Hasan Ali Toptaş’ın eserlerinde yarattığı karakterler, yazının da ötesinde başka bir yerde duruyor. İçinden dağ veya nehir geçiyorsa oranın fotoğrafını çekiyor okura. Mevsim kışsa kar yağdırıyor, sonbaharsa yaprak döküyor. Yazarın kurduğu her cümle, aslında söz konusu fotoğrafın hayal kaynaklarını oluşturan birer parça oluveriyor.
“Ölü Zaman Gezginleri” adlı kitabı da yazarın aynı duygulara yol olan öykülerinden oluşuyor. Bu öykülerden derlediğimiz parçaları sizler için listeledik.
1. “O gün, Tanrı’nın kendine sorduğu en zor bilmeceydin sen ve ben, çözmek bana düşmüş gibi sevinçliydim…”
“…Çekirdek çıtırlıklarıyla kırmızı iğde kabukları arasında kaybolamayacak kadar güzel ellerin vardı, parmakların her yana dağılan soruları ve küçük değişikliklerle süslenemeyecek kadar büyüktün…”
2. “Balkondaki birlikteliğimiz ayrılığı besliyordu hiç kuşkusuz ve biz susuyorduk…”
“…Dalıp gitmeler, birbirimize doğru eriyip akarcasına gülümsemeler, kirpik düşürüp kaş kaldırmalar sözlerden daha anlamlıydı. Kuralsız bir tapınışı sürdürüyorduk belki; çağlar öncesiyle iletişimini koparmamış birkaç hücremizin ilkel sarhoşluğuna kapılmıştık…”
3. “Şimdi sen bu satırların sonuna geldiğinde, hiç kuşkusuz beni tanımak için ne kahkahalardan yola çıkacaksın, ne de hıçkırıklardan…”
“…Yalnızlığıma damlayan şarap lekesi yetecek sana.”
4. “Gitmek fiilinin altını çift çizgiyle en güzel trenler çizebilirmiş ona göre…”
“…Otobüs koltuğunda Ramses gibi kıpırdamadan oturanlara, yolculuk ediyor denemezmiş doğrusu. Sonra, trenler her zaman bir sır taşıma olasılığı taşırlarmış. İnsanlar vagondan vagona geçtikçe, tuvalete, restorana gidip geldikçe, ilginç şeylerle karşılaşabilirmiş insan…”
5. “Bir an, her şeye geç kaldığımı düşündüm o sırada; dut ağaçlarının gölgesinde yatan köy evimiz hızla geçti gözlerimin önünden…
“…Oğlum hızla geçti ve geçerken yüzü babamınkine karıştı, sonra köy bekçisini hatırladım nedense, yıkadığımı çamaşırları, kibrit çöpünden yapılmış denizaltı maketini ve balkondan gördüğüm o çılgın adamı hatırladım…”
6. “Yaşamı biriktirenler yalnızca bize yeni bir bulunmaz doğursun diye biriktirmiyorlardı kuşkusuz…”
“…Kimileri vardı ki o yaşamın içinde, bulunmaz’ı bulmak için yaratıldıklarına inanan birer sürek avcısıydılar ve henüz sözcüklerle sınırlandırılmamış olan her şeyin peşindeydiler…”
7. “Kimi zaman, sana diyeceklerimi tutup onlara desem diyorum, sana susacaklarımı onlara sussam…”
“…Sonra sen gelip bir sazan seçsen sözgelimi, kırmızı bir çekime kapılıp gene o bakkaldan bir şişe şarap alsan ve yavaş yavaş eve doğru yürüsen…”
8. “İşte, her şey bunu anlamakla başladı bence. Hiç kimsenin uzlaşma ânında kendisi olamayacağını düşünerek, tanışmamızı kocaman bir yalana benzetiyordum…”
“…Bu durumda, şamdanlar da yalandı hiç kuşkusuz, masklar, garsonlar, o çarıklar, masalar ve sandalyeler de yalandı…”
9. “İşte, o gözlerin yıllar sonrasına yuvarlanıp gelmişiydi portakal yanaklı kadının evindeki Alev’in gözleri…”
“Ne zaman kapı çalınsa, silah sesi işitmişçesine birdenbire yerinden sıçrardı…”
10. “Telaşla giyindim. Önce çiçekçi bulmalıydım. Her yıl kardeşimin de yaptığı gibi, bir demet sümbül götürmeliydim onlara…”
“…İkisi de severdi. Annem gözlerini kapatarak bir sümbülü bir beni koklar, babam da altın dişlerini ışıldatarak kah kah gülerdi…”
11. “Kendi yaşamının da, sürekli çalınan bir şarkı olduğunu düşündü birden…
“…Her sabah saat tam yedide uyanırdı. Yirmi geçe çayı hazırdır. Sekizde iş var…”
12. “Dönüp bakmıyordu bana, yıpranmış bir bulaşık makinesi gibi çırpınışlarını sürdürüyordu tabakların, çatalların, kaşıkların arasında…”
“…Bense, kapıları çarpıp merdivenlerden akmak, caddelere dolmak, kırlara taşmak istiyordum…”
(2, 4, 7, 9 ve 11. maddelerdeki fotoğraflar) Kaynak: 1