Bu yazımızda fillerin zekası hakkındaki ilginç bulguları derledik. Kara hayvanları içinde cüsseleri ile doğru orantılı olarak; 5 kiloya yaklaşan ağırlığıyla en büyük beyin fillerde ve insan beynindeki 86 milyar nöron sayısının üç katı nörona sahipler: Tam 257 milyar nöron. Bu nöronların çoğu, fillerin büyük ve becerikli vücutlarını kontrol etmelerinde kullanılsa da, bu inanılmaz canlıların ne derece etkileyici zihinsel yeteneklerinin olduğu her geçen gün biraz daha ortaya çıkıyor. Zeka ile beynin büyüklüğü arasında doğrudan bir ilişki bulan bilim insanları, bu ilişkinin canlıları mukayese etmek adına evrenselleştirilemeyeceğini belirtiyorlar. Fakat beyin-vücut oranı ya da ensefalizasyon katsayısı (bir canlının beyinlileşme oranı) gibi icat ettikleri kriterlerle, belirli ölçümler yaparak oluşturdukları tablolarda, canlıları çeşitli yerlere oturtarak bilim adına bu mukayeseleri öncelikle yine kendileri yapıyorlar. İnsan beyni, mukayese yapmaksızın düşünebilme yeteneğine sahip değil ve öncelikle kendimizi tanıyabilmek adına canlılığın neresinde durduğumuzu anlayabilmek için bu mukayeselere ihtiyacımız var gibi görünüyor. Bilimin güzel tarafı, onunla uğraşan insanların, o kadar da özel olmadığımızı keşfetmeleri… Sahip olduğumuz beynin yeteneklerinin dışına çıkamadığımızdan, bir filin, bir yunusun ya da atın nasıl düşündüğünü, neler hissettiğini bilemiyoruz. Adına bilim dediğimiz etkinlik bile, aynı ırkçılık gibi türcü. Yani insanı, onun zekasını, duygularını ve varoluşunu kayırmaya meyilli. Her hayvan neslinin, kendi soyunu devam ettirme içgüdüsü taşıdığı düşünülürse, bu oldukça makul görülebilir ama adil mi? Kaldı ki türümüzün varlığı ve devamı, kaçınılmaz ve inkar edilemez biçimde başka türlerin devamlılığıyla doğrudan bağlantılı. Dünyadaki en zeki, en bilinçli, en akıllı varlıklar olduğumuzu düşünüyor olabiliriz; gel gör ki, doğada hiçbir varlığın gereken ve ihtiyaç duyulandan fazla zeka ile donatılmadığı da yine bu bilimsel bulguların en çarpıcı sonuçlarından…
Bunun elbette oldukça mantıklı bir nedeni var. Evrimsel süreçte bugüne kadar görülmüş en pahalı organ, beyin. Vücudumuzun yaklaşık yüzde 2’sini oluşturmasına karşın tüm enerjimizin yüzde 20’sini tüketiyor. Ayrıca beyni korumak da çok zor bir iş. Bütün duyu organlarının, kontrol mekanizmalarının burada toplanması, nöronların sert bir yapıdan oluşmaması, kolay hasar alabilir hale gelen beynin, kafatası dediğimiz son derece sert bir yapıyla korunmasını gerekli kılıyor. Üstelik bu kadar önemli bir organa sahip olmanın çok ciddi bir dezavantajı var: Bu organın varlığından haberdar avcıların, ona yönelik saldırılar geliştirmesi. Beyne sahip olan her canlı, aynı zamanda onu korumak için yöntemler evrimleştirmek durumunda kalıyor. Bu da ayrıca pahalı ve çok yorucu bir iş. Evrimsel sürecin pahalılıktan ötürü engellediği beyin büyümesi ancak büyük beynin getirdiği faydaların, zararlardan fazla olmasıyla aşılabilmiş gibi görünüyor. Çünkü beyin ve kafatasının kütlesi, canlı için genellikle büyük bir yük. Yani başınız, omuzlarınıza çoğunlukla ağır geliyorsa, böyle hissetmekte son derece haklısınız. 🙂
1. Fillerin evrimsel olarak değişimi
Yukarıdaki görseldeki fillerin evrim ağacında, filler ve atalarına ait keşfedilen bazı fosiller harika bir biçimde gösteriliyor. Sol tarafta “milyon yıl” cinsinden zaman, “Ma” olarak belirtilmiş.
2. Dilleri tanıyor ve ayırt ediyorlar
Brighton, Sussex Üniversitesi’ndeki araştırmacılar; Afrika fillerinin, kişinin sesinden, sahip olduğu cinsiyet, yaş, etnik köken farklılıklarını ayırt edebildiklerini keşfetti. Eğer ses, tehdit olasılığı daha yüksek bir kişiye aitse, filler savunma moduna geçiyor. Bunu test etmek için araştırmacılar Kenyalı fakat Maasai ve Kamba olmak üzere iki farklı etnik gruptan iki erkek bulmuş. Maasaili erkek, vahşi filleri daha önce öldürmüş biri iken Kambalı erkek böyle bir geçmişe sahip değil. Araştırmacılar, farklı dillerde konuşan bu iki insanın “Bak; oraya bak, bir grup fil geliyor” diyen seslerini kaydetti ve Kenya Amboseli Ulusal Parkı’ndaki fil aile gruplarına dinletti. Filler, Maasai’nin sesini duyunca korku belirtileri göstererek, sürü halinde bir araya toplandılar ve hep birlikte sesten uzak bir yere doğru hareket ettiler. Ama Kambalı tarafından sarf edilen aynı ifade, fillerde hiçbir tepki uyandırmadı. Çalışmanın yazarlarından biri olan Sussex Üniversitesi Psikoloji Bölümü’nde misafir öğretim görevlisi olan Graeme Shannon “Maasaili ve Kambalı adamların kendi dillerinde kurmuş oldukları aynı ifadeyi ayırt etme yeteneği, fillerin diller arasındaki farkı anlayabildiklerini düşündürmektedir” diyor. Dahası her iki kabilenin kadınları ve çocukları tarafından da yapılan aynı kayıt, fillerde hiçbir korku uyandırmamış, istiflerini dahi bozmamışlar. Büyük olasılıkla erkekleri özellikle de Maasai erkeklerini tehdit olarak gören fillerin sadece etnik grupları değil, yaş ve cinsiyetleri de birbirinden ayırabildikleri düşünülüyor.
3. Araç-gereç kullanıyorlar
2010’da, Kandula adında 7 yaşındaki bir Asya filinin, stratejik olarak ulaşamayacağı bir yüksekliğe konulan meyvelere ulaşmak için bir araç kullanması, araştırmacıları etkiledi. Birkaç gün boyunca, kendisine gösterilen ama verilmeyen meyveleri izleyen Kandula, soruna bir çözüm bulmayı başardı. Büyük bir plastik blok buldu, onu yuvarlayarak meyvelerin bulunduğu yerin altına getirdi ve bloğun üstüne çıkarak meyvelere ulaştı. Kandula’nın yaşadığı aydınlanma öyle bir anda gerçekleşmedi. Diğer araç-gereçlerle aynı hileyi tekrarladı ve hatta daha yükseğe ulaşabilmek için diğer blokları nasıl kullanacağını da çözdü. Benzer şekilde, vücutlarının ulaşamadıkları bölgelerinde, kendilerini kaşımak için sopa, dal vb. aletler kullandıkları biliniyor. İçme suyuna ulaşmak için çukur kazdıkları ve suyun buharlaşmasını önlemek adına çiğnenmiş kabukları top haline getirerek, sonra kullanılmak üzere su deliğini kapattıkları gözlemlenmiş.
4. İnsanın beden dilini okuyabiliyorlar
Araştırmacılar son zamanlarda fillerin insan bedeninin işaretlerini anlayabildiklerinin kanıtlarını gözlemledi. İki özdeş kovadan birine yiyecek saklayan araştırmacılar, esir alınmış Afrika fillerinin bu kovalardan hangisine yaklaşacağını test ettiler. Araştırmacılar, kovaların arasında durdu ve fillere işaret ettiler. Önceden aldıkları herhangi bir eğitim olmayan 11 filin 7’si (% 68) içinde yiyecek olan doğru kovayı seçti. Bu sonuç bir yaşındaki insan bebeklerinin performansından sadece yüzde 5 oranında düşük.
5. Empati yapıyorlar
Yakın tarihli bir çalışmada Asya filleri arasında, bir filin stres altındaki diğerini rahatlatmaya çalıştığı gözlendi. Çalışmada fillerin birbirini okşayarak ve küçük flörtleşmelerle birbirlerine asılarak hem fiziksel temasla hem de çeşitli sesler çıkararak empati yaptıkları tespit edildi
6. Ölülerinin yasını tutuyorlar
Fillerin ya da başka hayvanların, ölümü aynı biçimde insanlar kadar anladıklarını söylemek yanlış bir tespit olmaz. Fakat filler etkileyici bir biçimde kendi türlerinden bireylerin ölümüne, tıpkı insanlar gibi keder ve yas tepkileri gösteriyorlar. Hortumlarıyla ölülerini okşayıp, saatlerce ölenin başında bekliyorlar. Bazen ölünün kalıntılarını gömmeye çalıştıkları dahi oluyor. Filler, diğer hayvanların kalıntılarına aynı şekilde davranmıyorlar. John Chaney tarafından National Geographic için çekilen, bu yazının ana görselindeki etkileyici fotoğrafta, ölüsü için yas tutan bir dişi fil görülüyor. “Çok yavaş ve yoğun bir empati duygusuyla hortumunu ölünün fildişine sarmaladı. Saatlerce bu pozisyonda kaldı” diyor Chaney.
7. İnsan sesini taklit ediyorlar
Choah (iyi) ve nuo (yere yat) gibi Korece beş kelime konuşabilen Koshik adında bir Asya fili, 2012’de bunu fark eden araştırmacıları şaşkına çevirdi. “Eğer fillerin devasa büyüklüğünü, uzun ses yollarını ve diğer anatomik farklılıklarını –örneğin dudak yerine hortumları ve büyük bir gırtlakları olmasını- göz önüne alırsanız; eğitmeniyle aynı sesi çıkarması gerçekten dikkat çekici” diyor Current Biology’de çıkan Koshik hakkındaki çalışmanın yazarı Dr. Angela Stoeger. Koshik’in neredeyse kesin biçimde bu kelimelerin anlamını kavramadığı düşünülüyor. Araştırmacılar, insanla bir tür bağ kurmak adına kendine özgü bir sosyal ilişki biçimi olarak onun bu sesleri taklit etmeye başladığına inanıyorlar.
8. Olağanüstü bir hafızaya sahipler
“Fil hafızası” benzetmesini duymayanımız kalmamıştır sanırız. Ama bu benzersiz özelliklerini birkaç örnekle vurgulayalım. Filler hem zaman hem de mekan anlamında, inanılmaz uzunluktaki güzergahları, su yollarını hatırlayabilirler. Bu, suyun kıt olduğu, çorak ya da çölde yaşayan filler için son derece gerekli bir kabiliyet. Araştırmalar, sıkı bağlar kurdukları arkadaşlarını uzun bir ayrılık sürecinden sonra dahi tanıdıklarını gösteriyor. Sri Lanka Uda Walawe Fil Araştırma Projesi’nin yöneticisi Dr. Shermin de Silva’nın 2011’de yaptığı açıklamada; çalışmalarının fillerin uzun mesafelerde seslenerek ve koku duyularını kullanarak birbirlerini takip edebildiklerini, çok uzun bir dönem ayrı kaldıktan sonra dahi arkadaşlarını tanıdıklarını ve aralarındaki bağları yenilediklerini gösterdiğini söyledi. “Bir zamanlar bir sirkte arkadaş olan Shirley ve Jenny adındaki fillerin, neredeyse 25 yıl sonra, 1999’da Tennessee Elephant Sanctuary’de tekrar bir araya geldiklerinde çabucak kurdukları bağı videoda izleyebilirsiniz.
9. Hepimizi hayran bırakan sanatsal becerileri mi var?
İnternette resim çizen fillerin videosuna mutlaka denk gelmişsinizdir. Çiçek, ağaç ya da fil resmi yapabilen filler, gerçekten sanatçı hayvanlar mıdır? Bu soruya, etnolog ve zoolog Desmond Morris “Cevap, politikacıların kullanmayı çok sevdikleri gibi, evet ve hayır” diyerek yanıt veriyor ve Daily Mail’deki makalesinde fillerin bunu nasıl başardığını anlatıyor. “Her fil, mahutu (fil bakıcısı) tarafından şövalesinin karşısına getiriliyor ve hortumuna boyalı bir fırça takılıyor. Mahut, hayvanın boynunun bir tarafında duruyor ve fırça, kartonun üzerinde çizgiler oluşturmaya başlarken o da dikkatle izliyor. Sonra boyası biten fırça alınıp yeni bir fırça yerine konuluyor ve resim bitene kadar boyama işlemi devam ediyor. İzleyicinin gözden kaçırdığı şey, hayvanlar işlerini yaparken mahutların hareketleridir. Gözlerinizi çizgi ve noktaları oluşturan fırçadan uzaklaştırmak zor olduğundan bu gözden kaçırma, anlayışla karşılanabilir. Ancak bunu başarırsanız her fırça darbesinde mahutun, filinin kulağını çektiğini göreceksiniz. Mahut, hayvanın dik bir çizgi çizmesi için kulağını yukarı aşağı, yatay çizgi için yana doğru çeker. Nokta ve küçük dokunuşları yaptırmak için de kulağı ileri, yani kanvasa doğru çeker. Dolayısıyla, ne yazık ki, filin yaptığı resim kendisinin değil, mahutun tasarımıdır. Ortada file ait bir buluş veya yaratıcılık yoktur, sadece köle gibi bir kopyalama vardır. Gösteri bittikten sonra biraz daha incelersek her bir sözde-sanatçı hayvanın defalarca, her gün, her hafta, hep tamamıyla aynı resmi yaptığı ortaya çıkar. Her fil, efendisi tarafından yönlendirilerek belli bir rutin uyarınca çalışır. Dolayısıyla kaçınılmaz sonuç, fillerin sanatçı olmadıkları yönündedir. Yine de bunun şaşırtıcı zekilikte bir numara olduğunu da söylemek gerekli. Hayvanın hortumuna hiç insan eli değmez. Filin beyni, kulağında hissettiği ufak itiş çekişleri göze hoş gelen çizgi ve lekelere dönüştürmek durumundadır. Ayrıca fil, bu işaretleri beyaz yüzey üzerine büyük bir doğrulukla yerleştirmelidir. Bu da hatırı sayılır bir zeka ve gerçekten olağanüstü bir kas hassasiyeti gerektirir. Yani hepsi bir aldatmaca değildir. Becerileri sanatsal yeteneklerine değil de kas kontrolüne dayalı olsa bile yine de bu hayvanların yaptığı resimlere hayretle bakabiliriz.”
10. Fillerin diğer yetenekleri
Morris makalesine şöyle devam ediyor: “Nong Nooch’taki fillerden sadece üçü resim yapabiliyorken diğer 16’sı başka dikkat çekici beceriler sergiliyorlar. Sadece bir örnek vermek gerekirse, içlerinden ikisi şaha kalkıp nefes kesici bir doğrulukla büyükçe bir dart atıyor. Dart hortumun ucuna yerleştiriliyor, sonra fil, başını geriye doğru kaldırıp yavaş ve dikkatlice nişan alıyor ve dartı balonlarla kaplı, uzaktaki bir okçuluk hedefine savuruyor. Hedef yaklaşık 18 m. uzaklıkta ve izlediğim fil, ilk atışında tam ortadaki balonu patlattı. Vahşi doğada hiçbir filin böyle bir hortum hareketini bu kadar doğrulukla yapması gerekmez, yani burada bu devasa memelilerin etkileyici öğrenme kabiliyetine tanık olunuyor. Her ne kadar fillerin taklit ettiği dart oyunu insanlara özgü bir faaliyetse de onların bunu yapmasında hiçbir küçültücü şey yok. Bu gösteri, filleri palyaçolar gibi göstermiyor; daha çok kas mükemmelliklerini ve uyum sağlama özelliklerini ortaya koyuyor. Maalesef Nooch fil gösterisindeki bütün performanslar fillere saygımızı artıracak türden değil. Örneğin üç tekerlekli bisiklet süren fil becerikli olabilir, ama gülünç görünüyor. Hayvan muhteşem görüneceğine aptalca görünüyor. Tayland fil gösterilerinin düzenleyicileri, gösteri hayvanlarına yönelik, son zamanlarda batı dünyasında hızla yayılan tavır değişikliğini yakalayamamış görünüyorlar. Bir hayvan bilimci olarak, sadece bu devasa memelilerin işbirlikçi doğasının istismarı anlamına gelen böyle komik hareketlerden üzüntü duyduğumu söylemeliyim. İsteseler mahutlarını tek bir vuruşla kolayca öldürebilecek olan filler, bir nedenle izleyicilerini eğlendirmekten ve onlarla işbirliği yapmaktan hoşnut görünüyorlar. Hayvanları küçük düşüren bayağı sirk hareketleri ile onlara hayranlığımızı artıracak ciddi bir beceri ve zeka gösterisi arasındaki ince çizgiye bundan sonra duyarlı olmak, bu gösterilerin düzenleyicilerinin sorumluluğundadır. Biraz yaratıcılıkla, bu olağanüstü hayvanlara duyduğumuz yüksek takdiri artıracak bir fil gösterisi sunmak mümkündür. Bahsettiğim gibi, fil davranışlarının en dikkat çekici taraflarından biri, onların çok yardımsever olmalarıdır. Ve işbirliği düzeylerine aşırı derecede minnettarım.”
11. Aynaya baktıklarında kendilerini tanıyabiliyorlar
Yunus ve balinaların sonar sistemiyle yön bulma becerilerini, yine yunuslar ve fillerin aynaya baktıklarında kendilerini tanıyabilen ender hayvan türlerinden olduklarını ve her koşulda takım çalışması yapabildiklerini biliyoruz. Bunları zeka belirtisi saymamamız gerektiğini düşünenler elbette olabilir. Fakat kendi deneyimlerime dayanarak söyleyebilirim ki, bunları yapamayan insanlar tanıyorum 😀 ve pek çoğumuzun da tanıdığına eminim. The New Yorker, The New York Times gibi mecralarda da yazan psikolog ve biyolog Ferris Jabr’ın Scientific American’da filler üzerine yazdığı bir makaleden alıntıyla yazıyı sonlandıralım. “Dünyayı algılamaya dair, bizim ilk elden asla tecrübe edemeyeceğimiz enfes yollara ve muhtemelen asla deşifre etmeyi başaramayacağımız karmaşık bir dile sahip bir hayvan. Kimin daha akıllı olduğu konusunda bizimle parallelik gösteren ama bir çok yönden benzersiz bir hayvan. Tür olarak, takıntılı biçimde zekamızı tüm diğer hayvanlarla karşılaştırdığımız çok değerli, olağanüstü zihinsel güçlere sahibiz. Sürekli olarak zekanın büyük hiyerarşisini güncellemek konusunda ısrar ediyoruz. Filler gibi son derece akıllı ve duyarlı hayvanlar birden fazla, fakat böyle bir sıralama yapmak çok faydalı değil. Birdenbire, zekayı bir pramit olarak düşünmek saçma gibi görünüyor. Evet, bazı yaratıkların daha büyük beyinleri var ve bazıları diğerlerinin asla ulaşamayacağı etkileyici zihinsel becerilere sahipler. Fakat daha fazla etkileyici -daha fazla büyüleyici- olan, gezegenimizdeki zeka çeşitliliğinin ihtişamıdır. Akıllı olmanın çok farklı yolları vardır. Bugün hayatta olan her tür, tam olarak hayatta kalmasını gerektirecek kadar akıllıdır. Bir filin gözlerinin içine baktığımızda entelektüel eşitlikten daha azını kabul etmemeliyiz.”
BONUS: My Lucky Elephant (Şanslı Fil)
Ormanda yaşayan kimsesiz bir çocukla Lucky adındaki bir filin dostluğunu ve başlarından geçen maceraları anlatan 2013 yapımı bu keyifli filmde, fillerin yeteneklerine dair pek çok şey bulabilirsiniz.