Carol J. Adams‘ın kaleme aldığı, hayvan özgürlüğü ve kadın özgürlüğü kavramlarını şiddet karşıtı bir perspektifte birbirine bağlayan ”Etin Cinsel Politikası” kitabı Mehmet Emin Boyacıoğlu ve Güray Tezcan’ın Türkçe’ye çevirmesiyle hayatımıza girdi. Ayrıntı Yayınlarından çıkan kitapta günlük hayatımızda sürekli karşılaştığımız bir sürü konuda oldukça rahatsız edici tespitler yer alıyor. Şimdi bu tespitlere daha yakından bakarak ekolojik feminizmi de tanımış olalım.
1. Et yemenin erkeklikle alakası var
Etin protein almak için zorunlu olduğu ve kuvvetin tek kaynağı olduğuna inandırılan çocuk, kan dökmeden öldürmeden hayatta kalınamayacağını farz eder ve kim elinde satır belinde silahla ortalarda geziniyorsa onu üstün cins saymaya başlar.
Erkek egemenlik, et ve savaşlar (yani hayvan ve insan öldürmenin normalleştirilmesi) olmasa zor ayakta kalırdı.
2. Pornoda kadının parça parça görünmesinin sebebi var
Pornoda kadınların bir özne olarak değil parça parça (bacak, göğüs) tüketilen bir nesne olarak ele alınması ile hayvanların sofrada bir canlı değil de parça parça (but, göğüs) yenen bir yemek olarak algılanması arasında oldukça büyük bir benzerlik var.
3. Kötü muameleler bağlantılı
Kadın sömürüsü ve hayvan sömürüsü aynı şeyler değil elbette. Ancak kötü muamelelerin erkek egemen sistemin doğa ve kadın üstünde kurduğu hiyerarşiden kaynaklandığı bir gerçek.
4. Türcülük ve cinsiyetçilik
Aynı kavramlar olmasa da nefret söylemlerinin çok fazla yapıldığı ve sürekli şiddet, tecavüz ve cinayete iten iki önemli kavram olarak oldukça bağlantılılar. Sinirlendiğimizde ağzımızdan kolaylıkla çıkan ”hayvan” , ”ibne” ya da ”o. çocuğu” söylemleri olur. Bu söylemler tamamen erkek egemen söylemlerdir. Hem cinsiyetçi hem türcü olan ve şiddet içeren bu tavırlar aslında bu iki kavramı ortak sorundan kaynaklı yakınlaştırmaktadır.
5. Kadınları hayvanlaştırmak, hayvanları dişileştirmek
Reklamların neredeyse tamamında eti yenen hayvanların kadınsı temsil edilmesi ve erkek zihninde seks yapılacak kadının et veya piliç görüntüsünde olması yapbozu kendiliğinden tamamlıyor.
6. Dişileştirilmiş protein
Hayvanlara yönelik eziyetin çoğu dişi hayvanlara uygulanır. Gün itibariyle çoğu endüstride erkeğe gerek yoktur; ama doğurgan hayvanlar olmadan hayvansal ürünler imkansızdır! Yumurta için kafese hapsedilmiş tavuklar yeterlidir, süt için sürekli “yapay dölleme” adı altında tecavüz edilerek hamile bırakılacak inekler yeterlidir. Adams, dişi hayvanların sırf dişi olması yüzünden sömürüldüğünün altını çizer, göğüslerindeki sütün yavrularına besin olacağı yerde bize “musluk” olmasını eleştirir. Bir dişiyi alıkoyarak elde edilmiş protein, dişilleştirilmiş proteindir. Proteinin tahıldan alınacağı yerde tahıl yemiş ineğin vücut parçalarından alınması da proteini hayvanlaştırdığımızı gösterir.
7. Kadın budu köfte, dilber dudağı
Tüketilen yemeklerde, sofralarda kadınların parça parça tüketilmesiyle, buna gayet uygun isimli yemeklerin olması hiç anlamsız değil. Özellikle kadını bir et parçası olarak gören zihniyetin ürettiği yemek isimleri kadının cinsel olarak da tüketilmesini yemekle bağlantı kurarak aktarması hiç şaşırtıcı değil.
8. ”Kayıp gönderge sistemi”
Temelde masamıza gelen köftenin, sosisin nefes alan bir canlıdan gelmiş olduğunu görmezden gelmemizin arkasında yatan sisteme bakmamız gerekiyor. Masaya kızarmış bir sucuk geldiğinde onun bir zamanlar koşan ve nefes alan bir canlı olduğunu çoktan unutmuş oluyoruz. Kapitalist sistem bu kayıp göndergeyi aslında sürekli kullanıyor. Aldığınız pahalı bir spor ayakkabının yapımında çocuk bir işçinin emeği olduğunun göndergesi kayıptır mesela.
9. Et yememek ve feminizm bağlantılı
Bütün hayvan endüstrisi dişi üretim sisteminin sömürüsü üzerine kurulu. Bu durum, feminist hareketin kadınların kendi bedenleri üzerinde kontrol hakkı olması için mücadele etmesine benzediği için feminist bir konu olarak kabul edilmeli. Horozun etinin yendiğinden bahsedilmemesi gibi tüm türler arasında dişi olan üzerinden sömürü daha fazladır. Hayvan hakları aktivizmi ve feminizm böylelikle ortak bir çatıda buluşur.
10. Ekolojik feminizm ve Etin Cinsel Politikası
Ekofeminizm, 70’lerin sonlarında yeşil hareket ve feminist hareketten etkileşimle ortaya çıkan, doğanın ve kadının ezilmişliğini aynı anda sorgulamaya çalışan bir düşünce akımıdır. Kendi içinde farklı eğilimler barındırsa da, bu iki egemenlik ilişkisindeki paralellikleri başlangıç noktası olarak kabul eder. Kadının doğaya erkeklerden daha yakın olduğu varsayımından yola çıkar ve çevreye dair geliştirilecek politikalarda kadının öncü bir rol üstlenmesi gerektiğini savunur. Etin Cinsel Politikası kitabı da çoğunlukla bu felsefe üzerine kurulmuş bir kitaptır. Carol J. Adams ilk ekofeminist olmasa da bunu kitaplaştırarak yayan ve okunmasını sağlayan kişidir.
11. Kaçak et kesmek ve et yemek
Kültürümüzde yemeklerde , deyimlerde olduğu gibi sürekli kullanılan söylemlerde de kadını et parçası olarak gösteren tamlamalar oldukça fazladır. Kaçak et kesmek söylemi, ilişkisi olan ya da evli olan erkeğin evlilik dışı yaşadığı kısa sürekli cinsel ilişki için kullanılan bir tabirdir. Burada çok net bir şekilde erkeğin et tükettikçe erkek olması tabanına dayanan ve kadını da aynı şekilde tüketmesinin normal olduğu vurgusu vardır.