Birkaç gündür sosyal medyada çokça paylaşılan bir fotoğraf ve altında bulunan yazıyı paylaşacağız sizinle. Fotoğraf gerçekten de yürek yakan cinsten. Ama altında yazılanlar, bu fotoğraftan çok daha çarpıcı ve gerçekleri tokat gibi yüzüne çarpıyor insanın.
Gökhan Çelebi isimli fotoğrafçı, Facebook’ta, az sonra göreceğiniz fotoğrafı paylaşıp, altına da çok anlamlı bir yazı eklemiş. Kendisi Fotoğraf Okur Yazarlığı isimli sayfada, tıpkı şimdi okuyacağınız yazıdaki gibi, “fotoğraf ekseninde yaşadığımız dünyayı değerlendiren” yazılar yazıyor. Bu yazı da, bunlardan sadece bir tanesi.
İşte bir fotoğrafçının, sessiz bir fotoğraf karesini yorumladığı o etkileyici cümleler.
Bu fotoğrafı dün otobüste çektim ve sonra içindekileri boşaltıp kendi sırt çantamı çocuğa verdim. O kadar mutlu oldu ki…
Tabii ki böyle bir şey olmadı. İnternette Nazım’ın Hırpalanmiş Yerlerinden Öperim Çocuk şiiriyle beraber paylaşılmıştı.
Fotoğrafı ben çekmiş olsaydım belki bunu yapardım. Siz de yapardınız biliyorum. İşte sistemin tam istediği de budur: “İşlevini koruyan bir eşyanın varlığını sürdürebilmesi için, bunun yeterli olmadığını pompalamak.”
Kapitalizm sürekli fakirlikten bahsederek zenginliğinizin farkına varmanızı ve bu seviyenizi koruyabilmeniz için çok çalışıp sürekli tüketmenizi aşılar. Bu sayede siz zor durumdaki bu çocuğu kendi çocuğunuzla kıyaslar ve kendi çocuğunuzun zaruri olmayan “ihtiyacı” için kendi zaruri ihtiyacınızdan vazgeçersiniz. Ve bunu, bazen kendinizin bazen çocuğunuzun ruhsal dengesi için gerekli olduğuna inanarak yaparsınız.
Aslında dikişli bir çantanın çocuğa verdiği mesaj “Biz eşyalara değil eşyalar bize aittir” dir.
Ama bu kârlı değildir. Kârlı olan Transformers’ı ya da Spiderman’i çocuğa sevdirmek ve herkeste kahramanlı çanta varken, onda olmayınca mutsuz olacağına anneyi babayı inandırmaktır.
Anne baba buna dünden razıdır. Çünkü onlar da arabalarını değiştirdiklerinde, daha büyük ev aldıklarında ya da en basitinden yeni bir kıyafet aldıklarında mutlu olabiliyorlardır.
Tüm tüketimin mantığı da aslında ihtiyacınız olmayan şeylere ihtiyacınız olduğuna inandırmaktır.
Bunu alışkanlığa dönüştürmek için kapitalizm medya aracılığı ile dört bir yandan duygularınıza saldırır. Bağımlı olduğunuzda artık tüketmeden mutlu olamazsınız.
Sistem öyle mükemmel işler ki, önce sizi hem fiziksel hem ruhsal olarak hasta yapar; sonra da tedaviyi satar. Bu sömürüyü de 2 şekilde yapar:
1. Fiziksel manada iyileştirici tedbirler. Ki bunlar ilaç sektöründen sağlık turizmine, spor endüstrisinden gıda sektörüne, zaten normalde olması gereken tüm ürününü, mecburi tüketimimizin doğru alternatifi olarak sunar. Organik gıda, diyet ürünler, terletmeyen forma v.s
2. Spiritüel manada iyilestirici tedbirler. Bu uygulamalara göre siz değil toplum hastadır. Ve bunun bilincinde olduğunuzdan 1-0 öndesinizdir. Hastalığın size bulaşmaması için iç dünyanızı zenginleştirici- rahatlatıcı öğretiler ilaç olarak sunulur. Ama hedef hep aynıdır. Daha çok, daha çok. Başarılı bir hayat, bolluk bereket, hırssız huzurlu bir hayat. Hedefler hep bireyseldir. Dünyayı kökten değiştirmek için pasifize olmak önerilir.
Toptan bir eylem imkanının yaşamın hiçliği karşısında hiçbir şansı yoktur.
Herkes Küba’yı öve öve bitiremez; oraya yerleşmekten bahseder ama hiçbirimiz telefonumuzdan bile vazgeçemeyiz.
Konforundan vazgeçemeyen insana dinlerin tersine öteki dünya değil, bu dünya vadedilir. Bunu yaparken maddiyattan ayrı bir dünyanın kapıları açılıyormuş gibi gözükse de gerçekte modern toplumun robot insanının kalan yaşamındaki sadakati için 10 bin bakımı yapılmaktadır.
Özetle her birim bir alt birimin varlık sebebidir. Bu sayede her kademede sisteme farklı görevlerde hizmet eden insan, bu illüzyondan kurtulamaz.
Aslında kapitalist sistem doğal dengeye en yakın sistemdir… Güçlü güçsüzü avlar, misal aslan yiyebildiğini yer, sırtlan aslandan kaçırabildiğini yer, kalan leşi akbabalar; son artıkları da kurtlar böcekler yer.
Tek fark, kapitalizm yiyebileceğinden fazlasını ister. Bu şekilde de sonu kaçınılmazdır. Ama 20 ama 100 yıl sonra.
EK: Bu iki sarmaldan kurtulduğunu düşünenler için de sivil toplum kuruluşları icat edilmiştir.
Bir nevi emniyet subabı gören bu kuruluşlar, direnenlerin daha radikal birlikteliklerini önleme amaçlıdır. Zaten bakacak olursanız en büyük destekçisi sermaye sahipleridir.
Adil bir düzenle herkesin kendi geleceğini şekillendirebilmesi yerine, var olan sisteme pansuman yapmaktan öteye gidemeyen bu örgütlenmeler, yasal olarak üretici şirketin toplaması gereken plastik şişelerin kapaklarını sana toplattırarak engellilere tekerlekli sandalye kazandırdığına inandırır.
Şirketler, sivil toplum kuruluşları aracılığıyla, sosyal sorumluluk projesi adı altında halkla ilişkiler calışması olarak eğitimi destekler gözükerek desteğinden çok bunun tanıtımına para harcar ama kendi çalışanının cocuğunu iyi eğitmesini sağlayabilecek paylaşımı hiçbir zaman düşünmez.
Tüketime dayalı bir anlayışı terk etmedikçe hepimiz sistemin gönüllü kölesi olmaya mecburuz.
Esas mesele petrol şirketinin kutuplarda petrol aramasını durduracak sivil toplum kuruluşlarına destek vermek değil; petrol ihtiyacını ortadan kaldırmaktır. Bu sürdürülebilir kaynakları kullanmakla değil; sürdürülemez tüketimi bitirmekle olur.
NOT: Gökhan Çelebi’nin benzer yazılarına Fotoğraf Okur Yazarlığı isimli Facebook sayfasından ulaşabilirsiniz.