Roman yazarı, muhabir George Orwell (1903 – 1950) yirminci asrın yetiştirdiği önemli kalemlerden biri. Distopya edebiyatına kazandırdığı iki önemli eser (1984 ve Hayvan Çiftliği) bugün geçerliliğini ve etkisini hâlâ sürdürüyor. İnsanlığın geleceğini anlattığı ve korkunç senaryoları öngördüğü bu iki eseri de günümüz edebiyatında tartışılan, sorgulanan temalara sahip. “Paris ve Londra’da Beş Parasız” eseri ise Avrupa’nın iki büyük kentinde yaşadığı yoksul zamanları anlatan bir anı kitabı. Günlerden bir gün Paris’in göbeğinde cepleri boş, tam takır kuru bakır kaldığı anlardaki yoksulluk ve açlığıyla başlayan eser, şehrin karanlık ticaretini de gözler önüne serer. Kendini güç bela attığı Londra’da yaşadıklarının ise Paris’ten aşağı yanı yoktur. Eserin tanıtım bültenindeki şu sözler de Orwell’ın modern zamanlara olan inançsızlığını gösterir durumda: “Orwell, modern insanın ısrarla görmezden geldiği bir dünyanın kapısını aralıyor. İşsizlik, evsizlik, açlıkla damgalanan bu dünyanın insanları izbe pansiyonlarda, berduş barınaklarında yaşıyor, hayata bir ucundan tutunmaya çalışıyorlar. Paris ve Londra’da Beş Parasız, köleliğin hiçbir zaman, modern zamanlarda bile ortadan kalkmadığını, sadece görünüm değiştirdiğini anlatıyor.”
1. Geliriniz
Geliriniz belli bir seviyenin altına düşer düşmez insanların kendilerinde size vaaz verme ya da sizin adınıza dua etme hakkını bulmaları çok ilginç.
2. Yer altındaki havasız odalar
Şöyle bir durup düşününce; büyük, modern bir şehirde binlerce kişinin, uyanık oldukları tüm anları yeraltındaki havasız odacıklarda bulaşık yıkayarak geçirmesi çok tuhaf bir durum. Benim yöneltmek istediğim soru, bu hayatın neden sürdüğü; ne amaca hizmet ettiği ve devam etmesini kimin, neden istediği?
3. Meteliksiz kalmak
Meteliksiz kalmanın bana kesinlikle öğrettiği bir iki şeyi gösterebilirim. Bir daha hiçbir zaman berduşların sarhoş birer ahlaksız olduğunu düşünmeyeceğim, bir peni verdim diye bir dilencinin bana minnet duymasını beklemeyeceğim, işsizler uyuşuksa buna şaşmayacağım… Sokakta birisinin uzattığı el ilanını geri çevirmeyeceğim, şık bir restoranda yediğim yemekten tat almayacağım. Bu bir başlangıç.
4. Uykunun değeri
Otelde çalışmak bana uykunun gerçek değerini öğreten şey olmuştur. Tıpkı yiyeceğin gerçek değerini açlıktan öğrenmiş olmam gibi.
5. Dilenmek
Eğer dilenerek haftada on sterlin bile kazanılabilse, dilencilik ânında saygın bir mesleğe dönüşür. Konuya gerçekçi bir şekilde yaklaşırsak dilenciler sadece birer işadamı ve diğer işadamları gibi, ellerinin altındaki imkânları kullanarak geçimlerini sağlıyorlar. Şereflerini diğer çoğu modern insandan daha fazla satmış değiller sadece zengin olmayı imkânsız kılan bir meslek seçme hatasına düşmüşler.
6. Özgür bir adam
Yo, öyle olmak zorunda değil. Eğer yeterince istersen, zengin de olsan fakir de olsan aynı hayatı yaşayabilirsin. Kitaplarını ve fikirlerini koruyabilirsin. Sadece kendine, “Burada” -alnına vurdu- özgür bir adamım, demen lazım, o zaman sorun kalmaz.
7. Küfretmek
Küfretmekteki amacımız karşımızdakini şok edip yaralamak, bunu da gizli tutulması gereken bir şeyden, çoğunlukla cinsel işlevlerle alakalı bir şeyden bahsederek yapıyoruz. Ama işin tuhaf yanı şu ki, bir kelime küfür olarak yerleştikten sonra gerçek anlamını, yani onu bir küfre dönüştüren özelliği kaybediyor. Bir kelime, belirli bir anlama geldiği için bir küfre dönüşüyor ve bir küfre dönüştüğü için o anlamını yitiriyor.
8. Giysiler
Giysiler çok güçlüdür. Berduş giysileri giydiğiniz zaman, en azından ilk gün tamamen aşağılanmış hissetmemek çok zor. Mantıksız da olsa gerçekten hapisteki ilk gece hissedeceğiniz utancı hissedebiliyorsunuz.
9. Ayaktakımı korkusu
Ayaktakımı korkusu mantıksız bir korku. Zengin ile fakirin arasında, sanki zenciler ile beyazlar gibi iki farklı ırklarmışçasına, esrarengiz, temel bir farklılık yattığı görüşüne dayanıyor. Oysa gerçekte böyle bir farklılık yok. Zengin ve fakir toplulukları sadece gelir oranlarıyla ayrışıyor, başka hiçbir şeyle değil; sıradan bir milyoner sadece yeni bir takım elbise giymiş sıradan bir bulaşıkçıdır. Yer değiştirip “o piti piti” yap, bakalım hangisi adalet, hangisi hırsız? Yoksullarla eşit şartlarda bir arada bulunmuş herkes bunun gayet iyi farkındadır. Ama sorun, kültürlü, zeki insanların, tam da liberal görüşlere sahip olması beklenen insanların asla yoksulların arasına karışmaması. Zira eğitimli kesimin çoğunluğu yoksulluktan ne anlar?
10. Paris’in varoşları
Paris’in varoşları antika insanların toplanma yeridir: ıssız, yarı kaçık hayatlar süren ve normal ya da saygın olma çabalarından vazgeçmiş insanlar. Yoksulluk onları beylik davranış kurallarından muaf kılıyor, tıpkı paranın insanları çalışmaktan muaf kılması gibi.
11. Sözde lüks
Otel ve lokantalardaki iş yükünü yaratan temel ihtiyaçlar değil; sözde lüksü temsil eden sahtekârlıklardır. Adına zarafet denilen şey, temelde personelin daha çok çalışması ve müşterilerin daha fazla para ödemesi anlamına geliyor; bu sadece otel ya da lokanta sahibinin, yani yakında kendine Deauville’de çizgili bir villa alacak kişinin işine yarıyor. “Şık” bir otel özetle, iki yüz kişi aslında istemediği şeyler için yolunabilsin diye yüz kişinin saçını süpürge ettiği yerdir.
12. Açlık
Açlık insanı omurgasız ve beyinsiz bir hale indirgiyor, bu açıdan en çok gribin yan etkilerine benzetilebilir. Kendinizi bir deniz anası gibi ya da vücudunuzdaki tüm kan dışarı pompalanmış da yerine ılık su konmuş gibi hissediyorsunuz. Açlıkla ilgili başlıca anım, safi halsizlik; halsizlik ile sürekli tükürme ihtiyacı ve tükürüğün, bahar köpüğü gibi, tuhaf bir şekilde beyaz ve baloncuklu baloncuklu olması. Sebebini bilmiyorum ama birkaç gün aç kalan herkes bunu fark etmiştir.
13. İki sou fazla ödemek
Yarım kilo ekmek almak için fırına gidiyor, görevli kız başka bir müşteri için yarım kiloluk ekmek keserken bekliyorsunuz. Beceriksiz kız, ekmeği yarım kilodan fazla kesiyor. “Pardon, mösyö,” diyor, “İki sou fazla ödemek sizin için sorun olmaz değil mi?” Ekmeğin yarım kilosu bir frank ve sizin tastamam bir frangınız var. Sizden de iki sou fazla istenebileceğini, ödeyemeyeceğinizi itiraf etmeniz gerekebileceğini düşününce can havliyle kaçıyorsunuz. Tekrar bir fırına girmeye cesaret edebilene dek saatler geçiyor.
14. Zenginler ve çalışma saatleri
Her nasılsa dürüst kalmış bir zengine, çalışma şartlarının iyileştirilmesiyle ilgili soru sorulduğunda çoğunlukla şöyle bir yanıt veriyor: “Yoksulluğun hoş bir şey olmadığını biliyoruz; hatta bize dokunmayacak kadar uzağımızda kaldığı için ne denli tatsız olduğunu düşünerek kahrolmaktan zevk alıyoruz. Ama bu konuda bir şey yapmamızı beklemeyin. Siz alt sınıflar adına üzülüyoruz, tıpkı uyuz bir kediye üzüldüğümüz gibi ama şartlarınızın düzelmesini engellemek için elimizden geleni ardımıza koymayacağız. Tam da bu halinizle çok daha güvenilir olduğunuz kanaatindeyiz. Şu anki durum işimize geliyor ve sizi günde bir saat dahi özgür bırakma riskini göze almayacağız. Bu yüzden, aziz kardeşlerim, madem İtalya seyahatlerimizin masrafını çıkarabilmek için ter dökmeniz gerekiyor, dökün o terleri ve kahrolun.”
15. Haftalık içki âlemi
Saat bir buçuğu bulduğunda kalan son zevk damlası da buharlaşmış, ardında sadece baş ağrısı bırakmış oluyordu. Harikulade bir dünyanın harikulade sakinleri değil de sefil ve rezil bir şekilde sarhoş olmuş, karın tokluğuna çalışan bir işçi grubu olduğumuzu idrak ediyorduk. (…) Genel olarak bakıldığında, mükemmel ve coşkulu bir halde mutlu olduğum o iki saat, ardından gelen baş ağrısına değiyordu. Mahalledeki bekâr ve gelecekten ümidi olmayan birçok erkek için haftalık içki âlemi, hayatı yaşanılır kılan tek şeydi.