Tarihçiler Kara Ölüm olarak adlandırılan veba salgınının sonuçları hakkında çok şey yazdılar, söylediler. Bu olay günümüzde dahi hala yankı buluyor çünkü veba salgını, Avrupa nüfusunun üçte birden fazlasının ölümüne yol açtı. Afetsel bir pandemi olan Kara Ölüm, insan sağlığının yanı sıra ekonomiyi de yerle bir etti. 14. yüzyılın ticaret merkezi olan Fransa’nın Bordeaux kentinde yaşananlar bu durumu mükemmel bir şekilde özetliyor. Burada yaşayan halk o kadar çaresizdi ki pandeminin yayılmasını durdurmak için insanlar kendi şehirlerini ateşe verdi. Bu boş bir çabaydı, çünkü pandeminin yayılmasını durduramadılar. Aksine kentin yanması ticaret bölgelerinin büyük bir kısmını yok etti. Kara Ölüm tüm Avrupa kıtasına yayıldığında, ada ülkesi olan İngiltere’nin de kıtayla olan ticareti kesintiye uğradı. Pek çok tüccar iflas etti ve açlıktan hayatını kaybetti. Yine de tüm tüccarlar yoksullukla boğuşmak zorunda kalmadı. Bu dönemde fırsatçı tüccarlar olarak bilinen yeni ve ayrıcalıklı bir zümre ortaya çıktı. Peki onları ayrıcalıklı kılan neydi?
İngiltere’nin Avrupa’yla bağının kesilmesi
İngiltere, 14. yüzyılın ortalarında hem siyasi hem de ekonomik anlamda kıta Avrupası’na sıkı sıkıya bağlıydı. Guyenne ve Gascony topraklarını kapsayan Akitanya Dükalığı, Kral II. Henry’nin Eleanor ile evliliğinin ardından İngiltere’ye bağlanmıştı. Bu durum Atlantik kıyısı boyunca İngiliz ticaretinin gelişmesine yol açtı. Yün, kumaş, kalay, tahıl ve balık gibi ürünlerin tamamı kolayca güneye taşınabiliyordu. Bu ürünlerin ticareti, kraliyet hazinesine önemli katkılarda bulunuyordu. İngiltere ve Aquitaine arasındaki ticaret ilk olarak Yüz Yıl Savaşı sırasında azalmıştı. Kara Ölüm’ün başlaması ise bu ticareti durma noktasına getirdi. Bordeaux’dan günümüze ulaşan gümrük kayıtlarına göre İngiltere’nin ticareti %80 oranında azalmıştı. Çünkü bu hastalığın limanlardan yayıldığı düşünülüyordu. Bu nedenle kimse gemi yolculuğuna cesaret edemiyordu. Peki hastalık gerçekten limanlardan mı yayılıyordu?
King’s Lynn’in Fransisken manastırındaki bir tarihçiye göre veba, Aquitaine’den kalkan bir geminin Weymouth limanına yanaşmasıyla İngiltere’ye girmişti. Denizcilerin karaya ayak basmasıyla birlikte kasabada kısa bir sürede veba salgını başladı. Kara Ölüm’ün Avrupa’da yayılması hızlı ve amansız olmuştu. Doğudan gelen enfeksiyon, 1347’nin sonlarında Sicilya’dan Marsilya’ya geçti. Daha sonra hızla Fransa’nın güneyine doğru ilerlerdi ve 1348’de Bordeaux’ya ulaştı. Oradan da ticaret gemileri aracılığıyla kıta Avrupası’na kara bağlantısı olmayan İngiltere’ye geçti. Bu nedenle insanlar ticaret gemilerine binmek istemiyordu. Bu durum ise ekonomik iflası beraberinde getirdi.
Krizi fırsata çevirenler
Tüccarlar ve denizciler, korsanlar nedeniyle geçim kaynaklarına yönelik tehditlere alışıktı. Ancak denizden gelen ve deyim yerindeyse insanı süründüren bu hastalık daha korkunç bir durumdu. Hastalığın aynı anda hem Bordeaux’da hem de güney İngiltere’de yayıldığı göz önüne alındığında, vebanın ticaret gemileri nedeniyle yayıldığı su götürmez bir gerçekti. İki şehir arasındaki yolculuğun kaç gün süreceği hava koşullarına bağlıydı. Yolculuk bazen beş gün bazen üç hafta sürebiliyordu. Vebanın kuluçka süresi ise iki ile altı gün arasıydı. Dolayısıyla yolda geçen süre semptomların ortaya çıkması için yeterli bir zamandı. Eğer yolculuk yapan insanlardan biri enfeksiyon taşıyorsa, gemi limana yanaşmadan içindeki herkes iltihaplı hıyarcık, ateş ve kusma gibi semptomlar göstermeye başlıyordu. Böyle durumlarda ise gemiye yüklenmiş mallar karaya indirilmiyordu. Fakat güvenli ve sağlıklı bir şekilde limana yanaşan kişiler dahi ticaret yapmakta zorlanıyordu.
Ekonomi çok değişkendi, fiyatlar bir yükseliyor bir düşüyordu. Öte yandan pek çok insan öldüğü ya da ölüm döşeğinde olduğu için büyük bir emek kıtlığı baş gösterdi. İlk başlarda tarlalarda bol bol mahsul vardı. Fakat onları toplayacak insan gücü bulunmuyordu. Mal yokluğu bir anda tüm ürünlerin fiyatlarını yükseltti. Bazı bölgelerde önemli kıtlıklar yaşandı. Kıyı ticaret merkezlerinde sürekli ölüm ve mali kriz raporları yazılıyordu. Örneğin 1350’de krala şöyle bir bilgi iletilmişti: “Birkaç tüccar ve diğer zengin adamlar son zamanlarda vebadan telef oldu. Şimdi kasabadaki diğer tüccarlar telef olanların mallarını ele geçirmeye başladı.”
Geleneksel tüccarlara komplo
Bozulmuş ve istikrarsız piyasalar, insanları sömürebilecek durumda olan tüccarlara büyük kâr şansı sunuyordu. Ürünler kısa bir sürede küçük bir grubun eline geçti. Bu küçük grup hayatları boyunca kazanamayacakları parayı sadece iki senede kazandı. III. Edward hükümeti, hızla yayılan oportünizmi bastırmak için çeşitli önlemler almaya başladı. Haziran 1349 tarihli ünlü İşçi Nizamnamesi’yle hem artan fiyatları kontrol etmek hem de fırsatçıların önünün kesilmesi amaçlandı. Bugün olduğu gibi Orta Çağ’da da spekülasyon ve piyasa manipülasyonu temelde aynı işliyordu. Skolastik yazarlar, ticaretten aşırı gelir elde eden tüccarlara adeta savaş açtı. Fiyat marjlarından elde edilen kârların “utanç verici bir kazanç” olduğu vurgulanıyordu. Hal böyle olunca onlarca yıldır ticaret yapan insanlar mesleklerini bırakmak zorunda kaldı. Onların yerini ise krala yakın olan kişiler doldurdu.
Fırsatçı tüccarlar
İngiltere’deki otoriteler, Kara Ölüm’ün bir vurgunculuk cümbüşünü serbest bıraktığını düşünüyordu. Bu nedenle sıkı tedbirler alınmaya karar verildi. Aralık 1349’da tüccarların piyasayı ele geçirdiği ilan edildi. Sıkı denetimler sonucu fiyatlar biraz baskılandı. Bordeaux’daki yöneticiler de benzer tedbirler alarak fiyatları indirmeyi başardı. Aslında bu durum sadece ticaret yapan insanların değişmesiyle sonuçlandı. Üst üste yazılan fermanlarla, ticaretin nerede, ne zaman, kiminle ve nasıl yapılacağı belirleniyordu. Ticareti kimin yapacağına kral karar verdiği için bu kişileri kendisine sadık olan çevrelerden seçti. Bu katı kurallar sonucu ticaret hacmi de genişlemeye başladı. Bu yeni tüccarların saraya olan sadakatleri büyük önem taşıyordu. Kral, fırsatçı tüccarlar ve çevresinin sadakatini kazanmak için onları vergiden muaf tutmaya başladı. Bu sayede kraliyete yakın olan tüccarlar denizaşırı ticarete giderek daha fazla hâkim oldular.
İnsanlık tarihinin en büyük krizlerinden birinin ortasında bile, ayrıcalıklı kişiler muazzam fırsatlardan yararlanıp servetlerini katlamayı başarmıştı. Avrupa ne zaman savaş ve veba ile sarsılsa halk yoksullaşmaya, bu ayrıcalıklı zümreler ise zenginleşmeye devam etti. Bugün de benzer bir durum geçerli değil mi? İnsanlar iş bulamıyorken, umutsuzluk içinde yaşıyorken bazı zümreler desteklenmeye devam ediyor. Vergileri siliniyor, bankalar faizsiz borç veriyor, ihaleler veriliyor ve daha pek çok ayrıcalık sunuluyor. Peki ya bu zümrenin zenginliğini borçlu olduğu halk ne yapıyor? Tıpkı Orta Çağ döneminde olduğu gibi sıfırı tüketmeye devam ediyor. Daha fazla kazanç peşine düşen memleketin oportünistlerine ayrıcalık sağlanmaya devam ettiği sürece, “fırsatçı tüccarlar” görmeye devam edeceğiz.
Bu içerik ilginizi çektiyse;
Orta Çağ Döneminde İnsan Hayatını Tehdit Eden 9 Tehlike
Orta Çağ İnsanlarının Temizlik Rutini Nasıldı? başlıklı listelerimize de göz atmak isteyebilirsiniz!?