Ülkemizde sanatın değeri ne yazık ki çok bilinmiyor, birkaç dalı hariç. Mesela kamuya açık birçok alanda yer alan sanat eserlerini kimin yaptığını hiç bilmiyoruz. Halbuki onlar bilinmeyi, tanınmayı, şu an yaşamıyor bile olsalar alkışlar almayı hak ediyorlar.
Bahsettiğimiz isimlerden biri olan Füreya Koral, tam bir Cumhuriyet kadını. Çağdaş, tuttuğunu koparan, becerilerinin arkasından gitmeyi bilen ve toplum yararına bir şeyler yapmak için uğraşmış, bunu başardığında ise adını tüm dünyaya duyurabilecek seviyede işlere imza atmış bir insan. Bu arada, eserlerini aslında defalarca gördüğünüzü söylesek?
Ne demiş Füreya Koral? “Sanatı müzelerde hapsetmek yok!”
Büyükada’da bulunan Şakir Paşa Konağı’nda doğdu seramiklere âdeta can verecek olan ellerin sahibi
“Biz Şakir Paşa Köşkü’nün çocukları, sanki bir ana-babanın değil de, bu ahşap Osmanlı konağının tohumlarıydık. Köşk, bizi dokuz ay yerine yıllarca rahminde taşımış gibi, genlerimize sinmiş, iliklerimize işlemiş ve bize özsuyunu vermiştir. Sonraki yaşamlarımızda edindiğimiz her birikim ve tecrübe, her acı ve sevinç, her kazanım ve kayıp, o konağın ruhumuzu yapılayan harcının üstüne eklenmiştir.”
Atatürk’ün silah arkadaşlarından General Emin Koral ile Şakir Paşa’nın kızı Hakiye Hanım’ın biricik kızı olarak dünyaya geldi Füreya. O dönemler bazı Osmanlı aileleri sarayın baskısından kaçarken Büyükada’ya sığınıyordu. İşte Füreya’nın ailesi de onlardan biriydi. Yakın akrabalarıyla, yeşillikler içerisindeki bu konakta büyüdü.
Doğu – Batı sentezini en iyi yapan sanatçılardan biri olacaktı. Neden mi? Çocukluğunu geçirdiği mahalle…
“Bense kendimi hiç doğuya ait hissetmedim yaşamım boyunca. Bir gün seramiğe başladığımda bir de ne göreyim; içimden taşan tüm imgeler, hayranı olduğum batı toplumunun zevkini, felsefesini biçimini değil de, benim doğup büyüdüğüm toprakların renklerini, biçimlerini, simgelerini yansıtıyor. Ben Osmanlı laleleri, karanfilleri ve söğütlerinin, Kütahya yeşilinin, kiremit kırmızısının, hele de Akdeniz turkuazının tutsağı imişim… Ben tepeden tırnağa Bizans, İstanbul ve Anadolu imişim meğer!”
Yaşadığı 3 katlı konak, bir cami ile kilisenin ortasındaydı. Bu nedenle burada her iki kültürü de öğrenerek büyüdü. Bu durum yalnız onun değil, tüm aile bireylerinin yaşam tarzını ve sanata bakışını etkiledi.
Biraz ailesinden bahsetmek gerekirse; hepsi kendi dallarında usta sanatçılar. Mesela Cevat Şakir Kabaağaçlı desek?
“Şakir Paşa’nın çocukları, birbirinden ilginç, çok cana yakın ve bütün cana yakın ilginç insanlar gibi, biraz çılgındı.” (Edebiyatçı Mina Urgan)
Ailesinde herkes mutlaka bir sanata aitti; resim, edebiyat, müzik… Büyükbabası ise tarih yazarı ve ödüllü bir fotoğrafçı olmasının yanında, çini ve seramik ile de uğraşıyordu. İşte belki de Füreya’nın ileride bu konularda usta olmasının genleri taa buralardan geliyordu. Ve aileden bir diğer isim de, edebiyatta çokça tanıdığımız ve sevdiğimiz, nam-ı diğer Halikarnas Balıkçısı, Füreya’nın dayısı idi. Ressam Fahrünissa Zeid, aktris Şirin Devrim, gravür sanatçısı Aliye Berger gibi adını bildiğimiz sanatçılar dışında, diğer aile üyeleri de birçok sanatla haşır neşirdi. Şirin Devrim boşuna yazmadı “Şakir Paşa Ailesi / Şahane Çılgınlar” adlı kitabı…
Fransız lisesi, felsefe bölümü, keman dersleri… Şakir Paşa ailesi, işgallerin arasında doğan bir güneş gibiydi
“Prof. Berger’den sanatta mükemmeliyeti, sanatta ödün vermemeyi öğrendim. Sanatta dürüst olmayı, namuslu olmayı da o aşıladı.”
Şakir Paşa bir kaza sonucu ölmüş, 1. Dünya Savaşı patlak vermişti. Tüm ülke huzursuz, bitap. Konakta da yas havası hâkim. Ama yılmamış, vazgeçmemişti Şakir Paşa ailesi. Kendini sanatın içinden doğurmuş, öyle dirilmişti. Birçok konuda özel öğretmenlerden ders almaya başlayıp, Notre Dame de Sion adlı Fransız kız lisesine gitmiş, bir süre İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümü’nde okumuş ve onun hayatını o dönemde çok etkileyen keman derslerini almaya başlamıştı Füreya da. Bir dönem müzik eleştirileri ve çevirileri yapmıştı. Macar keman hocası Prof. Charles Berger ise ileride eniştesi olacaktı.
Anı defterine Atatürk’ün yazdığı sözler onu cesaretlendirmiş, bir şeyler yapma isteğini körüklemişti
“Füreya hanım görüyorum ki, siz çok çalışkan bir insansınız. Millet sizden çok şey bekliyor. Siz çalışmalı ve bir şeyler vermelisiniz memlekete.” (M. Kemal Atatürk)
Füreya 16 yaşındayken Atatürk ve eşi Latife Hanım’a evlerine yaptıkları bir ziyarette kemanıyla konçerto çalmıştı. Bunun ardından anı defterine Atatürk’ün bir şeyler yazmasını rica etmişti. Deftere yazılan bu övgü ve ona güvendiğini hissettiren sözlerden sonra ne yapabileceği konusunda hep bir arayış içerisinde olacaktı Füreya.
Çiftlik ağasıyla 2 sene süren evliliği sırasında bir annenin yaşayabileceği en acı olayı yaşamıştı: İki kere çocuğunu kaybetti
“Ama mantık ne zaman sevginin esiri olmamış ki? Sevgi, insana her şeyi yaptırır. Hele evlat sevgisi!” (Ayşe Kulin / Füreya romanından)
“Füreya” denildiğinde onu tanıyanların aklına rengârenk görünen hayatı geliyor olsa, kapkaranlık anların esiri olmuştu o da zamanında. Tarif edemeyeceği kadar üzüntüler yaşatmıştı ona ilk evliliği. Ve baba evine dönünce uçsuz bucaksız bir boşluk yaşamaya başlamıştı. O bir Cumhuriyet kadınıydı, birkaç dil biliyordu ve halka yararlı olmalıydı. Bir şeyler yapmalıydı. Ama ne?
Çocuk özlemini ise yeğeni Sara ile gidermeye çalışmıştı. Sanattan arta kalan tüm vaktini de ona ayırdı hep. Onu resmen nüfusuna geçirdi. Bu durum Sara’nın öz annesi Afife ile aralarını biraz açtı. Sara’nın çocukları Sera ve Mehmet ile de çok ilgilendi Füreya, çocuk sevgisini ancak bu sayede tadabiliyordu çünkü.
İkinci evliliğini milletvekili Kılıç Ali ile yaptıktan sonra Ankara’ya taşındı
“Sanata, kültüre, önem veren bir ailede yetiştiği için Füreya da kültürlü ve sanatkâr ruhlu idi. Özellikle bana da bu duyguları vermeye çalıştı.” (Kılıç Ali’nin oğlu Altemur Kılıç)
1935’te Atatürk’ün en yakın arkadaşlarından biri olan Kılıç Ali ile evlendi. Böylece günlerini Atatürk’e çok yakın bir vaziyette geçiriyordu. Çağdaş bir Türk kadını olarak sorumluluklarını gitgide daha iyi anlıyor ama elinden ne geleceğini henüz bilemiyordu. Atatürk’ün ölümü nedeniyle 3 sene sonra tekrar İstanbul’a taşındılar.
Ve kara haber: Verem! Ama bu hastalık sayesinde hayatının amacını buldu
“Bu sanatoryumda Füreya yeniden sağlığına kavuştu, Türk seramikçiliği de ona.” (Eşi Ali Kılıç)
Tedavi için İsviçre’ye doğru yol aldığında 37 yaşındaydı. 2 sene sanatoryumda yattı. Kolay bir hastalık yaşamıyordu, zordu geçen günler, geçen yıllar. Aliye teyzesi bir gün, Leysin’de hastanede yattığı sırada oyalanması için ona plastik hamurlar getirdi. İşte Füreya’nın seramik hayatı tam da burada kıvılcımlandı aslında. Resim, yontu, seramik dersleri almaya başladı ve seramik üzerine kitaplar aldırttı, çeşitli teknikler öğrendi. Artık onu mutlu eden faaliyeti bulmuştu ve peşini hiç bırakmayacaktı.
Seramik o zamanlar “sanat” olarak algılanmazdı birçok yerde. O nedenle buna değer veren insanların ülkesine gitti: Paris
“İstiyorum ki yaptığım çini tabakta en fakir ev yemek yesin. Benim çinilerim herkesin olsun. Yaptığım masa her evde bulunsun. Bir ocak yapmalıyım çiniden. Güzel bir merdiven başı. Kahve fincanlarım olsun bütün kahvelerde. Zengin fakir, iyi kötü bütün evlerde. Genç, ihtiyar bütün ellerde. Sanatı müzelerde hapsetmek yok. O sanat ölü sanattır. Çağımıza yakışmaz”
O zamanın ünlü seramik sanatçılarından Fransız Serre’nin yardımı ile Paris’te bir atölye buldu ve burada çamuru yoğunlaştırarak şekillendirme çalışmaları ile uğraşmaya başladı. Bir yandan sağlık kontrollerini de sürdürüyordu elbet.
Türkiye’deki ilk seramik sergisi de dâhil olmak üzere yurt içinde ve dışında toplam 32 adet sergi açtı
“Yaşayacaksın, nefes almak gibi, su içmek gibi, gülmek, konuşmak gibi, görmek gibi bir şey olacak. Böylesine hayatına karışacak sanat. Sanatçının hayatına karıştığı gibi, halkın hayatına da karışacak.”
1951 yılında Paris’te açtığı üç boyutlu ilk kişisel resim sergisinin ardından, eleştirmenlerden, özellikle de Doğu – Batı kültürü sentezini en iyi şekilde gösterebildiğinden ötürü tam not aldı. Aynı yıl içinde İstanbul’a döndü ve ilk sanat galerisi olan Maya Sanat Galerisi’nde ikinci kişisel sergisini açtı. Bu aynı zamanda Türkiye’nin ilk seramik sergisiydi.
Evinde Türkiye’deki ilk seramik atölyesini kurarak burada dünyaca ünlü seramik sanatçıları yetiştirdi
“İki küçük bölmeden oluşan minicik atölye konutu. Sevgisini ve sanatını yıllarca bir ipek böceği gibi örerek, elinin, gözünün ve yüreğinin nuruyla, dostlarından ve sanattan oluşan bir dünya.” (Ayşe Kulin / Füreya romanından)
1951 yılına o kadar çok şey sığdırdı ki Füreya Koral… Bu sefer de atölye açmıştı, durmadan üretiyordu ve bu bilgisini başkalarıyla da paylaşmak istiyordu. Bingül Başarır, Alev Ebüzziya bu atölyede yetişen sanatçılardan bazıları. Fakat hastalığı tekrar nüksettiğinden riskli bir ameliyata girdi. Ve sonunda veremden temelli kurtuldu. “Çok şükür rahat bir soluk alıyorum ama aldığımı vermem gerek.” dedi buna dair. Artık seramiğe daha da fazla sarılma vakti gelmişti. Artık aldığı tüm soluklar seramik içindi ve yine seramik için verileceklerdi. Yatağını bile, seramik fırınının yanına kurdu.
Seramiğe olan tutkusu evliliğini bitirdi
-“Ben mi, seramik mi?” -“Seramik!”
Atatürk’ün ölümünden sonra Kılıç Ali içine kapanmıştı. Bu durumun evliliklerini sarstığı bir sırada Füreya’nın da seramiğe çok fazla vakit ayırması ve tüm çevresinin artık sanat camiasından oluşmasından ötürü eşi Kılıç Ali rahatsızlık duymaya başlamıştı. Füreya seramiği seçti ve eşi ile yollarını ayırdı. Artık âşık olduğu tek şey, uğraş verdiği sanatıydı.
Mevlevi’den Hitit sanatına… Eserlerinde birçok motif görmek mümkün
“Daha ilk tecrübelerinden itibaren seramiği başka iklimlere taşımaya çalıştı. Bu sayede seramik eserlere ilk işaretimizde piştikleri ateşin karşısında hizmetimize koşan uysal cariyeler olmaktan kurtuldu. Bu ateş kızları şimdi büyük resmin ve heykelin gururuyla bize geliyorlar. Tabak gibi, fincan gibi hususi bir iş görenler bile bizimle bir sevgili nazıyla, edasıyla konuşuyorlar.” (Ahmet Hamdi Tanpınar)
Füreya Koral’ın ilk çalışmalarında Mevlevi derviş ve seyyahlarından etkilendiği görülürken, daha sonraları Hitit motifleri işlemeye başladı. Kendini sürekli geliştirdi, zenginleştirdi. Aldığı Rockfeller bursu ile Güney Amerika’ya gidip Aztek ve Maya kültürünü de inceledi, tüm kültür birikimlerini harmanlayarak sanatına yansıttı.
Şener Şen ve Şevket Altuğ’un yer aldığı “Gölge Oyunları” adlı filmde oynadığı “Büyük hanım” rolü çok beğenildi
Seramik bir insan olsaydı, gözleri en çok o gün yaşla dolardı
“Türk sanatının bütün bir köşesini dolduran büyük ve feyizli bir mevsime benzer. Yeri belki de hiç doldurulmayacak kadar özel bir mevsimdir Füreya.” (Ahmet Hamdi Tanpınar)
85 yaşındayken ürettiği son eserinde, insanlığın yalnızlığı ve dejenere olmuş hâlini; içi boş, gözlerinde ve vücudunda derin boşluklar olan eserlerle anlatmaya çalışmıştı. 1997 yılının bir yaz gününde, 87 yaşındayken İstanbul’da öldü Füreya. Büyükada’da, Şakir Paşa’nın yaptırdığı Müslüman Mezarlığı’ndaki aile kabristanında bir yeri var şimdi. Ama Füreya’nın yetiştirdiği sanatçılar ürettikçe, sanatı her daim yayılacak.
Ayşe Kulin’in “Füreya” romanı çok sevildi, çok okundu
“Bir insanın bedeninin yatağa bağlı kalması mı daha korkunçtur, yoksa ruhunun dört duvar arasına düşmesi mi?” (Ayşe Kulin /Füreya romanından)
Ayşe Kulin, yaptığı uzun araştırmalar sonucunda Füreya Koral ile ilgili biyografik bir eser yazdı. Bu sayede hakkında birçok bilgi edinme fırsatı sundu bizlere. Bol bol fotoğraflarla zenginleştirdi kitabını.
Emeklerinin karşılığı olarak yurt dışında ve ülkemizde birçok ödüle layık görüldü
“Benim için seramik her şeyden önce bir araç, kitap, müzik gibi. Dünyayı ifade etmek, kendi dünyamı yaşamak, yaşayabilmek için, paylaşabilmek için bir araç. Yani seramik yalnızca bir süs eşyası, bir tüketim malı değil.”
“Cannes Uluslararası Sergisi, Fransa / Gümüş madalya”; “Prag Uluslararası Sergisi, Çek Cumhuriyeti / Altın madalya”; ”İstanbul Uluslararası Seramik Sergisi / Gümüş madalya”; “Türkiye Cumhuriyeti Kültür Bakanlığı Ödülü”;” Sedat Simavi Vakfı Plastik Sanatlar Ödülü (Neşe Erdok ile)”; “Washington Smithsonian Enstitüsü Ödülü, ABD”; “Vallauris Bienali Onur Diploması, Fransa” ödüllerini aldı.
Bonus: “Peki biz sürekli nerelerde görüyoruz Füreya Koral’ın eserlerini?” diye merak edenlere ithafen
Başak Sigorta binası önü
– Marmara Oteli lobisi, duvar panosu, İstanbul, 1960
– Ulus Çarşısı, duvar panoları, Ankara, 1962
– Manifaturacılar Çarşısı, duvar panosu, İstanbul, 1963
– Hacettepe Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi, duvar panosu, Ankara, 1965
– Ziraat Bankası, duvar panosu, İstanbul, 1966
– Divan Oteli, duvar panosu, İstanbul, 1969
– Tam Sigorta Binası, duvar panoları, Ankara, 1969
– Divan Pastanesi, duvar panosu, Taksim/İstanbul, 1969
– Sheraton Oteli, duvar panosu, İstanbul
(Çalışmalar esnasında aralarından bazıları yıkılmış olabilir.)