Şimdi öncelikle söylemek isteriz ki, bu listede insan yapımı olmayan, doğada, doğal güçler tarafından gerçekleştirilen olayları okuyacaksınız. Bunu açıklayarak beklentinizi yükseltmek istedik zira doğada gerçekleşen olaylar öyle yenilir yutulur cinsten değil. İnanılmaz, enteresan, sıradışı gibi kelimeleri kullanmak istemesek de, harbiden öyleler.
Mevzu bahis doğal olaylar olunca sizden (bizden) de bahsetmemek olmaz. Listeye başlamadan evvel bir mini liste verelim size:
- Maddesel benliğinizin tamamı evren ile çağdaştır (aynı yaştadır). Çünkü madde asla yaratılamaz ve yok edilemez.
- Siz (ve biz) o gece vücuttan ayrılan 200 milyon sperm hücresinden 1 tanesiyiz. Sizin (ve bizim) hayata gelebilme ihtimalimiz 200 milyonda 1’di ve buna rağmen, buradayız.
- Gölgemiz, Güneş’ten çıkan ışınların 150.000.000 km yolu hiç bir engel ile karşılaşmadan kat edip yere değmeye saliseler kala bizim tarafımızdan engellendiğinin kanıtıdır.
- Kumsalda bıraktığımız bir ayak izini dahi silebilmek için koca bir okyanus ve bir dolunay gerekir (sebep olduğumuz kirliliği söylemiyoruz bile).
Şimdi şu küçücük listeden de görebileceğiniz üzere söz konusu doğa ve doğal olaylar olunca “çüş” dememek biraz zor. Ha, siz yine de bunlara şaşırmıyorsanız, olsun biz sizi de seviyoruz. 🙂
1. 17 yılda 1 kez
Ağustos böceği ile karıncanın hikayesini bilmeyen yoktur. Ağustos böceği tembellik ediyormuş da karınca çalışıyormuş falan… Bakınız Kuzey Amerika’nın doğu sahillerinde bulunan ormanlarda yaşayan bu güzide ağustos böceği türü 17 yılda 1 kez olmak üzere doğada ender görülen bir olaya sebep olmaktadır. Bu olayda bir gece ansızın toprağın altından milyarlarca ağustos böceği peydah olur ve en yakındaki ağaca tırmanırlar. Ağaçta kanatları gelişir ve bir kısmı başka diyarlara uzar. Kalanların bir kısmı toprağa, suya düşer ve kuşa, kaplumbağaya yem olur. O kadar fazla sayıda ağustos böceğinden bahsediyoruz ki, bölgedeki tüm hayvanları tıka basa doyurmaya yeter de artar. Bu ağustos böceklerinin tek 1 amacı vardır, çiftleşmek ve 17 yıl sonra aynı döngüyü başlatacak olan yumurtaları toprağa bırakmak. Bu eylemi gerçekleştirdiklerinde görevlerini tamamlamış olurlar ve hakkın rahmetine kavuşurlar ve yağarcasına toprağa düşer ve toprağa 17 yıl boyunca yetecek olan gübreyi, toprağın altına bırakılan yumurtalara da besini sağlarlar.
2. Kayan Taşlar
Bu taşların neden kaydıkları konusu hala bir sır. Güney Kaliforniya’da yer alan Ölüm Vadisi isimli bölgede etrafı dağlarla çevrili bir alanda kuzeyi ile güneyi arasındaki yükseklik farkı 4 cm’den ibaret olan sıradışı biçimde düz bir kuru göl bulunmaktadır. Bu kuru göl, kış mevsiminde dağlara düşen yağmurların kuru göl yatağını doldurmasıyla sığ bir su birikintisi halini alır ve yaz mevsiminde yeniden hızlıca çöle döner. Bu sürede gölün tabanı düzleşir. Bu göl tabanında yer alan bazı taşlar (tamamı değil, sadece bir kısmı) sebebi anlaşılmayan biçimde yer değiştirmektedirler. Baya arkalarında iz bırakarak kayarlar. Taşların hareket etmesini sağlayan gücün rüzgar olduğu yönünde bir teori olsa da, dediğimiz gibi taşların tamamı hareket etmez ve hareket edenler de bazen yönlerini değiştirirler ve bu rüzgar teorisini şüpheli kılmaktadır. Anlaşıldığı kadarıyla güzide taşlarımız sadece 2-3 yılda bir hareket ediyorlar ve bazı izlerin oluşması 4 yılı buluyor. 70’li yıllardan beri arazide araştırmalar yapan gözlemciler henüz taşların oynadığına hiç şahit olmadılar ve dolayısıyla da bu duruma hiç bir açıklama getiremediler.
3. Deprem ışıkları
Yoğun volkanik ya da sismik aktivitenin olduğu bölgelerde gerçekleşen bu sıradışı olay 1965 yılında Japonya’da gerçekleşen Matsushiro depremine dek insanlar arasında konuşulan bir dedikodu olarak kabul ediliyordu zira hiç gözlemlenememiş, kanıtlanamamıştı, kayıt altına alınamamıştı. Matsushiro depreminde fotoğraflandıktan sonra dünya çapındaki bilim insanları tarafından varlığı ve gerçeklikleri kabul edilse de o gün bugündür bu ışıklara neyin sebep olduğu konusu sır olarak kalmıştır. Işıklar bazen beyaz, bazen mavi bazen de çok renkli olarak gözlemlenebilmektedir.
4. Işık kuleleri
Bu doğa olayının nasıl oluştuğunu biliyoruz. Bu ışık kuleleri -20 derece ve daha düşük sıcaklığa sahip olan, hafif rüzgarlı ve havada da buz kristallerinin uçuştuğu tüm büyük şehirlerde görülebiliyor. Ama tüm bu şartların aynı anda aynı yerde gerçekleşmesi epey zor, söylemiş olalım.
5. Buz çiçekleri
Buz çiçekleri küçük buz kristali kümeleridirler ve büyüklükleri 3-4 cm yüksekliği aşmaz. Yapılan araştırmalara göre buz çiçekleri yalnızca ince bir buz tabakası üzerinde ve buzun yüzeyi ile hava sıcaklığı arasında 20 derecelik farklar olduğunda oluşabiliyorlar.
6. Taşlaştıran göller
Bu göllerin en ünlüsü Tanzania’da bulunan Natron Gölü. Fotoğrafçı Nick Brandt’ın eserleri yüzünden bu gölün suyuna temas eden canlıların anında taşlaştığına dair dedikodular peydah olsa da, işin aslı biraz daha farklı. Gölde bulunan suyun bazik derecesi 10.5 pH’tır. Bu değer suda bulunan sodyum karbonat ve başka minerallerden kaynaklanmaktadır. Kapalı bir göl olma özelliği taşıyan Natron Gölü’ndeki su, yalnızca buharlaşma yoluyla gölden dışarı çıkabilmektedir, ki bu da suyun pH derecesinin bu kadar yüksek olmasının bir diğer sebebi. Nick Brandt’ın fotoğraflarının sebep olduğu dedikodunun aksine, gölde ve gölün etrafında büyük bir eko-sistem bulunmaktadır. Örneğin flamingolar bu gölü çiftleşme alanı olarak kullanır ve göldeki adacıkların üzerine yuvalarını yaparlar. Suyun yüksek bazik özelliği ona alışkın olmayan canlıların derilerini ve gözlerini yakar. Sodyum karbonat Eski Mısır’da mumyalama işlemlerinde kullanılan bir maddeydi ve canlı bedenleri koruyucu özelliğe sahiptir. Yani, Natron Gölü gibi taşlaştıran göllerin perde arkasındaki hikaye, hayvanların anında taşa dönüştüğü değil, bedenlerinin yüksek bazik özelliğe sahip su yüzünden belli bir sürenin sonunda mumyalandığıdır.
7. Taştan canlılar
Bu tip taştan canlılar akla ilk önce fantastik romanlardaki trolleri getiriyor olmalı. Ama doğa bize hayal edebildiğimizden çok daha başka bir taştan canlı hediye etmiş durumda. Bu güzide canlının herhangi bir beyni ya da reseptörü bulunmuyor. Şili ve Peru civarlarında yaşıyorlar ve o bölgede oldukça popüler bir yemek haline geliyorlar. Bu canlının bilimsel adı Pyura chilensis. Ama biz taştan canlı diye çağırmaya devam edeceğiz. Taştan canlımızın kanında yüksek miktarda, nadir elementlerden birisi olan vanadium bulunmakta. Bu canlının bu kadar vanadiumu nereden, nasıl bulduğu ile alakalı hiç bir fikrimiz yok, bilim insanlarının da yok. Canlımızın cinsel yaşamı da oldukça enteresan. Bunların tamamı erkek olarak doğuyor ama ergenlik dönemlerinde hermadofrit (çift cinsiyetli) bir hal alıyorlar. Yaşamları sırasında türdeşleriyle cinsel ilişkileri olsa da, tek takılanları ve kendi işini kendi görenleri de var. Yapılan araştırmalara göre yalnızca türdeşleriyle birlikte olanların sağlıklı biçimde üreyebildiklerini göstermiş.
8. Elektrik topları
Şimdi bu topların varlığı da kanıtlanabilmiş değil. Halk arasında gördüğünü iddia edenler var. Bir şeftali, armut boyutunda görenler de var, metrelerce çapa sahip olanlarını görenler de var. Dedikodulara göre bu elektrik topları eninde sonunda patlıyormuş ve patladıktan sonra arkalarında yoğun bir sülfür kokusu bırakıyormuş. Bu arada patlamalar ölümcül de olabiliyormuş. Laboratuar ortamında oluşturulan elektrik topları, dedikodulardaki asıllarına görsel açıdan oldukça benziyor ama asıllarının varlığı kanıtlanamadığı için elektrik topları bilimsel açıdan hala bir muamma.
9. Kaybolan deniz
Bir gece sahilde uyuyakaldığınızı ve sabah uyandığınızda akşamkinden çok farklı bir yerde olduğunuzu, denizin akşamki yerinde olmadığını hayal edin. Sonra bu hayalinizi gerçek kılmak için Hindistan’ın Odisha eyaletinin Chandipur şehrinin sahillerini ziyaret edin. Bu sahil dünyadaki en nadir doğa olaylarından birisine ev sahipliği yapıyor. Ay’ın Dünya üzerindeki etkileri, gel-git olayları falan bunlara hepimiz hakimiz, tamam. Ama bu sahilde olanlar medcezirin başka bir boyutu. Chandipur sahilleri Ay’ın hareketine bağlı olarak 4 km’ye varan mesafelerde çekilebiliyor. Sular çekildiğinde baya baya denizin içerisinde yürüyor duruma gelebiliyorsunuz. Denizin çekilip geri gelmesini izlemek ise oldukça nadir bir etkinlik.
10. Manyetik tepe
Yine Hindistan… Leh-Kargil-Batalik Ulusal Otoyolu’nda Leh’ten 30 km uzaklıkta ve deniz seviyesinden 14.000 metre yükseklikte bulunan bu tepenin metalik objeleri çeken, yokuş yukarı, arabalar çalışmıyor durumdayken 20 km/s hızla sürükleyen manyetik kuvvete sahip olduğu dedikodusu bulunuyor. İşin aslı ise buranın bir optik illüzyondan ibaret olduğu. İllüzyonun sebebi tamamen engellenmiş olan ufuk çizgisi. Ufuk çizgisi olmadan bir yokuşun yönünü tayin etmek oldukça zor bir hal alıyor. Aslında bu tepe tırmanan bir yokuş görünümünde olan bir iniş yokuşu. Bu yüzden de motoru kapalı olan araçlar bile sürüklenebiliyor.
11. Birbirine karışmayan nehirler/denizler/okyanuslar
Şimdi bu tam atayizlerin açıklaması gereken bir konu aslında. Zira halkımızın bir kısmı konudan bihaber olduğundan bunu Allah’ın bir takdiri olarak pazarlamaya çalışıyor. Dine karşı değiliz, kimsenin dini bizi ilgilendirmiyor da, ama cahil cahil konuşmalarınıza da katlanmak zorunda değiliz. Öncelikle şunu söyleyelim, iki su kütlesinin birbiriyle karışmaması herhangi bir biçimde mümkün değildir. Her şekilde karışırlar. Öyle yoğunluk farkları falan da bunu engellemez. Siz suya ne yaparsanız yapın, o su mutlaka diğer su ile karışır. Bunu mutfağınızda deneyebilirsiniz, bir bardağı tuzlu suyla (tuzu dilediğiniz kadar basın, fark etmez) diğerini de saf suyla doldurup karıştırın. Bakın bakalım karışacak mı karışmayacak mı?! Peki bu fotoğraf ne iş? Bu fotoğraf akış hızıyla, içeriğindeki farklı mineralleriyle falan birbirinden sadece renkleri itibariyle ayrılan iki su yığıntısına ait. (Fotoğraf tam olarak nereya ait bilmiyoruz, ama diyelim ki; Kuzey Denizi ile Baltık Denizi ya da Atlas Okyanusu ile Akdeniz). Bu iki farklı su kütlesi içeriğindeki farklı mineraller dolayısıyla ışığı farklı biçimde kırarlar ve bu da onlara iki farklı renk verir. Ancak bu iki su birikintisinin birbirine karışmasının görünmez bir perdeyle engellendiğinin kanıtı değildir.
12. Volkanik yıldırım (Hades’in geçidi)
Bu görüntü volkanik patlamalar sırasında volkanlardan havaya yükselen pozitif yüklü parçacıkların havada zaten bulunan negatif yüklerle çarpışmasının sonucunda oluşuyor ve Hades’in bize bize kaykıldığı gibi görünüyor.
13. Yamuk Orman (Crooked Forest, Polonya)
Polonya’nın batı kısımlarında Gryfino şehrinin yakınlarındaki bir ormanın içerisindeki küçük bir alanda yaklaşık 400 tane çam ağacı sebebi bilinmeyen bir biçimde 90 derece yamuk olarak büyüyor. Ağaçların 1930’lu yıllarda dikildiği tahmin ediliyor ve 7-10 yaşına geldiklerinde ağaçların sıradışı biçimde yamuk bir şekilde büyüdüğü anlaşılıyor. Bazıları bunun bölgede yer alan sıradışı yer çekimi yüzünden olduğuna inanıyor ancak bu teoriyi destekleyen hiç bir bulguya rastlanmadı.
Bazıları ağaçların henüz fidan halindeyken maruz kaldığı yoğun kar fırtınalarının ve yavaş erimelerin ağaçlara bu şekli verdiğini iddia ediyor ancak bu teorinin de doğru olmadığını söyleyebiliriz, zira çevredeki diğer çam ağaçlarında bu durum görülmüyor.
Ağaçların yamukluğuyla ilgili en akla yatkın iddia bunlara bir insanın sebep olduğu yönünde. Vaktiyle ağaçları eken çiftçilerin bu ağaçları yapı malzemesi olarak kullanmak amacıyla özel olarak bu şekilde yetişdirdikleri muhtemel. Hatta bölgede aktif olan bir gemi firması da ağaçların gemi yapımında kullanılmak amacıyla özellikle böyle yetiştirildiğini savunuyor. 2. Dünya Savaşı sırasında bölge tamamen yerle bir olmuştu ve 1970’lere dek yeniden inşa edilmemişti. Ağaçların neden yetiştirilme amaçları doğrultusunda kullanılmadığını da bu durum açıklayabiliyor. Ama yine de kesin bir bilgi yok.