(Hikayesine Evren Bozması romanında, roman karakterinin bir kadın yazmak istemesiyle başlayan Gece, altı bölümlük kısa bir hikaye dizisi için sayfasından düştü ve ListeList’e konuk geldi. Her Çarşamba 23:00’de anlatacakları var.)
Nasıl hayatta kalamıyoruz?
Kağıt üstüne yazdığım bir hayat var. Onun ardında okyanuslarla yıldızlar birbirine giriyor. Nasıl bir sevişmeyse varoluyor insanlar ve mavi köpekler. Varolmayı birleşik düşünüyorum. Amatör düşünüp profesyonel yaşayan birine göre çok etik bir haldeyim sanırım. Dahi anlamındaki, yani çok akıllı anlamındaki -de’leri de birleşik düşünüyorum. Herşeyi birleşik düşünürüm ben, yazmam ama düşünürüm. Gözler insanın printer’ı bence.
Bugün Simba ile buluşacağız. Simba, eski bir arkadaşım sayılır. Ben onu arkadaşım saymayı, hatta eski kalmasını çok istiyorum ama o buna izin vermiyor. Ne bencil pezevenkler var, özleme hakkımı elimden alıyor. Bir gün gene bir şişe şarap açmışım, içmiyorum, balkonuma bir mektup düştü. Kağıt değil, kağıtlar yuvarlanır, mektuplar düşer. Daha geceyi yarıp düşerken bir Ahmet Kaya şarkısı gibi, onun içinde benim ağzıma sıçacak harflerin kombine olduğunu anlamıştım. İsminin önemi yok, sarışın, bir dişi diğerinden küçük. Tam bir arslan kral.
Kör bir kurbağa gözlerini açmış da görmüş gökyüzünü. Hayal ettiği bir evren varmış, gözleri aklına yetişememiş.
Balkonuma düşen mektup netti, net olduğu kadar güzeldi. “Selam, çok sıkılıyorum. Buna ihtiyacım yok. Kullanmadığım sıkıntıları seninle paylaşabilirim. İhtiyacınız olduğunda canınızı sıkmak için yan balkona bir şişe şarap yuvarlayınız.” Hayvan oğlu hayvan. Verdiğim tepkiyi anlatmak istemiyorum, sadece ikinci mektubunu okurken çok güldüğümü bilin yeter. Ben, Gece, bir erkeğe güldüm. Ben, Gece, hayata güldüm. Ben, Gece, boku yedim ki ne yedim.
İkinci mektubu daha netti. Bu, daha güzeldi. Arzular değil ama, bedenim bir şelale oldu dolun bir aya doğru akıyor. “Selam, kafam yarıldı. Bir şişe daha atsana?” Gündüz vakti bir geceyle flört edecekseniz, kafanıza yıldız kaydırır gibi şarap şişesini yapıştırmasını makûl karşılamanız gerekir. Numaramı hak ettiğine karar verdim. Olacak şey belli, beni yemeğe çıkartacak, mesleğimi soracak. “Hayattayım.” diyeceğim. “Hayattayım ve kara deliklerin ağzına sıçayım.” Aklımla hiç şansı yok. İki bacağımın arasıyla şansı var belki. Bilmiyorum. Asıl ürkütücü olan, belki de
de.
da.
Belki de.
Def mi olursunuz bilemem, kaybolun. Size ne!
Anlatamıyorum da.
Kafası karışık olan her göktaşı, vurur plansız bir yere ve olur size gökyaşı.
Ona telefon numaramı biraz değişik verdim. Bir matematik denklemi buldum rastgele evin içinde. 2 hafta önce, babası ölmüş bir profesör müşterim oldu. Adamın istediği o piyano çalarken onu beğenmemem ve sürekli balgam atmamdı. Kolay bir işti benim için, balgam yapıcı çok fazla madde vardır. Mandalinalı gazozlar ve enerji içeceklerini ağızları açık 1-2 saat bekletin. Sonrasında dönüştüğünüz emmiye size bile şaşıracaksınız. Adamın ilgimi çekeceğini düşünüp bana verdiği denklem kağıtlarını, belki bakmam diye alıp eve getirmiştim. Bir kaçını alıp, üzerilerine şarap döküp Simba’nın balkonuna attım. Çözerse numaramı bulacağını düşünsün diye. Salak. Benim telefonum yok ki. Ama hakkımı yemeyeyim, kağıdın altına rujumla büyük bir gülücük çizdim. Çözerse çözer. Ulan Gece, bu kadar yıldızın var aklında, hala mevsimlerine hakim olamıyorsun.
Sevgi, benim yörüngemde bir mevsim değil. Bir kural. Siktire de bilir, gide de bilir.
Bir gün ölüm tanrısıyla karşılaşırsak ona ne diyorduk? Geciktin.
Gülücüklü bir taşağa sarıldığını anlamış olacak, hele ki bir kadın tarafından, bir hafta kadar sesi kesildi yan taraftaki hüzünsüzün. Yapacak bir şey yoktu, bir diş hekimiyle randevum vardı. Ona şeker yememesi için yalvaracak, sonra arkamı dönüp şeker yemesine izin verecektim. Sonunda beni sekse zorlayıp odanın içinde kovalamasa, beni kafasına diş pastasıyla vura vura onu bayıltmak zorunda bırakmasa aslında kibar bir adamdı. Eve girdim, tanrısı olduğum evrenimde ilk kuralı yineledim. Bu evde insan olmak, oksijen zerreciğine hava atmaktan farksızdır. Balkonumdan içeri olağanüstü bir sarı ışık vurduğunu fark ettim. Buna şaşırmam lazımdı, şaşırma komutunu erteledim ve sesli müzik çalarıma bağırdım. Bir yanlışlık vardı ve bunun tadını çıkartmam lazımdı. The Shins! diye kükredim.
Sonradan idrak ettim ki, balkonumdan içeri arada ay ışığı girer, yüz bulamaz ve defolur gider. Bu sarılık nedir diye balkonuma çıktım. Kapıya doğru giderken yürüyüşümü beğenmedim. Bir tur daha dönüp biraz daha endişeli ilerledim. Kapıyı açtım. Balkonum yanıyordu.
Balkonum yanıyordu, hem de düz bir alev değil. Simba’yla balkonumuzu ayıran duvarın üzerinde bir çizim vardı ve yanıyordu. Sanki şeytan, fırçasını cehenneme daldırıp gökyüzüne adını yazmış gibi. Alevler biraz dağılınca fark ettim, duvarımda ateşli bir gülücük bana doğru gülüyordu. Bu, yan balkona attığım nota çizdiğim gülücüktü.
Hassiktir.
Kahkaha atmaya başladım. Çok korktum. Biraz daha kahkaha attım. Sonra bir şişe şarap dumanların arasından kendini alevlere bıraktı da duvardaki ateş söndü. Duvarın tepesinde, tüm pespayeliğiyle Simba oturuyordu. Simba Moody, seni yavşak demek isterdim ama diyemedim.
“Lan!” dedim. “Siktirol in aşağı it oğlu it!” olsun, bu da bir iletişimdir.
“Selam.” dedi. “Ne zaman tanışalım?”
Asıl ürkütücü olan, belki de
de.
da.
Belki de. Bu pezevengin bacak arama değil, göğüs boşluğuma girebilme ihtimaliydi.
Eyvah.
Kalbime girecek adamla buluşmak. Oğlum Gece, sen çok pezevenk bir kadınsın. Şuanda, paralel evrende, bir göktaşı Küçük Prens’i deldi, aklımdan çıktı ve eyledi viran.
(……devamı haftaya)