20. yüzyılın en etkileyici edebî ve politik şahsiyetlerinden biri olan George Orwell nevi şahsına münhasır bir yazardı. 47 yıllık hayatında aldığı siyasî kararlar, tercih ettikleri ve reddettikleri, tüm bunları kitaplarında başarılı bir şekilde işlemiş olması onun yeni yüzyılımızda da büyük bir yazar olarak kalmasını sağlıyor. Umumiyetle en meşhur eserleri olan Hayvan Çiftliği ve 1984 ile bilinse de aslında yazarlık yeteneğini, edebî ağırlığını görmemiz için bambaşka kitapları da var. Türkçeye çevrilen eserlerine geçmeden önce bir mini biyografi ile onu tanıtmaya çalışayım. İngiliz romancı George Orwell 1903 yılında Hindistan’ın Motihari bölgesinde dünyaya gelir. Babası o yıllarda bir İngiliz kolonisi olan Hindistan’da kamu çalışanı, annesi ise Fransız asıllı bir kadındır. Orwell çocukluk yıllarından itibaren bolca okumalar yapmaya başlar. Özellikle bilim kurgu eserlere meyleden yazar bunun yanında William Shakespeare, Edgar Allen Poe, Charles Dickens gibi yazarları okur. Bugün distopya ve edebiyat dediğimiz zaman akla ilk gelen isimlerden biri olan Orwell yazarlık hayatına üniversite yıllarında başlar. İlk yazılarını mektepteyken yayımlatmayı başarır. Asıl adı Eric Arthur Blair olan yazar bu isminden hiç vazgeçmemiş olsa da, kitapları yayımlanmaya başladıktan sonra onun bir ‘’Blair’’ olduğunu yalnızca yakınları bilirler. Yazar ‘’Orwell’’ soyadını ise İngiltere’de bir nehir olan ‘’River Orwell’’dan alır. Üniversiteden sonra, 1922 yılında Asya’daki Birmanya ülkesine gider ve burada İmparatorluk Polis Teşkilatı için çalışır. Birmanya halkının İngilizler tarafından yönetilmekten hiç de memnun olmadıklarını gören Orwell bu işten günden güne soğumaya başlar ve 1928 senesinde istifa eder. Burada yaşadıklarını 1934’te yayımlanan ‘’Burma Günleri’’ adlı ilk romanında işler. Ardından Paris’te yoksul kesimin içinde yaşamaya karar verir ve buradaki anılarını daha sonra ‘’Paris ve Londra’da Beş Parasız’’ adıyla kitaplaştırır. Siyasî görüşlerinde çeşitlilik olmasına rağmen yazarın sömürge düzeni ve emperyal zihniyetten nefret ettiğini söyleyebiliriz. Zaten Birmanya’daki işinden ayrılıp döndükten sonra çevresine kendini ‘’anarşist’’ ve ‘’sosyalist’’ olarak tanıtır. 1936’da İspanya İç Savaşı’nda da milislerle beraber Franco’ya karşı savaşan Orwell burada ağır yaralanır. 1941 – 1943 yılları arasında BBC için propagandist olarak çalıştığı bilinen Orwell 1943’te ise sol kökenli bir yayın organı olan Tribune dergisinde editörlük yapar. Kendini bir ideolojiye net bir şekilde bağlamamış olan Orwell’ın buna rağmen her zaman politik bir yazar olduğunu söyleyebiliriz. İngiliz romancı 1950’de Londra’dayken tüberküloz nedeniyle hayatını kaybeder. Bu önemli noktalardan sonra kitaplarına geçebiliriz. İşte Türkçe’ye çevrilen tüm George Orwell kitapları!
1. Burma Günleri
1934 yılında, otuzlu yaşlarında yayımlanan ilk romanı Burma Günleri, Birmanya’da polis olarak görev yaptığı yılların izlenimlerini anlatır. Burada tanık olduğu sömürge düzeni, onun emperyalizm karşıtı bir fikir zemini oluşturmasına da vesile olur. Hindistan’ın hala bir İngiliz sömürgesi olduğu o yıllarda Birmanya’da polis olan Orwell, işte bu coğrafyada görüp gözlemlediği çoğu şeyi bu ilk romanında bize sunar. Bu kitap aracılığıyla, dönemin İngiliz sömürgelerinin de ne halde olduğunu, halkın yaşayış biçimlerini öğrenebiliriz. Sömürgecilik bitinceye kadar Hindistan ve Burma’da yasaklı olan bu kitabın tanıtım yazısından bir alıntı: ” ‘Bu ülkede bulunmamızın, hırsızlıktan başka bir nedeni olduğunu söyleyebilir misiniz? Bu öylesine kolay ki. İngiltere’nin memuru, Burmalı’nın kollarını tutar, tüccar da adamın ceplerini boşaltır. Britanya İmparatorluğu, İngilizlerin, daha doğrusu Yahudi ve İskoç çetelerinin ticaret tekelleri kurmalarını sağlayan bir aracıdan başka bir şey değildir.’ Bu sözler, George Orwell’in Burma’daki İngiliz sömürgeciliğine bakış açısını yansıtıyor. Kendisi de Burma’da görev yapmış olan Orwell, en başarılı yapıtı olarak tanımlanan Burma Günleri’nde, İngilizlerin bu sömürgedeki yaşamını ve yaptıklarını, yerli işbirlikçileri ve fırsatçıları, yerli halka insanca yaklaşarak İmparatorluğun tutumuna karşı çıkanları, aşk, nefret, tutku çemberinde destansı bir anlatımla ele alıyor.’’
2. Paris ve Londra’da Beş Parasız
Daha önce kitaptan alıntılarla da içeriğe dönüştürdüğüm Paris ve Londra’da Beş Parasız ilk kez 1933’te yayımlanır. Burma Günleri yazarın ilk romanı olduğu gibi, bu kitap da Orwell’ın ilk kitabıdır. Yazar burada, Birmanya’daki polislik görevinden istifa edip Paris’e gittiği, oradaki yoksul kesimin arasında yaşadığı yılları anlatır. Paris’ten sonra Londra’ya uzanan bu döneminde steril olmayan yerlerde konaklar ve çalışır. Paris’te bulaşıkçılık yapar, açlığın ve parasızlığın ne olduğunu birebir deneyimler. Tanıtım bülteninden güzel bir alıntı: ” ‘Beş parasız kalmaktan o kadar çok bahsetmiştiniz ki; eh, işte beş parasız kaldınız ve hâlâ ayaktasınız.’ Paris ve Londra’da Beş Parasız, 20. yüzyılın en büyük romancılarından George Orwell’in, Avrupa’nın iki büyük şehrinde, Paris ve Londra’da yaşadığı sefaleti olanca gerçekliğiyle anlattığı, son derece önemli bir eser. Bir gün Paris’in orta yerinde meteliksiz kalan genç yazar, yoksulluk ve açlıkla mücadele etmeye başlar. Rehineciler, iş bulma kurumları, umut tacirleri, karın tokluğuna günde on yedi saat çalışılan karanlık otel mutfakları arasında sürüp giden Paris macerası, yazarın güç de olsa kendini Londra’ya atmasıyla sona erer ama Londra’da onu çok daha ağır şartlar beklemektedir.’’
3. Papazın Kızı
Devrin çeşitli İngiliz kesimlerini görmek için başvuracağınız romancılardan biri olan Orwell, 1935 çıkışlı bu eserinde de İngiltere’deki işçilerin, kadınların ve yersiz yurtsuzların zor dünyasını ele alıyor. 28 yaşında genç bir kız olan Dorothy, annesi onları bırakalı beri babasının ve kasabanın eli ayağı olmuştur. Babasının yemeğini ve banyosunu her daim hazırlar, hiçbir şeyini eksik etmez, hatta kilisede gerçekleşecek faaliyetlerin de hazırlıklarını yapar. Genç kız tüm bu zorluklarla beraber Tanrı’ya sarsılmaz bir derecede bağlıdır. Bağlıdır ama bu yoğun çalışma temposunun içerisinde yaşayacağı ve kendisini aniden farklı bir kesimin içinde bulacağı günler de yakındır: ‘’Taşradaki bir kilise papazının kızı olan Dorothy Hare, babasının tüm görevleri onun üstüne yıkmasıyla dükkân borçlarından mıntıka işlerine, bağış toplamaktan cemaati pohpohlamaya her şeyden sorumlu hale gelmiştir. Dorothy’nin Tanrı’ya inancı tamdır, hayatın kendisine biçtiği rolü şikâyet etmeden kabullenmiştir. Ama bir gün, o güçlü rutin aniden sarsılır ve Dorothy kendini beş parasız halde sokaklarda, tanımadığı insanlarla, ağır işçilik yaparken bulur – dahası, kim olduğunu hatırlamamaktadır. Orwell, bir gecede toplumun bir kesiminden bambaşka bir kesimine taşıdığı Dorothy vasıtasıyla 1930’ların İngiltere’sinde kadınların, işçilerin, evsizlerin haline ışık tutuyor. Deneysel sayılabilecek anlatım biçimleriyle yazarın edebiyatında özel bir yere sahip olan Papazın Kızı, inancın ve inançsızlığın, ahlakın ve düşkünlüğün, paranın ve yoksulluğun sorgulandığı eşsiz bir roman.’’
4. Aspidistra
Bir kara mizah eseri olan Aspidistra, yine 1930’lu yılların İngiltere’sinden gerçek bir dünyayı anlatıyor. İlk defa 1936’da yayımlanan bu roman düşük gelirlilerin sınıf atlama ve zenginler dünyasına adımlarını atma arzusunu eleştirel bir dille bize yansıtıyor. Romandan çarpıcı bir ipucu verecek olursak; adını aldığı ‘’aspidistra’’ çiçeği sınıf atlama hayali içinde olan dar gelirli insanların evlerinden asla eksik etmedikleri bir zambak türüdür ve özellikle Viktorya döneminde popülerliğine kavuşmuştur. Onlara göre aspidistra bir statü simgesi olduğu için bu çiçeğin evlerinde bulunmasına önem verirler. Romanın kahramanı Gordon Comstock paranın her şeyi ele geçirdiğini ve herkes üzerinde tahakküm uyguladığını düşünen genç bir şairdir. Yaptığı reklamcılık mesleğine daha fazla tahammül edemez ve orta sınıfın ikiyüzlü hayatından da bunalır. Hayatını günden güne paradan uzaklaşmaya çalışarak yaşayan Gordon bu açıdan bir deneyselliğe soyunur. Yalnızca şair olarak az parayla geçinmeye çalışan bu gözü kara adam gerekirse karşısına sevgilisini dahi almaya hazırdır.
5. Wigan İskelesi Yolu
İlk kez 1937 yılında yayımlanan Wigan İskelesi Yolu, Orwell’ın kurgu ile otobiyografiyi bir arada sunduğu önemli bir yapıtıdır. Önceki iki eserinde de görebileceğiniz sömürge düzeni, halkın yaşama biçimi gibi temalar yazarın bu kitabında da karşımıza çıkıyor. Orwell İngiltere’deki işçi mahallelerinde yaptığı araştırma ve gözlemleri, kendine has üslubuyla başarılı bir şekilde gözler önüne seriyor. Kurgunun, gerçekliğin önüne geçmediği bu yaşanmışlıklarla dolu kitapta İngiltere’deki işçi sınıfı içeriden bir gözle ele alınıyor. Tanıtım bülteninden bir parça: ‘’Wigan İskelesi Yolu, George Orwell’in İngiltere’nin sanayi bölgelerinde bugün de fazla değişim göstermeyen ve zaman içinde siyasal etkisinden hiçbir şey yitirmemiş olan işçi sınıfı yaşamıyla ilgili deneyimlerini aktaran önemli bir inceleme. Sosyal adaletsizlik, korkunç konutlar, madenlerdeki çalışma koşulları, sefalet, açlık ve yaygın işsizlik sorunlarının müthiş bir öfke, insancıllık ve dürüstlükle aktarıldığı bu kitabı Peter Ackroyd, ‘Gerçek deha örneği… Orwell’in bütün öfkesi, hayal kırıklığı, umutsuzluğu ve acısı Wigan İskelesi Yolu’nda en anlamlı ifadesini buluyor,’ diye tanımlıyor.’’
6. Katalonya’ya Selam
İspanya İç Savaşı’nda Franco hükümetine karşı mücadele eden milislerin içinde yer alan Orwell, bu kitabında da yaşadıklarını başarılı bir şekilde gözler önüne seriyor. Gerek faşist Franco yönetimi gerekse toplumun mücadelesi savaşta ağır yaralanan Orwell tarafından aktarılıyor. Ayrıca bu mücadeleci kesim arasındaki anarşistlerle komünistler arasındaki ayrımları görmek bakımından da bilgi verici bir kitap. İlk defa 1938’de yayımlanan Katalonya’ya Selam dürüst ve samimi yazarın birinci elden tanıklıklarını içermesi bakımından önemini her daim koruyor. Kitabın tanıtımından aydınlatıcı bir alıntı: ‘’George Orwell’in 1938 yılında yayımlanan kitabı Katalonya’ya Selam, Orwell’in bir milis olarak katıldığı İspanya İç Savaşı’ndaki deneyimlerini konu alır. Orwell’in birinci elden tanıklığına dayanan bu kitap, faşizme karşı yürütülen savaşa ışık tutmanın yanı sıra İspanya’da başlayan toplumsal devrimi, cumhuriyetçiler cephesinde anarşistler ile komünistler arasındaki çatışmaları önyargılardan uzak bir yaklaşımla yansıtmaktadır. Ne var ki yayımlandığı dönemde açık ve çarpıcı içeriği sebebiyle uzunca bir dönem gözlerden uzak tutulmuş, gereken ilgiyi görmemiştir. Yazarın en ünlü kitaplarından 1984 ve Hayvan Çiftliği’nin olgusal arka planını merak edenler için Katalonya’ya Selam muhakkak okunması gereken bir kitaptır.’’
7. Boğulmamak İçin
Yazarın ironiyle harmanladığı eserlerinden biridir Boğulmamak İçin. Eserde, romanın başkahramanı olan George Bowling’in Dünya Savaşı’ndan önceki ve sonraki hayatı anlatılıyor. Topluca bir adam olan George Bowling kırklı yaşlarında sigortada çalışan evli bir babadır. Savaşın insanların bireysel hayatlarında yarattığı yıkım ve yabancılaşma eserin iskeletini oluşturuyor. Bowling, savaş sonrası yaşadığı bu yabancılaşmadan kurtulmak adına kendine tek bir yol buluyor: büyüdüğü yere, Binfield kasabasına gitmesi gerektiğine inanıyor. Eserin tanıtımından bir alıntı: ‘’Göbeğinin çapı giderek genişleyen ve evinin taksitlerini ödemekle uğraşan George Bowling kırk beş yaşında, evli ve çocuklu ve yeni aldığı takma dişleriyle kasvetli hayatından çaresizce kurtulmak isteyen bir sigorta pazarlamacısıdır. 1939’da patlak verecek olan savaşın gelişini; yemek kuyruklarını, askerleri, gizli polisi ve zorbalığı görerek modern zamanlardan korkmaktadır. Böylece çocukluğunun dünyasına, huzur ve sükûn dolu bir yer olarak hatırladığı köyüne sığınmaya karar verir. Fakat köyünde aradığını bulabilecek mi, orası şüphelidir.’’
8. Balinanın Karnında
Sosyal gerçekliği eserlerine işlemekten asla geri durmayan Orwell bu eserinde ise tek bir olayın etrafında dolanmaktan çok devrin içine düştüğü krizleri, totalitarizmi ele alıyor. Eserin oldukça aydınlatıcı tanıtım yazısı zaten size her şeyi anlatacak: ‘’Yirminci yüzyılın en önemli yazarlarından George Orwell, ona haklı ününü sağlayan, totaliter rejimler kadar bu rejimleri yaratan insani hırsların da güçlü bir yergisini konu eden romanlarıyla dünya edebiyatında tartışılmaz bir yer edinmiştir. Denemelerinde net bir biçimde görülebilen politik duruşu, güçlü gözlem yeteneği ve yazarın hem hayatla hem metinlerle ilişkisini sorgulama eğilimi ise bu romanların arka planındaki güçlü hayat görüşünü gözler önüne serer. Franco faşizmine karşı İspanya’ya savaşmaya gitmekten, hapishane üzerine yazmak için sahte bir isimle kendini tutuklatmaya; evsizlerin arasına karışarak düşkünlerevinde vakit geçirme çabasından, Britanya’da İkinci Dünya Savaşı’yla birlikte yükselmekte olan antisemitizm dalgasına karşı açık yüreklilikle getirdiği eleştirilere kadar uzanan bir berraklıkla hem de. Orwell’ı bu zenginlikle anlamak adına bir araya getirdiğimiz denemelerinden ‘Balinanın Karnında’, Henry Miller’ın Yengeç Dönencesi üzerinden çağının edebiyat anlayışının dökümünü yaparken, yazarın hayatla kurduğu ilişkinin metinlerine etkisine dair güçlü bir sorgulamaya girişiyor. Tolstoy’un, Shakespeare ve eserlerini ‘şişirilmiş bir balon’ olarak niteleyerek yerdiği risalesiyle girdiği polemik ise edebiyat eleştirisinin tek yanlılığına indirilen keyifli bir darbe. Döneminin güncel konularından evrensele ulaşan çok yönlü bir okuma…’’
9. Hayvan Çiftliği
Gelelim yazarın en meşhur iki romanından birincisine. İlk defa 1945 yılında yayımlanan Hayvan Çiftliği fabl tarzında yazılan siyasî bir hicivdir. Eserin kahramanları domuz, kuzgun, köpek gibi hayvanlar olan romanda, Orwell’ın Stalin ve dönemini eleştirdiği herkesçe bilinen bir gerçek. Bir çiftlikte yaşayan bu hayvanlar kendilerinden arsızca istifade eden insanlara karşı başkaldırır ve çiftliğin yönetimini ele geçirir. İsyanın bu ilk aşamasındaki amaç; daha adil ve eşitlikçi bir yaşam kurmaktır. Hayvanlar arasında en akıllılar olarak görülen domuzlar isyandan sonra bir lider kadrosu oluşturur. Oluşturur ama ilk amaçtan dönen, sapanlar da yine lider olarak kendilerini tayin eden domuzlar olur. Baskıcı insan yönetimine karşı mücadele edip kazanan hayvanlar, domuzların önderliğinde bir başka totaliter düzenin içerisine girer. Çizgi film versiyonları da olan ve filme uyarlanmaya başlayan Hayvanlar Çiftliği’nin kapağından naçizane bir alıntı: ‘’Eser, alegorik açıdan zengin bir eserdir ve Sovyetler Birliği, Nazi Almanyası gibi totaliter rejimleri mizahî bir dille eleştirmektedir. Hayvan Çiftliği, özet olarak Stalinizmi yerden yere vururken Sovyetler’in kuruluşundan bu yana gerçekleşen olayları hicveder. Hayvan Çiftliği eserinde adı geçen karakterlerin büyük bir kısmı domuz, kuzgun, köpek gibi hayvanlardır ve bu hayvanlar Stalin, Lenin, Marx gibi tarihî kişilerin alegorisi niteliğindedir.’’
10. Kitaplar ve Sigaralar
1946’da ilk defa yayımlanan Kitaplar ve Sigaralar, Orwell’ın kitap fiyatları, okuyucu ve kitaba olan çeşitli yaklaşımlarını derlediği yazılarından oluşuyor. Bir sahafta çalıştığı yıllardan kitapla sigara arasında yaptığı mukayeseye kadar pek çok sosyal gerçekliği kitapta bulabilirsiniz. Kitaptan yazarın akıcı üslubuna bir örnek: “Sahafta çalışırken -eğer sahafta çalışmıyorsanız bu mekanı kafanızda çekici yaşlı beyefendilerin uçsuz bucaksız deri ciltli kitap sayfalarının arasında gezindiği bir tür cennet olarak canlandırmanız ne kadar da kolay beni en çok etkileyen şey gerçek kitapseverlerin az bulunurluğu olmuştu. İlk baskı züppeleri, edebiyat sevdalılarından daha fazlaydı; ucuz ders kitapları için pazarlık yapan doğulu öğrenciler onlardan da çoktu; ama en çok yeğenleri için doğum günü hediyesi arayan kafası karışık kadınlar geliyordu. Örneğin 1897’de çok hoş bir kitap okumuş olan, kendisi için o kitabın bir nüshasını bulup bulamayacağınızı soran sevgili yaşlı hanımefendi. Ne yazık ki kitabın adını ya da yazarını hatırlamıyor, tıpkı hangi konuyla ilgili olduğunu da hatırlamadığı gibi; fakat kırmızı bir kapağının olduğunu unutmamış.”
11. Neden Yazıyorum?
Artık sonlara doğru geliyoruz. 1946 yılında ilk defa basılan bu kitabında da Orwell’ın yazarlık sürecine ilişkin ‘’nedenleri’’ öğrenebilirsiniz. Sosyal gerçeklikten hiçbir zaman kopmamış olan yazar okuyucuyu burada da bireyci bir anlayışla karşılamıyor. Kitaba da adını veren ‘’Neden yazıyorum?’’ sorusunu pek çok unsur etrafında cevaplamaya çalışıyor. Yazarın konuşmalarından: “Tüm yazarlar kibirli, bencil ve tembeldir ve yazma dürtülerinin altında bir gizem yatar. Kitap yazmak, acıdan kıvrandıran bir hastalığın uzun süren nöbetleri gibi insanı yiyip bitiren korkunç bir mücadeledir. İnsan, karşı koyamayacağı ve anlayamayacağı bir iblis tarafından itilmese kesinlikle böyle bir işe kalkışmazdı. Biliyoruz ki bu iblis herkeste vardır ve bir bebeğin ilgi çekmek için ciyak ciyak ağlamasına yol açan içgüdünün aynısıdır. Fakat yine de sürekli kendi kişiliğini gizleme mücadelesi vermediği sürece insanın okunabilir hiçbir şey yazamayacağı da bir o kadar doğru.”
12. Savaş Günlükleri
İkinci Dünya Savaşı’nda Nazilere karşı savaşmak için can atan ve bundan hiç çekinmeyen George Orwell bu büyük savaşın ilk dönemlerindeki atmosferi Savaş Günlükleri’nde anlatıyor. Savaşa dair tarihî bir belge olarak da görülebilecek kitapta Orwell pek çok yazar ve politik kimliğe dair görüşlerini de belirtmekten geri durmuyor: ‘’Hitler faşizminin engellenemez gibi görünen ilerleyişinin ardından Fransa’nın teslim olmasıyla değişen dengeler, Londra üzerinde aylarca süren bombardıman ve Almanya’nın Sovyetler Birliği’ne saldırması gibi pek çok kritik sürece tanıklık ederken notlar tutan Orwell, uluslararası politika kadar işgal beklentisi içindeki bir halkın psikolojisini de gözler önüne seriyor. Yurt savunması için milis kuvvetlerine katılan, ardından antifaşist propagandaya katkı sağlamak üzere BBC’de çalışmaya başlayan Orwell’ın dönemin pek çok önemli edebiyatçısı ve siyasetçisine dair izlenimlerini ve yorumlarını da içeren Savaş Günlükleri, savaşın yarattığı psikolojinin hayatın her alanını nasıl etkilediğini gösteren bir belge niteliğinde.’’
13. Faşizm Kehanetleri
İki dünya savaşına ve İspanya İç Savaşı’na tanıklık eden, yoksul kesimin içerisinde yaşayarak bunları kitaplaştıran, kısacası 20. yüzyılın girdiği bunalım ve krizleri birebir yaşayan Orwell’ın hiç şüphesiz dünyaya dair öngörüleri de olacaktı. Kışkırtıcı ama dobra üslubunu burada da görebileceğimiz kitabın tanıtım bülteninden bir parça: ‘’Faşizm Kehanetleri başlığıyla derlediğimiz bu metinlerde Orwell, milliyetçilik, Hitler, faşizm gibi İkinci Dünya Savaşı döneminin kaçınılmaz konularından İngiliz mutfağına, H.G. Wells’in dünya devleti görüşü ve Swift’in Gulliver’inin eleştirisinden en iyi çayın nasıl yapılacağına kadar uzanan düşünsel bir yolculuğa çıkarıyor. Edebiyatla politikanın iç içe geçen ilişkisini Orwell yaşamı boyunca başlıca düsturu olan ‘doğru bildiğini söyleme’ ve yazma tavrıyla birleştiriyor. Okuru ise gerçek bir ustanın kaleminden çıkma eşsiz bir şölen bekliyor.’’
14. Aslan ve Unicorn
Orwell’ın pek bilinmeyen kitaplarından biri olsa da politika hakkındaki teorik fikirlerini incelemeniz açısından önemli bir çalışma. Yirminci asrın felaketlerine yakından tanık olan bir yazar olarak siyasete dair gözlemleri, duygu ve düşüncelerini bu kitapla beraber öğrenebilirsiniz. Arka kapaktan: ‘’Orwell bir politik teorisyen değildir ama buna en fazla yaklaştığı yer ‘Aslan ve Unicorn’dur. Politika konusunda bir ‘deha’ olduğu söylenemezse de, değerlendirmelerini çözümleyici bir zeka, açık ve edebi bir anlatımla yapması gücünü arttırmaktadır.’’
15. 1984
Gelelim son ve en meşhur romanına. Distopya edebiyatın başat romanlarından biri olan 1984, Orwell’ın bitmeyen, günden güne canlılığını tekrar kazanan başyapıtıdır. Bu aralar sağda gördüğünüz yeni kapağıyla da gündemde. İlk kez 1949’da yayımlanan romanda iki dünya savaşı görmüş Orwell totaliter rejimleri, baskıcı yönetimleri ve bunların gelecekte nasıl bir dünya kuracaklarını anlatıyor. Özgür düşüncenin ve yaşam biçimlerinin yasaklandığı, 2+2’nin 5 olduğu ve her şeyi Big Brother’ın gözetlediği bir dünyada yaşamak nasıl olur? Yazarın tüm bunlara ağır bir eleştirisi olan 1984 özellikle de yayımlandığı 1949’dan bu yana dünyanın gidişatına ilişkin sayısız kere atıfta bulunulmuş bir roman. Bu büyük eserin tanıtım bülteninden karakterler, mekânlar ve olaylar hakkında önemli bir alıntı yaparak listemizi sonlandırıyorum: ‘’George Orwell 1984 kitap özeti kısaca belirtilmek gerekirse romanın dünyası üç ayrı rejimle yönetilmektedir: Okyanusya, Avrasya ve Doğu Asya… Sovyetler Birliği’ni andıran Okyanusya, düşünmeden itaat eden ve Büyük Birader adında birine bağlılıkları olan halkın yaşadığı devlettir. Toplumdaki tüm insanların hareketleri, düşünceleri ve davranışları izlenmektedir. Bir yeraltı örgütü olan muhalif özellikteki Kardeşlik ve bu örgütün lideri Goldstein, bu toplumun düşmanı olarak görülür. Romanın baş karakteri Winston’ın çeşitli olaylara dahil olmasıyla roman, okuyucuların akıllarında birtakım soru işareti bırakacaktır: Büyük Birader ve Goldstein gerçekten yaşıyorlar mıdır?’’