Şu sıralar son filmi “Don’t Worry, He Won’t Get Far On Foot” yani Türkçe adıyla “Merak Etme, Fazla Uzaklaşamaz” ile gündemde olan Gus Van Sant, eleştirmenlerin yerin dibine batırdığı The Sea of Trees’den beri yani yaklaşık üç yıldır sessizdi. Şimdiyse başrolleri Joaquin Phoenix, Jonah Hill ve Rooney Mara’nın başrolleri paylaştığı, festivallerin gözdesi Don’t Worry, He Won’t Get Far on Foot ile itibarını toparlıyor. Peki Gus Van Sant, bugünlere nasıl geldi, neler yazdı-çizdi, hangi filmleri yönetti, neler söyledi bir hatırlayalım…
1. Resimden sinemaya geçiş
1952 Kentucky doğumlu olan Gus Van Sant, babası hazır giyim imalatçısı ve sıkça seyahat eden bir satıcı olduğu için çocukluğu boyunca bolca taşındı. Hollanda asıllı olan Van Sant, lisede görsel sanatlara ilgi duymaya başladı, bolca resim yaptı ve küçük maliyetli hatta yarı otobiyografik filmler çekmeye başladı. Üniversiteye başladığında resim bölümünde eğitim görürken branşını sinema olarak değiştirdi ve belki de en önemli adımı atmış oldu.
2. Mala Noche sayesinde Mirkelam misali bir gecede gelen şöhret
Bir süre Avrupa’da zaman geçiren Van Sant, 1976’da Los Angeles’a döndü ve sinemacı Ken Shapiro’nun yanında prodüksiyon asistanı olarak çalışmaya başladı. 1981’de Alice in Hollywood’u çekti ama film hiç yayınlanmadı. Sene 1986… New York’a taşınan Gus Van Sant, burada bir reklam ajansında çalışmaya başladı ve burada çalışırken biriktirdiği parayla Mala Noche’yi çekti. Yönetmenin Portland, Oregon’da sadece 25 bin dolarlık bir bütçeyle 16 mm olarak çektiği siyah beyaz filmi gösterildiği festivallerde çok beğenildi ve Gus Van Sant sinema çevrelerinde Mirkelam misali bir gecede ünlü oldu.
3. Drugstore Cowboy ve My Own Private Idaho dönemi
Yönetmenin James Fogle’un otobiyografik romanından uyarladığı Drugstore Cowboy, Matt Dillon, Kelly Lynch, Heather Graham ve Beat Kuşağı’nın William Tell’i William S. Burroughs’u buluşturdu. Film hem Van Sant’ın ilk büyük işi oldu hem de eleştirmenlerin ve bağımsız sinema meraklılarının beğenisini kazandı. Ardından yine bağımsız sinema çevrelerinde çokça alkışlanan My Own Private Idaho geldi. Van Sant’ın Shakespeare’den etkilendiği bu film, henüz 23 yaşındayken aramızdan ayrılan River Phoenix ve Keanu Reeves’i başrollere taşıdı. İlk kez Venedik Film Festivali’nde gösterilen My Own Private Idaho, hem düşük bütçesine rağmen iyi bir hasılat yaptı hem de aradan geçen yıllarla kült mertebesine erişerek Gus Van Sant sinemasında kendine önemli bir yer edindi.
4. Dev bir fiyaskonun üzerine gelen leziz To Die For
Çoksatan yazar Tom Robbins’in Kovboy Kızlar da Hüzünlenir çevirisiyle Türkçe’ye de kazandırılan 1976 tarihli Even Cowgirls Get the Blues romanını beyazperdeye uyarlayan Gus Van Sant, başarılı çıkışının ardından takipçilerine ufak çaplı bir şok yaşattı. Uma Thurman, John Hurt ve Keanu Reeves gibi isimlerin rol aldığı filmin bütçesi 8.5 milyon dolar civarındaydı ve bu Van Sant sinemasına göre bir hayli yüksek bir bütçeydi. Şok elbette bununla sınırlı değildi, film eleştirmenler tarafından “bomboş ve manasız” olarak nitelendirildi ve yerin dibine batırıldı. 1995’te ise başrolde Nicole Kidman’ın “televizyon sunucusu olma saplantısıyla önüne çıkan ne varsa yok etmeye hazır olan çatlak hava durumu sunucusu Suzanne” rolünde muazzam bir performans sergilediği To Die For geldi. Kidman’a Altın Küre kazandıran film, pek çok ödülün de sahibi oldu. Böylece Gus Van Sunt, Even Cowgirls Get the Blues ile yönetmen olarak yara alan itibarını büyük ölçüde toparladı.
5. Good Will Hunting ile popüler sinemaya geçiş
Van Sant, 1997’de kendisini dünya çapında üne kavuşturan ve Hollywood’ın aranan yönetmenlerinden biri haline getiren Good Will Hunting’i çekti. Türkçe’ye Can Dostum adıyla çevrilen film, M.I.T.’de temizlik görevlisi olarak çalışan matematik dehası Will ve ona yardımcı olan Sean’un hikayesini anlatıyordu ve hem eleştirmenlerden hem de sinemaseverlerden tam puan aldı. Akademi de bu duruma seyirci kalmadı elbette, Good Will Hunting dokuz dalda Oscar adaylığı kazandı ve iki dalda ödülün de sahibi oldu. Van Sant da En İyi Yönetmen dalında Oscar’a aday olmuştu ancak o yıl ödülü Titanic ile Oscar’ları silip süpüren James Cameron kazandı.
6. Psycho fiyaskosu ve Finding Forrester
Good Will Hunting’le gelen başarı, yönetmene Alfred Hitchcock klasiği Psycho’yu yeniden çekme fırsatı verdi. Van Sant, 1998’de Anne Heche, Vince Vaughn ve Julianne Moore’lu remake’te her bir planı aslına uygun olarak yeniden çekti. Ancak film ne eleştirmenleri memnun edebildi, ne de izleyicileri sinemaya çekmeyi başardı. Gişede çakılan film, sinema yazarları tarafından da yerden yere vuruldu. 2000’de ise Sean Connery’li Finding Forrester geldi. Film genellikle olumlu yorumlar alırken katıldığı festivallerden de ödülle döndü.
7. Gerçek olayları temeline alan Ölüm Üçlemesi: Gerry, Elephant ve Last Days
Minimalizme el atan Gus Van Sant, önce gazetede okuduğu bir haberden etkilenerek Gerry adında adaş iki arkadaşın çöl yolculuğunu anlattığı Gerry’yi çekti. Ben Affleck ve Matt Damon’ın rol aldığı bu iki kişilik film, 16 günde çölde çekildi. Van Sant, durağan bir atmosferde çektiği filmi Guguk Kuşu’nun yazarı Ken Kesey’ye adamıştı. Ardından 1999 yılında Colorado’da gerçekleşen ve 12 öğrenci ile bir öğretmenin öldürülmesiyle sonuçlanan Columbine Lisesi katliamından etkilenerek Elephant’ı çekti. Başrolde amatör oyuncular John Robinson, Alex Frost ve Eric Deulen’in yer aldığı film, Ölüm Üçlemesi’nin ikinci halkası olarak Van Sant filmografisindeki yerini aldı. Elephant, Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye almayı da başardı. Üçlemenin son filmi olan Last Days ise, grunge efsanesi Nirvana’nın 1995’te intihar eden solisti Kurt Cobain’in son günlerinden esinleniyordu. Van Sant’ın Cobain’den esinlenerek ortaya çıkardığı Blake karakteri olarak Michael Pitt’i izlediğimiz film, genellikle karışık eleştiriler asla da Van Sunt’in deneyselliğinden hoşlananlar filmi bir hayli beğendi.
8. Milk’in Oscar başarısı
Ergen kaykaycıların karmaşık dünyasına uzanan Paranoid Park ile Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye için yarışan Van Sant, bir sonraki filmi Milk ile Akademi’yi hayran bırakmayı başardı. Amerikalı gay aktivist Harvey Milk’in yaşamına odaklanan film, 81’inci Oscar ödüllerinde sekiz dalda aday oldu ve En İyi Erkek Oyuncu ile En İyi Orijinal Senaryo olmak üzere iki Oscar kazanmayı başardı. Bu filmle Van Sant, ikinci kez En İyi Yönetmen dalında Oscar’a aday gösterilmiş oldu. Van Sant, Oscar’ı yine kazanamasa da Sean Penn’le çalışmanın müthiş bir deneyim olduğunu söyledi. Belli ki bu deneyim onun için Oscar’dn daha mühim bir şeydi.
9. Vasat ve vasatın altında filmlerle gelen düşüş
Gus Van Sant, 2011’de çektiği Restless, ardından da Matt Damon, Frances McDormand ve John Krasinski’yi başrollerde buluşturan 2012 tarihli Promised Land ile düşüşe geçti. Matthew McConaughey ile Naomi Watts’lı The Sea of Trees’de ise tam anlamıyla çakıldı. Watts ve McConaughey’nin bile filmi kurtaramadığı, depresyon ve intihar üzerine bir filmin ancak bu kadar yüzeysel olabileceği yazılıp çizildi.
10. Bir türlü çekilemeyen film: Don’t Worry, He Won’t Get Far on Foot
Gus Van Sant ve Robin Williams tarafından aslında yıllar önce çekilmesi planlanan Don’t Worry, He Won’t Get Far on Foot ancak 2017’de çekilebildi. Williams ve Van Sant’in kararlaştırdığına göre film, karikatürist John Callahan’ın hayatını anlatan aynı adlı kitaptan uyarlanacaktı ve Callahan’ı Williams canlandıracaktı. Ancak süreç bir hayli sancılı oldu, film bir türlü çekilemedi. Hatta Van Sant’in anlattığına göre John Callahan artık işi şakaya vurup “Bu filmi çekene kadar hepimiz ölmüş olacağız” dedi. Callahan bu şakayla karışık tahmininde büyük ölçüde haklı çıktı, çünkü John Callahan 2010’da, Robin Williams da 2014’te yaşamını yitirdi. 2016’nın sonunda bu film için kolları sıvayan Van Sant, Callahan’ı Joaquin Phoenix’in canlandıracağını ve ona Rooney Mara, Jonah Hill, Jack Black ve Mark Webber’in eşlik edeceğini duyurdu. Çekimlerine 2017’de başlanan film tamamlandığında ortaya çıkan sonuçtan herkes memnundu. Berlin Film Festivali’nde Altın Ayı için yarışan Don’t Worry, He Won’t Get Far on Foot ödülü kazanamasa eleştirmenlerin ve sinema izleyicisinin beğenisini kazandı. Film, Filmekimi’nde Türk izleyiciyle buluşmaya hazırlanıyor.