Gezi Parkı protestolarının planlayıcılarından biri olmakla suçlanan menajer Ayşe Barım, 27 Ocak’ta tutuklandı. Mahkemeye sevk yazısında, Barım’ın “olayları planlayan, örgütleyen ve yönlendiren, kararlarıyla yön verici ve belirleyici bir rol üstlenen” kişiler arasında yer aldığı öne sürüldü. Üstelik Barım’a yönelik suçlamalar yalnızca Gezi Parkı olaylarıyla sınırlı kalmadı; kendisi “Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüse yardım etmek” suçlamasıyla da karşı karşıya kaldı. Ancak bu tutuklama, kamuoyunda farklı bir tartışmanın fitilini ateşledi. Barım’la ilgili sevk yazısında, “etki ajanlığı” ifadesinin geçmesi dikkat çekti. Bu kavram, geçtiğimiz yıllarda kamuoyunda büyük yankı uyandıran ancak gelen tepkiler nedeniyle geri çekilen “Etki Ajanlığı Yasa Tasarısı”yla ilişkilendirildi. Türk Ceza Kanunu’nda (TCK) casusluk suçunun kapsamını genişletmeyi hedefleyen bu yasa tasarısı, özellikle gazeteciler ve insan hakları savunucuları tarafından basın ve ifade özgürlüğüne yönelik bir tehdit olarak değerlendirilmişti. Peki etki ajanlığı ne demek? Yakından bakalım.
Etki ajanlığı nedir?
Etki ajanlığı kavramı, “devletin güvenliği veya iç ve dış siyasal yararları aleyhine yabancı bir devlet veya organizasyonun stratejik çıkarları doğrultusunda suç işlemek” olarak tanımlanıyordu. Önerilen yasa, bu suçlamayı TCK’nın 339. maddesine ekleyerek, üç ila yedi yıl arasında hapis cezası öngörüyordu. Eğer bu tür bir eylem “savaş zamanı veya askeri harekâtı riske atabilecek bir süreçte” gerçekleşirse, cezanın sekiz yıldan on iki yıla kadar çıkabileceği belirtiliyordu.
Ayrıca, bu suçtan hüküm giyen kişilerin işledikleri bağımsız suçlar nedeniyle de ayrı ayrı cezalandırılması planlanıyordu. Yani bir kişi hem “etki ajanlığı” suçu hem de bu kapsamda işlediği diğer suçlardan ayrı ayrı yargılanabilecekti.
Etki ajanlığı yasa tasarısı ilk olarak Mayıs 2024’te, 9. Yargı Paketi kapsamında gündeme geldi
Ancak tasarı, muhalefet ve basın meslek örgütlerinin sert eleştirileri nedeniyle geri çekildi. Özellikle gazetecilik faaliyetlerinin suç kapsamına alınması ihtimali, basın özgürlüğüne yönelik ciddi bir tehdit olarak değerlendirildi.
Ekim 2024’te tasarının yeni bir versiyonu TBMM Adalet Komisyonu tarafından kabul edildi. Bu sefer yasa, “Noterlik Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun” içine eklenerek Kasım 2024’te TBMM Genel Kurulu’na sunuldu. Ancak kamuoyunun ve muhalefetin sert tepkileri üzerine, ikinci kez geri çekilmek zorunda kaldı.
Bu geri çekilmeye rağmen, hükümetin yasayı bütçe görüşmelerinin ardından yeniden gündeme getireceği öne sürülüyordu. Ancak bugüne kadar böyle bir adım atılmadı.
Hukukçular, etki ajanlığı ifadesinin hâlâ yasal çerçevede bir tanımının olmadığına dikkat çekiyor
İstanbul Aydın Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden Avukat Özlem Şen, tasarının yasalaşmadan önce bir sevk yazısında geçmesini “hukuken mantıksız” bulduğunu belirtiyor.
Medya ve Hukuk Çalışmaları Derneği (MLSA) Eş Direktörü Avukat Veysel Ok ise savcılığın “mevcut olmayan bir suçtan” sevk yazısı düzenlemesini hukuka aykırı olarak değerlendirdi. Ok, Kasım 2024’te geri çekilen tasarı yasalaşsa bile bu cezaların geriye dönük işletilemeyeceğini, bunun ceza hukukunun temel ilkelerine aykırı olduğunu vurguluyor.
Ayrıca, Barım’la ilgili bu suçlama, ilerleyen süreçte uluslararası dayanışmayla gerçekleştirilen tüm sivil toplum faaliyetlerine yönelik benzer suçlamaların kapısını açabilir.
Hükümet neden bu düzenlemeyi getirmek istiyor?
Geçtiğimiz Kasım ayında ikinci kez geri çekilen tartışmalı yasa tasarısı, hükümet ve muhalefet temsilcilerini bir araya getirdi. Yapılan toplantıda, iktidar kanadı düzenlemenin neden gerekli olduğunu anlatmaya çalışırken, muhalefet ise birçok noktada itirazlarını dile getirdi.
Hükümet yetkilileri, mevcut Türk Ceza Kanunu’nda (TCK) yer alan casusluk suçuna ilişkin düzenlemelerin teknolojik gelişmeler karşısında yetersiz kaldığını savundu. Özellikle üçüncü ülkelerin, Türkiye’yi bir operasyon merkezi olarak kullanarak başka ülke vatandaşlarına yönelik çeşitli faaliyetlerde bulunduğunu öne sürdüler. Bu faaliyetlerin taşeronlar aracılığıyla ya da yeni nesil teknolojilerle gerçekleştirildiğini ve mevcut yasal düzenlemelerin bu eylemleri cezalandırmakta yetersiz kaldığını ifade ettiler.
Muhalefetin en büyük endişelerinden biri ise düzenlemenin kapsamının belirsizliği oldu. Muhalefet temsilcileri, hangi eylemlerin suç teşkil edeceğinin net bir şekilde belirlenmediğini ve bu durumun herkesin potansiyel bir suçlu olarak görülmesine yol açabileceğini vurguladı. Ancak iktidar, suç kapsamına girecek eylemlerin yalnızca “yabancı devlet yararına veya talimatı doğrultusunda” gerçekleşmesi durumunda cezalandırılacağını savunarak eleştirilere yanıt verdi.
Muhalefet neden karşı çıkıyor?
Muhalefet partileri, teklifin hem usul hem de esas bakımından ciddi eksiklikler içerdiğini düşünüyor. Özellikle teklifin getirdiği yeni suç tanımlarının çok muğlak olduğunu ve hukuki belirsizlikler taşıdığını dile getiriyorlar.
Muhalefete göre bu düzenleme, kötü niyetli kullanıma ve keyfi uygulamalara açık bir metin içeriyor. Özellikle “devletin iç ve dış siyasal yararları” gibi tanımlamaların belirsizliği, herhangi bir kişi veya kurumu hedef alabilecek geniş bir suç tanımı yaratıyor. Böyle bir durumun temel hak ve özgürlükleri tehdit ettiğini savunan muhalefet, bu yasa ile “herkesin potansiyel bir fail” haline getirilebileceğini düşünüyor.
Ayrıca, düzenlemenin getirdiği bir başka tartışmalı konu da aynı eylemin iki kez cezalandırılmasını mümkün kılması. Hukukun temel ilkelerinden biri olan “bir fiilden dolayı iki kez ceza verilemez” prensibine aykırı olduğu gerekçesiyle muhalefet, bu düzenlemenin Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilebileceğini öne sürüyor.
Basın özgürlüğüne tehdit mi?
Düzenleme, sadece siyasi partileri değil, basın kuruluşlarını da alarma geçirdi. TBMM Adalet Komisyonu’ndan geçen teklifin ardından, Türkiye’nin önde gelen gazetecilik meslek örgütleri ortak bir açıklama yaparak yasa tasarısının basın özgürlüğü açısından ciddi bir tehdit oluşturduğunu vurguladı.
Meslek örgütlerinin açıklamasında, düzenlemenin ilk olarak 9. Yargı Paketi kapsamında yer aldığı ancak gelen tepkiler üzerine geri çekildiği hatırlatıldı. Ancak şimdi “torba yasa” kapsamında tekrar gündeme getirildiği belirtilerek, bu düzenlemenin iktidarı eleştiren sesleri susturma amacına hizmet ettiği öne sürüldü.
Özellikle, “etki ajanlığı” suçunun ceza kanununa eklenmesi, basın özgürlüğü adına büyük bir risk olarak değerlendirildi. “İç ve dış siyasal yararlar aleyhine faaliyet yürütmek”, “yabancı organizasyonlarla iş birliği yapmak” ve “savaş etkinliklerine katkıda bulunmak” gibi ifadelerin belirsizliği, her türlü gazetecilik faaliyetini suç kapsamına alabilecek genişlikte bir çerçeve çiziyor.
Bu durum, gazetecilerin mesleklerini icra ederken her an “etki ajanı” suçlamasıyla karşı karşıya kalabilecekleri bir ortam yaratıyor. Muhalefet ve basın meslek örgütleri, bu düzenlemenin basın mensupları üzerinde caydırıcı bir etki yaratacağını ve gazeteciliğin susturulmasına yönelik bir adım olduğunu düşünüyor.
Kaynak: 1