Bu yılki ödül sezonuna çaktırmadan damgasını vuran LGBTİ sineması, özellikle son beş yılda sıkı bir atak yaptı. Son dönemdeki başarılı örnekleriyle adından söz ettirmekle kalmayıp sinemanın itici gücü haline de gelen eşcinsel filmleri, Brokeback Mountain’dan hemen sonra bile bu kadar söz sahibi olamamıştı. 2015 yılında Carol ile başlayan dalga, 2016’da En İyi Film Oscar’ına layık görülen Moonlight ile ivme kazandı. Geçen yıl Call Me by Your Name kalplere taht kurmakla kalmadı ve ödülleri bir bir topladı. Bu yılsa Yorgos Lanthimos imzalı The Favourite, festivallerden ödül ve övgüyle dönmekle kalmayıp, 10 dalda Oscar adaylığı kazanarak elinin ne kadar güçlü olduğunu gösterdi.
Indiewire da bu yükselişe kayıtsız kalmadı ve 2018’in en iyi 10 LGBTİ filmlerini seçti. Hem politik hem de sanatsal açıdan söyleyecek sözü olan 10 nefis filmden oluşan liste huzurlarınızda!
10. “A Kid Like Jake”
Silas Howard’ın trans birey olduğunu açıklayan ve cinsel açıdan “yaratıcı” olan bir çocuk hakkında film çeken ilk sinemacı olması, aslında sinema dünyasında sessiz sedasız bir milat oldu. Daniel Pearle, çok beğenilen hit oyununu beyazperdeye uyarladı ve yönetmen koltuğuna Silas Howard oturdu. Ortaya da bu çarpıcı film çıktı… Claire Danes, Jim Parsons, Octavia Spencer ve Leo James Davis’in başrollerde olduğu A Kid Like Jake, oyuncaklar arabalarla oynayıp ve pantolon giymek yerine, oyuncak bebekleri ve etekleri tercih eden zeki ve yaratıcı Jake’in hikayesine ve özellikle de ailesinin bu durumu karşılama biçimine odaklanıyor.
9. “The Miseducation of Cameron Post”
2014 yılında çektiği Appropriate Behavior ile ciddi konulara mizahi bir bakış açısıyla yaklaşabildiğini kanıtlayan Desiree Akhavan’ın bu ciddi konu altında ezilmeye hiç niyeti yok. Sonunda kendini izletmeyi başaran bir rolde izleyicinin karşısına çıkan Chloë Grace Moretz’e, American Honey ile yıldızı parlayan Sasha Lane’in yanı sıra dönüşüm terapisi merkezi Tanrı’nın Sözü’nün yöneticisi rolünde muazzam bir performans sergileyen Jennifer Ehle eşlik ediyor. Türkçeye Cameron Post’a Ters Terapi adıyla çevrilen film, hayatı boyunca özenilen bir genç kız olan Cameron’ın, lise mezuniyeti balosunda balo kraliçesi ile yakınlaşırken yakalanması üzerine allak bullak olan hayatına odaklanıyor.
8. “Anchor and Hope”
Carlos Marques-Marcet imzasını taşıyan bu kaygısız romantik film, rüya gibi bir lezbiyen ilişki yaşayan Kay ve Eva’nın hikayesine odaklanıyor. Her şey dört dörtlük ilerler ve çift hayellerindeki gibi bir hayat sürerken, Eva’nın hayallerini bir bebek süslemeye başlayınca bu kusursuz düzen değişiveriyor. Başrollerde Natalia Tena, Oona Chaplin, Geraldine Chaplin’in yer aldığı film, ilgi çekici karakterleriyle izleyicisini kendine bağlıyor.
7. “Gemini”
Gemini, ağır, kendinden emin ve eşcinsellik eğilimiyle süslü bir gerilim. Film, asistanlığını yaptığı Hollywood yıldızı öldürülünce baş şüpheli sayılan Jill’e odaklanıyor. Jill, kendisini ortasında bulduğu gizemli olayları çözmeye çalışırken, bir yandan da arkadaşlık, gerçek ve şöhret anlayışıyla yüzleşmek zorunda kalıyor. Prömiyerini 2017’de South by Southwest Film Festivali’nde yapan Aaron Katz imzalı Gemini, başrollerde Lola Kirke, Zoë Kravitz ve John Cho’yu buluşturuyor.
6. “The Gospel According to André”
Whoopi Goldberg, uzun yıllardır moda dünyası için bir ikon olan Vogue editörü André Leon Talley’den “Olmaması gereken pek çok şeydi o…” diye bahsediyor. Kate Novack imzasını taşıyan bu etkileyici belgesel, André Leon Talley’nin hikayesine odaklanıyor. Siyah, eşcinsel, çok uzun boylu ve kusursuz Fransızca konuşuyor… Ezbere çekilmiş sayısız belgesel varken, The Gospel According to André aralarından sıyrılmayı başarıyor.
5. “Disobedience”
Eski bir haham olan babasının ölümünün ardından kendini Londra’nın koyu Ortodoks Yahudi cemaatinin ortasında bulan bir kadının, Ronit Krushka’nın hikayesine odaklanıyor Disobedience… Ronit yıllar sonra çocukluğunun geçtiği yere dönüyor ve çocukluk arkadaşları Dovid ile Esti’nin evlendiklerini görüyor. Ronit’in yası, Esti’nin cinsel uyanışı ve Dovid’in açmazları birleşince de ortaya da son derece çarpıcı bir drama olan Disobedience çıkıyor. Sebastián Lelio yönetmenliğindeki filmde başrolleri Rachel Weisz, Rachel McAdams ve Alessandro Nivola paylaşıyor.
4. “Paddington 2”
Hugh Grant’in Phoenix Buchanan rolünde hiç kuşkusuz hayatının en iyi performanslarından birine imza attığı Paddington 2, teyzesi Lucy’nin 100. doğum günü için mükemmel bir hediye almaya çalışan ayı Paddington’ın hikayesine odaklanıyor. Denizkızı Ariel’in maceralarını anlatan The Little Mermaid’deki cadı Ursula’dan sonra, beyazperdeye damga vuran efsane kötü Phoenix Buchanan’ı hikayesinde bulunduran film, tam bir ödül avcısı bizden söylemesi!
3. “Can You Ever Forgive Me?”
Daha önce lezbiyenler ve eşcinsel erkekler arasındaki dostluklara odaklanan bir film çekilmemiş olması hem inanılmaz hem de sinir bozucu. Filmde Melissa McCarthy’nin canlandırdığı Lee Israel, bir kadında olmaması gereken tüm özellikleri bünyesinde topluyor adeta. Özel hayatındaki sorunlar ve alkol bağımlılığı nedeniyle yazar olarak şansını kaybeden ve artık kirasını bile ödeyemeyecek duruma gelen Lee, sadık arkadaşı Jack ile birlikte yaşamını yitirmiş yazar ve oyuncuların mektuplarını taklit etmeye başlıyor. Diary of Teenage Girl’ün yönetmeni Marielle Heller’ın imzasını taşıyan filmde Melissa McCarthy’ye Richard E. Grant ve Dolly Wells eşlik ediyor. Üç dalda Oscar adayı olan film, McCarthy ve Grant’e de adaylık kazandırdı.
2. “Scotty and the Secret History of Hollywood”
Cüretkar, seks delisi, flörtöz ve hayat dolu! Hollywood’un gizli kahramanlarından biri olan Scotty Bowers’ın insanı hayrete düşüren hikayesini anlatan bu belgeselde, Katharine Hepburn’den Cary Grant’e, Cole Porter’dan Windsor Dük ve Düşesi’ne kadar pek çok isme rastlayacaksınız. Ama yine de esas hikaye, bugün 95 yaşında olan Scotty’de. Bu yaşında bile cinselliğe bakış açısı, yaşadığı sıra dışı tecrübeler ve anılarıyla Bowers’ın anlatacak çok şeyi var.
1. “The Favourite”
Britanya Krallığı’ndaki lezbiyen bir aşk üçgeninde Olivia Colman, Rachel Weisz ve Emma Stone’u buluşturan The Favourite, Yorgos Lanthimos’un kendisinden en beklenmeyecek işi olsa gerek. Diğer filmlerinin aksine, ilk kez senaryosu kendisine ait olmayan bir film çeken Lanthimos, yine de ne absürtlüğünden ne tuhaflığından ne de çarpıklığından taviz veriyor. Oscar adayı olarak şimdiye kadarki “en ulaşılabilir” işine imza atan yönetmen, Kraliçe Anne’e yaranmaya çalışan iki kadının güç savaşlarını anlatırken ustalığını konuşturuyor.