Enis Batur; şair, deneme yazarı, yayıncı, akademisyen… Ve daha birçok şey. Ülkemizin gerçek anlamda entelektüel isimlerinden biri olan bu özel insanı ne kadar tanıyoruz; yaptığı işlerden ne kadar haberdarız; bilinmez. Ancak biz sizler için daha önce ona ait hiçbir eseri okumadıysanız bile merak edip hemen okumak isteyeceğiniz şiirleriyle beraber; sayısız başarıyla dolu yazın yaşamına bir değinelim istedik. Buyrunuz; karşınızda, Türkiye’nin Umberto Eco’su; belki de daha fazlası olan Enis Batur.
1. Bekleyiş
Cehennem kimdir demiştiniz?
Keder kuşlarını ben de gördüm
Flütün ucundan bir oraya bir buraya
Evet, biliyorum, herşey benim düşgücüm
Şeyi, nasıl söylenebilir, bu kelimeler
Böyledir işte:Tam tutacakken…
Yağmur yürüyüşüne çıkmıştık o gün,
Unutmam ben ayrıntıları, kimdi
Hatırlayamıyorum tabii, ne önemi olabilir
İsimlerin, evet yüzünü de getiremiyorum
Gözümün önüne, eylüldü, eylüllerden
Biri, cehennem kimdir diyordunuz?
28 Haziran 1952’de Eskişehir’de dünyaya gelen Enis Batur, ortaöğrenimini İstanbul ve Ankara’da; yükseköğrenimini ise Orta Doğu Teknik Üniversitesi ve Paris’te tamamladı. 1973 yılında Paris’e giden Batur, orada 4 yıl yaşadıktan sonra; Ankara’ya döndü.
2. Giz Ses
Bir rüzgarda buldu seni bir rüzgarda yitirdi,
penceresinden baktı sine sine yağan uçarı yağmura
ve essin dedi, bir daha essin, sen çünkü bana eşsizsin,
gökyüzünde karmaşık bir sözdizimiydi kurduğu esin
perisinin – çekti sinesine koydu bulutlardan bir tortuyu,
uzan dedi, uzan Enis, tam bir gece için biriksin sesin.
Batur’un edebiyat yaşamı aslında küçük sayılabilecek bir yaşta başladı. Onun ilk yazısı 1970’te; ilk kitapları ise sadece 21 yaşındayken, 1973’te yayımlandı. Batur, edebiyatla böylesine iç içeyken; 1979 yılında, bir de Milli Eğitim Bakanlığı Yayın Dairesi Başkanlığı yapmaya başladı. Ancak buradaki görevinden, bir yıl sonra 12 Eylül ihtilali sebebiyle ayrılmak zorunda kaldı.
Daha sonra kendisinin bir özel yayıncılık adımı oldu: Çağdaş Kent Dergisi. Ancak 82 yılında çıkardığı bu dergi de, daha ilk sayısının ardından sıkıyönetim tarafından yasaklandı.
3. Mor
Aşkınlığın gizli kafesinde barınan nedir
tortulaşmadan, kaskatı?
Rüzgarın sürüklediği
ışıksızlık diliminde bizi birleştiren ortak çağrışım?
Bir ölünün sesi yoktur oysa, bize ulaşacak.
Ama nedir, en sağır böğrüme saplanan bu sancı?
Ya şimdi, ona doğru uzattığımız el kadar güneş?
Upuzun bir şahin geçiyor üzerimizden
göğe doğru alçalarak.
Akşamın basamaklarına yönelirken
gökte mürekkep balığı
Enis Batur, genç yaşında üstlendiği bu ciddi görev ve girişimlerinin ardından, 1983 yılında artık tamamen İstanbul’a yerleşti. Kendisi burada da çok önemli işlere imza atacaktı. İstanbul’a geldiği yıl, ilk olarak Avrupa Ülkeler Ansiklopedisi’ni; ardından da İslam Ülkeleri Ansiklopedisi’ni yayına hazırladı.
Bir yıl gibi bir süre için Milliyet’in kültür servisi ve yan yayınlar yöneticiliğini; hemen ardından da Milliyet Büyük Ansiklopedi’nin ve Dönemli Yayıncılık’ın genel yayın yönetmenliğini yaptı. 1987’de yine bir yıl boyunca, Şehir dergisi ekibinin başında bulundu.
4. Düşük Ninni
Beli bağlanmış anneler babalar
için de bir ninni düzmeli;
Abélard’dan Heloise’den söz etmeden
yumuşak, umutsuz bir nota bulmalı
Doğuma muska kurup karayazı kırmadan
çocuğun olması mı ölmesi mi diye sormalı;
Ey tohum tanrısı! Temsili bir çocuk
için de düş yatağında uykusuz kadınlar mı
olmalı?
Enis Batur’un buraya kadar saydığımız işleri, aslında kısa bir süreyi kapsıyor. Tüm bu başarılı adımları yaklaşık olarak 10 yıla sığdıran Batur’un; çok uzun yıllarını geçireceği Yapı Kredi Yayınları kariyeri ise 1988 yılında başladı. Ve 2004 yılına kadar da aynı yerde devam etti.
5. Ulak
Yıldan yıla geçerken
hikayeler topladım evlerde,
çıkından çıkına doldum taşırdım
hiç bir yere sığmayan
ölüm dirim haberlerini,
çıkamadığım yokuşları
bağışlıyorum giremediğim
çıkmazları. Doydum
gezdiğim caddelerde
kovandan kovana delik deşik
götürdüğüm uğultulara.
Bir kül ki boşuna: Ben
unutsam, kimse hatırlamaz.
Belki de yenilenmeli ağaçlar.
Boyalar devşirilmeli
mevsimin yapraklarından,
haşarı erguvandan.
Yepyeni fırçalar alınmalı çarşıdan,
insan eliyle germeli bezi tahtaya:
Herkes kendine görülmemiş
bir düş aramalı.
Sen, penceremdeki suskun kadın:
Hayatımda ol, kal, öl, istiyorum.
Batur, Milliyet ve Yapı Kredi yayınlarında görev aldığı süre boyunca; bir yandan da Oluşum, Gergedan, Sanat Dünyamız, Arredemento Dekorasyon gibi çeşitli dergilerin hazırlık sürecinde yer aldı.
6. Sandık
Bir kutu dolusu anahtar. Régie
des Tabacs de l’Empire Ottomane,
paslanmış, kenarları delinmiş
o kutunun ağırlığını tartmak güç.
Çekmecelerin, evrak dolaplarının
ve evlerin sahipleri geçekte yıkım
yerlerinde dolaşan birer hayalet.
Ne çok taşındık! Nasıl dolaştırdık
bunca umudu, terk edilişi, kaybetme
ve kaybolma duygusunu? İçimize
kazınmış yolculuklar birer loş
düş ve hiçbir zaman hiçbiri
gerçekleşmemiş tasarılardı oysa:
Bu anahtarları olmamış kilitlerde
sandık. Sahi, sandık! kendisi
duruyor da onun, yıllardır giz’li
bir ölü gibi anahtarsız bekliyor.
İnsan asla açmamalı böyle bir
efsaneyi. Herkesin hayatında
içindekileri unuttuğu, umduğu,
bambaşka kutularda aranacak
eşya, söz ve işaretler kalmalı.
Ayrıca Remzi Kitabevi’nin TRT ekranlarında yayınlanan “Okudukça” isimli programının yayın danışmanlığını; Açık Radyo’nun kuruluşuna destek olup bir de buradaki “Şifa, Şifre, Deşifre” programını yaptı.
UNESCO’nun “Göreme’den İstanbul’a kültür mirasımız” isimli kampanyasını yöneten kişi; yine Enis Batur’du. Kendisi tüm bu işleri yaparken; uzun yıllar boyunca da Cumhuriyet, Milliyet, Dünya, Aydınlık gazetelerinde; Yeni Gündem, P-Eki, Express, 2000’e Doğru dergilerinde haftalık yazılar yazıyordu.
7. Fal
Eşiğine dayanıp seyirdiğim
cansız doğa: Bir çingene geldi
gece, ellerimi açtı ve uzun,
dingin bir yağmur düştü yüzüne:
“Her şey geçer, sen geçmezsin.”
Güldüm, katıldım: Bilmem mi
kuytudan beslenen yorgun tekliğimi:
Ben amansız çatlak, sudan ve çıradan
çıkma yangın lehçesi: Her şey geçer
ben kalırım.
Batur, neredeyse edebiyatın ve yayıncılığın her aşamasında görev yaparken; bir yandan da elbette kendi eserlerini üretmeye devam etti. Şiirleriyle Altın Portakal, Cemal Süreya, Sibilla Aleramo ödüllerini; denemeleriyle ise TDK ödülünü kazandı.
8. Çift
Pus, sis, alaca
bir tesbih saatler,
çeviriyorum.
Bir düğme açıyorum yakamda,
bir başka düğme kapanıyor,
çıkıp yürüyorum
nisandan nisana doğru.
Düşüyor işte dilimdeki tetik
ve havaya çiziyorum
sesleri, sessiz harfleri
bomboş bir çiviyle.
Bir düğme açıyorum yakamdan,
bir düğme daha açıyorum:
Tutup kökünden söndürdüğüm
geceye fırlıyor
apansız
bir kuş sürüsü.
Kedimin gözleri
gecemi aydınlatıyor.
Buraya kadar size Enis Batur’un bir yazar, şair ve yayıncı olarak yaptıklarından bahsettik. Ama o tüm bunları yaparken; sürekli yoluna bir şeyler de ekliyordu. İşte bunlardan biri de, 1998- 2003 yılları arasında, Galatasaray Üniversitesi’nde verdiği dersler oldu.
9. Yokuş
Attar’ın öldüğü yaşa geldim
yorgun, öfkeli; içimde belli belirsiz
bir hızla sönen mum: Fitil bitti
bitecek, yağ sürüyorum boşuna:
Belki de yarın olmayacak, diyorum.
Bu kehribar ağızlık, tütüne dadandığım
yıllardan: Figen bulup seçmişti, gümüşün,
minenin arasından; sayısız armağan
aldım ondan yaşarken, ama bir tanesi
beslerdi tümünü: Sevdim sevildim
bu çirkin dünyada.
Attar’ın yaşına geldimse, bilinmedik bir
giz yok elimde: Öyle çok zaman yitirdim
yaşantı kalmamış gerimde: Saat durmuş
ilerlemiş farkına varmamışım: Dipsiz!
bir hokkaya sığmış, seyrek, yokuş, şiirim.
Batur, Galatasaray Üniversitesi’ndeki hocalığının ardından; 2008 yılında Epsilon Beta edebiyat topluluğunu kurdu. Bu topluluğun ilk ürünü ise bir yıl sonra yayınlanan “Centuria %45-Epsilon Beta” isimli kitaptı.
10. Sessiz Sinema
Yordu bütün yıl bizi işler
ve ilişkiler: Buraya ondan geldik.
Korkmuştuk korkularımızdan,
coşkularımızdan bıkmıştık,
ne yavaşlıyor ne de hızlanıyordu
çarklar, kimseye rastlamıyorduk,
kendimize bile: Buraya ondan
gelmiştik.
Bulduk aradığımız yeni oyuncuları,
öğrendik ve öğrettik basit ve karmaşık
kuralları, neden böyle oldu pek
anlayamadık: Kağıtlar ve zarlar,
pullar ve kibrit çöpleri atıldı
tek tek bir köşeye: Bir gençlik
oyunuydu, benimsedik birden.
Kamera kontrol, döndü makaralar
geceden geceye: Rolden role girdik
gördüğümüz, görmediğimiz filmlerle;
güldük beceriksiz bir anlatıma, usta
bir kavrayışı içtenlikle alkışladık,
mimikler ve jestler arasında başka
durumlara ve kişilere öykündük:
Buraya ondan gelmiştik.
Kim bilir kim hatırladı piyanoyu
içimizden: Bıkmıştık sinemadaki
sessizlikten. Biraz buruk, çokça
esrik, kendimizden koparak yattık
sonra o gece. Buraya ondan mı
gelmiştik: Uyandık erkenden,
yeniden seslendirdiğimiz filimde:
Yabancıydik şimdi giyindiğimiz
kişiye, tıpkı gelmeden önce.
Başarılarını ve yaptıklarını anlatmakla bitiremediğimiz bu usta kalem; son yıllarda ise daha çok seyahatname türünde eserler vermiştir. Batur’un özellikle İstanbul, Paris ve Berlin’i anlattığı üç farklı seyahatnamesi; mutlaka okunmalıdır…
11. Albino
kaç gece kaç gün geçti bilmem;
bembeyaz denizin üzerinden uçarı
bir kabuk, uzun, arşa yükselen
albino dalgaların savurduğu kör
bir lekeydim: yorgun, korkusunu
çoktan terketmiş, hem iki boşluk
duygusu arasında sonsuz kuş, hem
kuyunun dibinde soluksuz karanlık
hayvanı, bekledim, kaç gece kaç gün
geçti bilmeden çoktan geçmişken
kendimden an geldi koptum hepten,
çekildim uzaktaki bir noktaya doğru,
içimden geçen eksen mi kırılmıştı,
gövdemi tutan yay mı oynamıştı
kökündeki yerinden bilemedim:
kaçıncı gecenin sabahıydı doğmadı
güneş, bana gönderilen tufanın
ardından gelen siyah bir gündü, uyandım.
Enis Batur, hakkında söyleyecek çok şey var; ancak onun yaptığı işleri anlatmak bile bir hayli zaman alıyor. Yani kendisine “Türkiye’nin Umberto Eco’su” yakıştırması yapanlar, hiç de haksız sayılmaz aslında…