Güzel bir giriş yazalım dedik, ama yazdık, sildik, yazdık, sildik, olmadı, beceremedik. 15 Temmuz’u 16 Temmuz’a bağlayan gece yaşananlar hepimizi çok korkuttu ve daha önce hiç tatmadığımız bir travmaya maruz bıraktı. O yüzden listeye dair afili laflar etmeye gerek yok, bizzat yaşadık çünkü.
Bu içerik bir cemaatin nasıl olup da savaş uçaklarıyla halkı korkutacak kadar güçlenebildiğinin, herkesin gözü önünde devleti nasıl ele geçirebildiğinin cevabı aslında. Daha fazlası değil…
Komünizmle Mücadele Derneği’yle ön plana çıkmaya başladı
1941’de Erzurum’da dünyaya gelen Fethullah Gülen, askerlikten önce ve sonra Edirne’de bir camide imamlık yaptı. Askerliği bitirdikten sonra Komünizmle Mücadele Derneği’nin 2. şubesinin kuruluşunda yer aldı ve sonra -nasıl olduysa- Halkevlerinin Erzurum Şubesi’nin yönetimine girdi. Bu arada 1963-1966 yılları arasında Edirne ve Kırklareli’nde görevliyken, camilerde yaptığı konuşmalarla çevresine insanları toplamaya başlamıştı.
Lider boşluğunu o doldurdu
Gülen’i bugünlere getiren süreçte en önemli olaylardan ilki Said-i Nursi’nin ölmesi oldu. Bu vefatın ardından cemaat, lider olarak öne çıkan Zübeyir Gündüzalp’in çevresinde toplandı. 2 Nisan 1971’de Gündüzalp de ölünce Fethullah Gülen’in önü açıldı, meydan ona kaldı.
Erbakan’ın desteğiyle yükselişe geçti
Onu daha da ön plana çıkaran olay ise, 1971 muhtırasından sonra Erbakan liderliğinde MSP’nin kurulması, Gülen’in de MSP’nin yükselişini görerek Erbakan’a ve partisine yanaşması oldu. Erbakan-MSP de bu yakınlaşmayı karşılıksız bırakmadı. Fethullah Gülen, Erbakan’ın talimatıyla korunup kollanmaya başlandı. Gülen’in yıldızı iyice parlamaya başlayınca içinden geldiği asıl topluluk olan Yeni Asya ile de bağlarını tamamen kopardı.
Devletle barışık olması kadrolaşmasını kolaylaştırdı
Fethullah Gülen’in en büyük avantajı devletle her daim barışık olmasıydı. Devlete desteğini her fırsatta dile getirdi, çevresindekileri de bu yönde motive etti her zaman. Örneğin 1977’de tüm yurda yayılan Yüksek İslam Enstitüleri boykotunu, “İslam’da boykot yoktur” diyerek kırdı ve devletin saflarında olduğunu açıkça ortaya koydu. 12 Eylül öncesinde de “Resulullah’ın yürüyüş yaptığını, slogan attığını duydunuz mu hiç?” -ya da benzeri sözler- söylediği rivayet edilir. Yani devletle, daha açık bir ifadeyle Kemalist rejimle diğer cemaatlerden daha barışık oldu her zaman.
Elveda Erbakan, elveda MSP
MSP desteğiyle cemaatler içinde hatırı sayılır bir güce erişen Gülen, 12 Eylül’e uzanan süreçte birlikte anılmak istemediği MSP’yi -deyim yerindeyse- sattı. Hatta Haziran 1980’de verdiği bir vaazda MSP’yi ve onun yayın organı Milli Gazete’yi açıkça eleştirdi. O zamana kadar dedikodu halinde dile getirilen MSP-Gülen cemaati gerginliği bu vaazla birlikte iyice ayyuka çıktı.
Önce askere, sonra Özal’a tam destek
Ama 1980 darbesi olunca bu gerginliğin hiçbir anlamı kalmadı, zira MSP kapatıldı, Erbakan hapse atıldı. Gülen, 12 Eylül sürecinde darbecilerle de iyi geçindi. 1978’de yayın hayatına başlayan Sızıntı’da askeri öven yazılar yazdı. Darbecilerle kurduğu bu temas sayesinde devlet içinde kadrolaşması hızlandı. Cemaat 1988’de Zaman Gazetesi’ni satın aldı. Gazete, özellikle ilk yıllarında açık bir şekilde ANAP-Turgut Özal’ı destekledi. Bu sayede de hem devlet kademelerinde önemli mevkilere geldiler, hem de yurt dışına açılma sürecinde en büyük desteği aldılar.
“Büyük” bir adım: Gazeteci ve Yazarlar Vakfı
1994’te Gazeteci ve Yazarlar Vakfı’nı kurdu cemaat ve dışa açılma sürecinde büyük bir adım daha attı. 1995’te Ertuğrul Özkök ve Nuriye Akman’a verdiği röportajlar Hürriyet ve Sabah gazetelerinde “Hocaefendi Anlatıyor” başlığıyla yayımlandı. Cemaat aynı yıl Polat Rönesans Otel’de iftar yemeği verdi. Bu yemeğin en önemli özelliği, cemaatin, tam da Refah Partisi’nin yerel seçimlerden zaferle çıkıp yükselişe geçtiği bir dönemde “Biz ılımlıyız” mesajı vermesiydi. Bu sayede daha geniş ve farklı bir çevre tarafından da sahiplenilmeye başlandı Fethullah Gülen.
1980 sonrası TSK’ya sızmaya başladılar
Cemaatin yükselişe geçtiği 1980 sonrasında TSK’ya sızması da hız kazandı. Hazırlanan iddianamelere bakılırsa TSK içinde örgütlenmeleri 70’li yıllara dayanıyor, ama asıl öğrenci yerleştirmeler 1986’da Harp Okulu sınav sorularının çalınmasıyla başlıyor. İddialara göre okul yönetimi olayı büyütmek istemedi ve o dönem tespit ettiği 10 kişiyi kovdu. (O dönem Yaşar Büyükanıt, Kuleli Askeri Lisesi’nin komutanıydı. 250 öğrencinin Türkçe sorularını tam yaptığı iddia edildi.) Diğer öğrenciler eğitime devam ettiler. O dönem okuyan öğrenciler 1994’te mezun oldu ve 15 Temmuz darbe girişiminde de başrol oynadı. (Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın başyaveri Albay Ali Yazıcı ve Muhafız Alay Komutanı Muhsin Kutsi Barış 1994 mezunuydu.)
Ankara DGM Başsavcılığı soruşturma başlattı
Ankara DGM Başsavcılığı 18 Haziran 1999’da soruşturma başlattı. Nuh Mete Yüksel, 22 Haziran 2000 tarihinde Gülen hakkında “laik devlet yapısını değiştirmek, dini kurallara dayalı devlet kurmak suçu işlediği” iddiasıyla dava açtı. Gülen 10 yıla mahkum oldu ama o sırada ABD’ye gitmişti zaten. 2000 yılında açılan bu davadan 2008 yılında beraat etti, bu karar Yargıtay tarafından da onandı.
Büyük kırılma: 28 Şubat
https://www.youtube.com/watch?v=TMJcTjfE1_U
28 Şubat 1997’de yapılan Milli Güvenlik Kurulu toplantısından sonra yapılan açıklamalarla başlayan süreçte en büyük darbeyi Refah Partisi aldı. Milli Görüş bölündü, Refah Partisi’nden sonra kurulan ve onun devamı niteliğinde olan Fazilet Partisi de kapatıldı. Recep Tayyip Erdoğan, Bülent Arınç ve Abdullah Gül’ün başını çektiği “yenilikçi” kanat Adalet ve Kalkınma Partisi’ni kurdu. Fethullah Gülen bu süreci en az zararla atlatmak istedi ve Refah Partisi de dahil bazı İslamcı oluşumlarla arasını açtı, onlardan farklı olduğunu açıklamaya çalıştı. Ama elbette bu “biz onlar gibi değiliz”i açıklama çabası da yeterli olmadı. Gülen cemaati 28 Şubat’la birlikte bir geri çekilme ve “tedbir” sürecine girdi. Yani, yaklaşık 10 yıl sonra Milli Görüş temelli yeni nesille tekrar işbirliği yapmaya başlayana kadar ordu içindeki varlıklarını gizlediler. Yeri geldi ibadet etmediler, yeri geldi içki içtiler. Ak Parti ile işbirliği yapmaya başladıklarında eskiden olduklarından daha güçlüydüler.
Ak Parti YAŞ kararlarına şerh koyuyor
1984-2003 yılları arasında ordudan 400 subay cemaatçi oldukları gerekçesiyle ihraç edildi. Fakat 2002’den itibaren yapılan YAŞ toplantılarında alınan ihraç kararlarına Ak Parti şerh koymaya başladı (yani “böyle oldu ama biz bunu desteklemiyoruz” demeye başladı). Zaten bunun bir adım sonrası da cemaatçi subayların artık ordudan ihraç edilmemeye başlanması oldu.
27 Nisan Muhtırası: “Ne istediler de vermedik” süreci
27 Nisan 2007 tarihinde Türkiye, askerin bir kez daha olan bitenden rahatsız olduğunu ifade eden açıklamalarına tanıklık etti. TSK saat 23.20 itibariyle web sitesinde “Türkiye Cumhuriyeti devletinin, başta laiklik olmak üzere, temel değerlerini aşındırmak için bitmez tükenmez bir çaba içinde olan bir kısım çevrelerin, bu gayretlerini son dönemde artırdıkları müşahede edilmektedir.”le başlayan bir basın açıklaması yayınladı. Bu açıklamadan sonra Ak Parti, TSK ile birlikte hareket etmesinin mümkün olmayacağını, bu “hesaplaşmayı” ertelememesi gerektiğini ve bu süreçte de hali hazırda zaten çok güçlü olan Gülen cemaatinden destek almasının kaçınılmaz olduğunu fark etti. Erdoğan-Gülen ittifakı o dönem Genelkurmay Başkanı olan Yaşar Büyükanıt sayesinde başladı.
Ve Ergenekon Davası: Kumpas başlıyor
Cemaatin, TSK’ya karşı başlattığı operasyonlardan biriydi Ergenekon. Buna göre, TSK bünyesinde oluşturulan Ergenekon adlı bir terör örgütü iktidarı yıkmak istiyordu, hedefinde de elbette Ak Parti vardı. 12 Haziran 2007’de Ümraniye’de bir gecekonduda 27 adet el bombasının ele geçirilmesiyle başlayan süreç, yüzlerce kişinin tutuklanmasıyla devam etti. (Bu tarihten önce gerçekleşen Rahip Santoro cinayeti, Cumhuriyet Gazetesi’nin bombalanması, Danıştay’a yapılan silahlı saldırı, Hrant Dink cinayeti ve Malatya Zirve Yayınevi katliamı da dava sürecinin başlamasıyla birlikte Ergenekon’la ilişkilendirildi.)
Karargâh Evleri Soruşturması
Zekeriya Öz’ün başını çektiği Ergenekon savcılarının iddianamesine göre, İşçi Partisi’nin bazı toplantıları karargah evleri denilen yerlerde yapılıyor, bu toplantılara muvazzaf subaylar da katılıyordu. Karargah evleri ile ilgili ilk bilginin ise MİT tarafından 2007’de Genelkurmay Başkanlığı’na gönderilen 330 sayfalık bir raporla iletildiği iddia ediliyordu. Sonuçta yeterli delil bulunamadığı için dava kapandı.
Amirallere Suikast İddianamesi
Ergenekon Davası’nın alt başlıklarından biri olan bu iddianameye göre Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’nda görevli iki amirale suikast düzenlenecekti. 19 sanık hakkındaki iddianame İstanbul 12’nci Ağır Ceza Mahkemesi tarafından kabul edildi ve dava başladıktan birkaç gün sonra da Poyrazköy Davası’yla birleştirildi. (Hatırlatma: Deniz Yarbay Ali Tatar, bu soruşturma sonucunda verilen yakalama kararının ardından intihar etmişti.)
Poyrazköy Davası
Dava, İstanbul Poyrazköy’de 2009 yılında yapılan kazılarda bulunan mühimmat ve Gölcük Donanma Komutanlığı’nda yapılan aramalarla ilgiliydi. İddialara göre, İstek Vakfı’na ait Poyrazköy’deki söz konusu arazide bulunan mühimmatlarla, Türkiye’de yaşayan gayrimüslimlere ve azınlıklara suikastler düzenlenecekti (Kafes Eylem Planı). Birleştirilen Poyrazköy, Kafes, Amirallere Suikast ve ÇYDD davasında savcı Sezai Öztürk, yargılanan 83 sanığın tüm suçlardan beraatini istedi. 19 sayfalık mütalaada adı geçen davalarda “sahtecilik” yapıldığı da vurgulandı.
Basit bir aile içi şiddet soruşturmasıyla başlayan süreç: Erzincan Davası
https://www.youtube.com/watch?v=4S2iW_EREE0
2007 yılında, eşinden şiddet gördüğünü iddia eden bir kadın jandarmaya başvurdu. Kadın, verdiği ifadede, eşinin İsmail Ağa cemaatinin önde gelen isimlerinden birisi olduğunu söyledi ve cemaatin faaliyetlerini anlattı. Bunun üzerine savcı İlhan Cihaner, cemaate yönelik bir soruşturma başlattı. Soruşturma süreç içinde genişledi ve bazı “hassas” isimlere de dokundu. Cihaner’in soruşturmayı başka illere de yaymayı planladığı günlerde Erzurum Özel Yetkili Savcısı Osman Şanal ortaya çıktı ve davada “silahlı örgüt” izleri olduğunu iddia ederek dosyayı Cihaner’den istedi. Cihaner önce dosyayı göndermeyi kabul etmese de sonradan göndermek zorunda kaldı. Daha sonra cemaatle ilgili ikinci bir soruşturma başlattı. Bu olaylar yaşanırken 12 Haziran 2009’da Taraf Gazetesi’nde “AKP ve Gülen’i Bitirme Planı” haberi manşetten verildi ve “İrticayla Mücadele Eylem Planı” adlı Albay Dursun Çiçek imzalı bir belge yayınladı. Bu haber tüm gözlerin Erzincan’a çevrilmesine sebep oldu, çünkü tam da o sıralar savcı İlhan Cihaner Erzincan’da İsmail Ağa Cemaati’ne yönelik soruşturma yürütüyordu. Buradan hareketle bu “eylem planı”nın Erzincan’da devreye sokulduğu ve amacının cemaatleri silahlı bir örgüt gibi göstermek olduğu iddia edildi. Dava açıldı, ama beraatle sonuçlandı. Gizli tanık olarak ifade veren Serkan Zirek ve Ahmet Koç da hapis cezasına çarptırıldı.
Bir büyük kumpas daha: Balyoz Davası
Balyoz Davası süreci, Taraf Gazetesi’nin 20 Ocak 2010’da yayımlamaya başladığı belgelerle başlayan bir süreç. Taraf’ın haberine göre Balyoz Harekat Planı, AKP Hükümeti’ni devirmek için 2003 Mart’ında İstanbul 1. Ordu Komutanlığı’nda hazırlandı. 1. Ordu Komutanı Çetin Doğan tarafından hazırlandığı iddia edilen plana göre, darbeye zemin hazırlamak için Çarşaf, Sakal, Suga ve Oraj kod adlarıyla eylemler planlandı. Taraf muhabiri M. Baransu habere konu olan planla ilgili belgeleri bir bavul içinde Beşiktaş Adliyesi’ne teslim etti. 22 Şubat 2010’da ilk dalga gözaltılar başladı ve devam etti. Anayasa Mahkemesi 18 Haziran 2014’te davada hak ihlali olduğuna karar verdi. Bu karar üzerine davanın yeniden görülmesine karar verildi ve 3 Kasım 2014’te de Kartal 4. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılanmaya tekrar başlandı. Yargılama sonucunda savcı 236 sanığın tamamı için beraat istedi, mahkeme de beraat kararı verdi.
Harp Okulu’ndaki sivil lise kökenli öğrencilerin sayısı artıyor
Cemaate ait dershanelerde okuyan öğrenciler, onları yönlendiren hocaları sayesinde (“yüzünden” mi demeliydik, bilemedik) askeri okullarda okumayı tercih ettiler. Harp Okulu’na askeri liselerden gelen öğrenci sayısı sivil liselerden gelen öğrencilere nazaran fazlayken, 2013 yılında durum tersine döndü. Sivil liselerden gelen öğrencilerin sayısı arttı. Daha da fenası, cemaatçi subayların askeri liselerden gelen başarı potansiyeli yüksek öğrencilere uyguladıkları “mobbing” sonuç verdi ve böylece cemaat sayı olarak üstünlüğü ele geçirmeye başladı. (Şurada ve şurada uygulanan mobbing’e dair anıları okuyabilirsiniz.)
Cemaatin TSK’daki yapılanması tahmin edilenin de ötesinde
TSK’da 2006’da cemaatçi örgütlenmeye yönelik başlatılan soruşturma sonucunda tek bir şüpheli bile tespit edilmedi (Bu soruşturma başlayıncaya kadar gelinen süreçte cemaat zaten tüm köşe başlarını ele geçirmişti). 2011’den itibaren yapılan YAŞ toplantılarında cemaatçi olarak bilinen subaylar terfi ettirilip, Ergenekon ve Balyoz davalarıyla boşaltılan kademelere yerleştirildi. (2012’den 2016’ya kadar yapılan şura toplantılarında albaylıktan generalliğe terfi ettirilen 87 kişiden 48’i 15 Temmuz darbe girişiminde tutuklandı.)
7 şubat 2012 MİT krizi: “Gel ifade ver!”
Bir süredir dillendirilen, fakat tarafların ısrarla inkar ettiği Cemaat-AKP çatışmasının, artık her iki topluluk tarafından da inkar edilemez boyutlarda olduğunu gösteren olaydır bu kriz. 7 Şubat 2012’de Özel Yetkili Savcı Sadrettin Sarıkaya, KCK soruşturması kapsamında MİT müsteşarı Hakan Fidan, eski müsteşar Emre Taner, eski müsteşar yardımcısı Afet Güneş ve iki MİT görevlisini ifade vermeye çağırdı. Savcının çağırdığı kişilere, Oslo’da PKK ile devam eden görüşmeleri soracağı anlaşıldı ve hükümet duruma müdahale etti. Savcı soruşturmadan alındı, yeni bir yasayla MİT görevlilerine dokunulmazlık getirildi ve ucu başbakana da dokunması muhtemel bu operasyon savuşturuldu.
Cemaate en büyük darbe: Dershanelerin kapatılması
Cemaatin kendisi için büyük bir tehlike arz ettiğini fark eden hükümet, onun en büyük para ve insan kaynağına gözünü dikti. 2013 yılında hazırlanan ve 2014-2015 eğitim öğretim yılında uygulanması planlanan bir tasarı hazırlandı. Bu süreçte cemaat cephesinde itirazlar yükselse de hükümet kararlı bir şekilde dershanelerin kapatılacağını yineledi.
Yine Taraf, yine Baransu
Karşılıklı açıklamalar yapılırken Balyoz sürecinde adı öne çıkan Mehmet Baransu 28 Kasım 2013’te bir kez daha yaptığı haberle gündeme oturdu: “Gülen’i bitirme kararı 2004 MGK’da alındı”. Habere göre 2004 Ağustos’unda yapılan MGK toplantısında Gülen Cemaati’ne karşı alınan kararların altında Başbakan Erdoğan ve Cumhurbaşkanı Gül’ün de imzaları vardı. Yalçın Akdoğan “2004 MGK kararları yok hükmündedir” şeklinde açıklama yapsa da, bu sözler cemaati ikna etmeye yetmedi.
Ve “büyük turp”: 17 Aralık İhale ve Yolsuzuk Operasyonu
https://www.youtube.com/watch?v=nCu7xYygiyo
17 Aralık 2013’te (Hakan Şükür’ün partiden istifa etmesinden iki gün sonra) Rıza Sarraf, Süleyman Arslan, Ali Ağaoğlu ve 3 bakanın oğullarının da aralarında bulunduğu 80’den fazla kişi gözaltına alındı. Operasyon sırasında Halk Bankası Genel Müdürü Süleyman Arslan’ın evinde ayakkabı kutuları içinde 4,5 milyon dolar yakalandı, Barış Güler’in yatak odasından para sayma makineleri çıktı. Erdoğan Bayraktar NTV canlı yayınında “Soruşturma dosyasında var olan imar planlarının büyük bölümü Başbakan’ın talimatıyla yapıldı. Bu milleti ve vatanı rahatlatmak için başbakanın istifa etmesi gerektiğine inanıyorum” dedi.
Bir operasyon daha: 25 Aralık
Hükümet 17 Aralık operasyonundan sonra Adli Kolluk Yönetmeliği’nde değişiklik yaptı, soruşturmaları başsavcılığa ve en üst dereceli kolluk amirine bildirme zorunluluğu getirdi. HSYK bu değişikliğin anayasaya aykırı olduğunu açıkladı. Aynı gün Cumhuriyet Savcısı Muammer Akkaş da kara para aklama ve yolsuzluklarla ilgili ikinci bir operasyon için emir verdi ve 30 şüpheli için gözaltı kararı verdi. Fakat emniyet müdürlüğü savcının talimatlarını uygulamadı. Dosya, hukuk dışı işlemler yaptığı gerekçesiyle savcı Muammer Akkaş’tan alındı ve beş başka savcıya verildi. Yine bu süreçte Twitter’da “Başçalan” ve “Haramzadeler” hesaplarından, içlerinde Başbakan Erdoğan ve oğlu Bilal’e ait olduğu da iddia edilen birçok ses kaydı yayınlandı.
2014 MİT TIR’ları krizi
https://www.youtube.com/watch?v=4kvvMMAktSo
1 Ocak 2014’te Hatay’da, 19 Ocak 2014’te de Adana’da silah yüklü oldukları iddiasıyla durdurulan ve arama yapılmaya çalışılan TIR’lar da başka bir kriz sebebiydi. Hatay’da durdurulan TIR’ın aranmasına izin verilmedi, Adana’da durdurulan TIR’ların ise MİT’e ait olduğu valilik tarafından açıklandı, fakat arama yapılmasına engel olunamadı.
Sonuçta gelinen nokta: 15 Temmuz 2016 Darbe Girişimi
Ne olduğunu, neler yaşandığını zaten hepiniz biliyorsunuz. Şu koşullarda sanırız yapabileceğimiz yegane şey, yaşadığımız topraklarda daha huzurlu bir hayat dilemek. Umarız bu dileğimiz gerçekleşir diyelim ve Gündüz Vassaf’la bitirelim sözü: “İkinci Dünya Savaşı’nda bombalar düşerken de insanlar sevgililerine “Seni seviyorum” diyordu. Temerküz kamplarında da her şeye rağmen aşk ve gülmek vardı. Dışarda büyük felaketler oluyor diye sevgimizi birbirimizden esirgiyorsak o felaketin amacına ulaşmasına aracı oluyoruz demektir. Ne olursa olsun çocukluk heyecanının balonlarını uçurabilmeli insan. Bu ayıp bir şey değil. Bilakis her şeye rağmen yaşamı kutlamak gerek.”