Charlie Chaplin, hiç şüphe yok ki sinema dünyasının en önemli isimlerinden biri. Ölümsüz sinema dehasının sinemanın sessiz döneminde ortaya koyduğu bazı eserler, aradan geçen yıllara karşın bugün dahi “yedinci sanatın” en başarılı örnekleri arasında gösteriliyor. Yani İngiliz sanatçının yaşadığı dönemde kazandığı onlarca ödül, büyük şöhret, ticari başarı ve sarsılmaz konum, bir tesadüf değil.
Ancak sinema tarihinde önemli bir iz bırakan Chaplin’in yaşamı, büyük başarısının getirdiği kazanımlardan ibaret değildi. Karalama kampanyaları, türlü ithamlar ve amansız bir takip de, Chaplin’in mücadele etmesi gereken zorluklar arasındaydı. Sinemanın Şarlo’su, Amerika Birleşik Devletleri’nin iç istihbarat örgütü Federal Bureau of Investigation (FBI) tarafından uzun yıllar boyunca, kapsamlı bir şekilde soruşturulmuştu! Peki, ama neden? Detaylara birlikte bakalım.
1889 yılında, İngiltere’nin başkenti Londra’da yoksul bir ailede dünyaya gelen “Charles Spencer Chaplin” 1913 yılında Amerika Birleşik Devletleri’ne yerleşti
Chaplin’in İngiltere’den ABD’ye attığı bu ilk adım, sinema tarihindeki en önemli isimlerden birinin doğmasına da neden olacaktı. Öte yandan Chaplin, “yeni kıtada” yalnızca tekrarlanması son derece zor başarılara imza atmakla kalmayacak, ABD’nin en yayın propaganda söylemlerinden biri olan “Amerikan rüyasının” da, somut bir örneği haline gelecekti.
Charlie Chaplin, sinemayla 1910’lu yıllarda tanıştı
Modern Times (Modern Zamanlar), The Great Dictator (Büyük Diktatör), City Lights (Şehir Işıkları), Limelight (Sahne Işıkları), The Gold Rush (Altına Hücum), The Kid (Yumurcak), The Tramp (Serseri), A King in New York (New York’ta Bir Kral) ve Mösyö Verdoux gibi sayısız film, Chaplin’e benzeri görülmemiş popülerlik, onlarca ödül ve sonsuz bir sevgi kazandırdı.
Oyuncu, yazar, yönetmen ve yapımcı olarak ortaya çıkardığı filmler, İngiliz sanatçıyı tüm dünyadaki en popüler sinema sanatçılarından biri haline getirdi
Elbette bu büyük başarının ekonomik olarak da bir karşılığı vardı. Londra’nın yoksul bir mahallesinde dünyaya gözlerini açan, yoksul bir genç olarak Amerika’ya ayak basan Charlie Chaplin başarılı, sevilen ve varlıklı bir isime dönüştü. Elbette bunda, Amerika Birleşik Devletleri’nin de payı vardı!
Şarlo karakteri, Charlie Chaplin sinemasının vazgeçilmez bir unsuru olmuştu
Bu yoksul, sakar fakat iyi yürekli “serseri”, sinema tarihindeki unutulmaz karakterlerden biri haline gelmişti. Şarlo, Chaplin’in üstün sinema yeteneğinin en önemli yansımasıydı.
Şarlo’nun sinema perdesine yansıyan “yaşam mücadelesi” milyonlarca izleyiciyi derinden etkiliyordu
Chaplin, yarattığı bu unutulmaz karakter üzerinden, son derece ağır bir kapitalizm eleştirisine girişiyor, yaşadığı dönemdeki egemen toplumsal düzeni, etkili bir şekilde hicvediyordu. İşte Chaplin’in yaşamı boyunca terk etmediği bu sinema anlayışı, ileride oldukça ilginç gelişmelerin yaşanmasına sebep olacaktı.
1940’lı yıllara yaklaşıldığında Chaplin’in ideolojik duruşu, Amerika Birleşik Devletleri’nde rahatsızlık yaratmaya başladı
Charlie Chaplin bu dönemde Sovyetler Birliği ile ittifak yanlısı politik grupları desteklediği gerekçesiyle eleştiriliyor, İngiliz sanatçının ideolojik sempatileri, Amerikan toplumunda giderek büyüyen bir merak ve şüphe uyandırıyordu…
1940 yılında vizyona giren Chaplin klasiği The Great Dictator (Büyük Diktatör) tüm dünyada büyük bir başarı yakaladı
Büyük Diktatör, bugün bile sinema tarihinin en başarılı hiciv örneklerinden biri olarak anılıyor. Chaplin’in Yahudi bir berberi ve korkunç bir diktatörü aynı anda canlandırdığı film, Adolf Hitler’e yönelik en ağır saldırılardan bir olma özelliği taşıyor.
Ancak bu unutulmaz yapım, 1940’ların Amerika’sında, büyük bir başarı elde etmekle birlikte çokça eleştirilen bir yapım olarak tarihe geçmişti. Sebebi ise hayli basitti. Büyük Diktatör, pek çok Amerikalı için Chaplin’in sol düşünceye duyduğu sempatinin açık bir kanıtıydı. Bu bakımdan yine pek çok Amerikalı nezdinde Chaplin’i affedilmez bir suçun faili haline getiriyordu…
Charlie Chaplin, filmlerinde işlediği toplumsal konular sebebiyle bitmek bilmeyen tartışmaların merkezinde yer alan bir sanatçı haline gelmişti
Yaşamın içinden, yoksul ve ezilmiş karakterleri beyaz perdeye taşıyor, doğrudan doğruya kapitalizmin kendisini gülünç duruma düşürüyordu. Üstelik filmlerinde işçi sınıfına duyduğu sempatiyi de hiçbir zaman gizlememişti. Tüm bu unsular, pek çok Amerikalı gibi FBI’ın da dikkatini çekiyordu!
İngiliz sinema dehası, II. Dünya Savaşı yıllarında, Sovyetler Birliği’nin desteklenmesi gerektiğine dair görüş belirtiyor, Sovyet diplomatların düzenlediği etkinliklerde boy gösteriyordu
Bu sebeple komünist olmakla suçlanıyordu. Suçlamalar karşısında komünist olmadığını belirten bir açıklamaya imza attı. Ancak bu, Amerikan toplumu tarafından tatmin edici bulunmamıştı: “Ben bir komünist değilim, ama oldukça komünizm yanlısı hissettiğimi söylemekten gurur duyuyorum.”
Charlie Chaplin, komünist eğilimlere sahip olduğu gerekçesiyle Amerika Birleşik Devletleri’ndeki antikomünist kampanyanın öncelikli hedefi konumundaydı
Buna karşın, toplumsal düzeni eleştiren filmler yapmaktan vazgeçmedi. 1947 yılında vizyona giren Mösyö Verdoux da Chaplin’in kapitalist düzeni eleştirdiği filmlerden biriydi. Öte yandan Mösyö Verdoux, Chaplin hakkındaki karalama kampanyası ve boykot çağrıları nedeniyle oldukça ağır eleştirilerin hedefi haline geldi ve ticari anlamda başarı elde edemeyen ilk Chaplin filmi oldu.
Şarlo, 1940’lı yılların sonunda Amerika Birleşik Devletleri’nin “istenmeyen adamı” oldu
Filmleri boykot ediliyor, pek çok insan tarafından komünist olmakla suçlanıyordu. Bununla birlikte Amerikan hükümeti, türlü bahanelerle Chaplin hakkında her gün yeni bir soruşturma başlatıyor, her gün yeni bir dava açıyordu. Chaplin ise bu durumu “Kaldırımdan sol ayağınızla inerseniz sizi komünist olmakla suçluyorlar.” sözleriyle eleştiriyordu.
Charlie Chaplin’in komünist olduğuna yönelik düşünce, 1940’lı yılların sonunda popüler hale geldi. Ancak FBI, İngiliz sanatçıyı 1922 yılından beri takip ediyordu!
FBI’ın bu amansız takibinin gerekçesi de aynıydı. Chaplin, Amerikan hükümeti tarafından sakıncalı bulunuyordu. Öyle ki FBI’ın ilk direktörü, J. Edgar Hoover, Charlie Chaplin dosyasını “kişisel meselesi” olarak görüyordu! Bu sebeple Chaplin’in yakın çevresi de bunaltıcı soruşturmaların, uzun takiplerin hedefindeydi. FBI, Chaplin’in komünizm bağlantısını ortaya çıkarabilmek için yıllar boyunca devam eden, yoğun bir çaba harcamıştı…
FBI, Şarlo’ya karşı yürüttüğü yıllar süren savaşın sonunda tam 1.900 sayfalık kapsamlı bir rapor hazırladı!
Rapor, elbette iftiralarla ve karalamalarla doluydu. Raporda yer verilen Chaplin filmlerinden pek çoğu, komünizm propagandası olarak nitelendiriliyordu…
FBI tarafından başlatılan sistematik savaşın sonunda yorgun düşen Charlie Chaplin, 1952 yılında İngiltere’ye dönmeye karar verdi
Bu, onun ABD ve Hollywood ile olan bağını kopardığı tarihti. Oysa FBI, bütün çabasına rağmen Şarlo’nun bir komünist olduğunu ispatlayamamıştı. Yani Charlie Chaplin, eğer isteseydi Amerika Birleşik Devletleri’nde yaşamaya devam edebilirdi. Ancak 1952 yılında ayrıldığı ülkeye, kalan ömrü boyunca yalnızca bir kez, 1972 yılındaki Oscar Ödül Töreni’ne katılmak için geri döndü…
Kaynak: 1