasan Sabbah ve Haşhaşiler’le ilgili olarak ülkemizde ve ülkemiz dışında da birçok kitap yazılmıştır. “Hasan Sabbah Gerçeği, Cennetin Fedaileri, Alamut’un Fedaileri” bunlardan bazılarıdır. Yazılan kitaplardan el bilinenleri; Vladimir Bartol – Fedailerin Kalesi Alamut, Bernar Lewis – Alamut Kalesi ve Hasan El Sabah, Amin Maalouf – Semerkant’tır. Bernar Lewis’in “Alamut Kalesi ve Hasan el Sabbah” kitabı, New York Bestseller listesine adını yazdıran kitaplardan olmuştur.
Video oyununa ilham olmuşlar
Hasan Sabbah’ın müritlerinin, tek bir işaretiyle tereddütsüz intiharı, “Assassin’s Creed” adlı ünlü video oyununun temeli olmuştur.
Acaba Hasan Sabbah’ı Polat Alemdar mı oynayacak?
Pana Film, Kurtlar Vadisi ekibi ile Haşhaşiler tarikatı ile ilgili bir dizi projesi yapacağını duyurdu. Büyük Selçuklu Dönemi’ni anlatan dizide Hasan Sabbah’ın yanında, Ömer Hayyam, Alparslan gibi ünlü tarihi karakterlerin de yer alacağı söylendi.