Zackary Drucker, Broadly’de yayımlanan makalesinde Miss Major Griffin-Gracy, Victoria Cruz, Sandy Stone ve diğer trans bireylere geçmiş ve gelecekleri hakkında sorular sordu. Toplumun bir kenara ittiği bu insanların verdikleri cevaplar ilham kaynağı olabilecek hayatta kalma hikâyeleriydi.
Drucker, trans sözlü tarihi ile ilgili yaptığı geniş çapta araştırmasından bazı bölümlerini yayımladığı yazısına aşağıdaki gibi devam ediyor.
Transların geçmişi ve geleceği
Bir öğleden sonra, 80. doğum gününde efsanevi Alexis Del Lago’nun, Los Angeles’taki bir bakım evinin görevlileri tarafından manikür yapılmış kırmızı tırnaklı elini tuttum. Parkinson hastalığının son aşamalarında olduğu için benimle her zaman İngilizce konuştuğunu unutarak çoğunlukla İspanyolca konuşmaya başladı. Ombre manikürüm dikkatini çekince ağzından belli belirsiz çıkan “topaz” kelimesiyle onda uyandırdığı anısını hatırladı. Zamanında başka bir trans bireyin, elleri fazla kibar olduğu için kendisini eleştirdiğini hatırladı. Alexis cevabını, tırnaklarını onun boğazına geçireceğini söyleyerek vermişti. Bu, benimle iletişim kurabildiği son tutarlı anekdottu, bir başka trans birey ile sona ermeyen bir kavga.
Birkaç sene önceyse sadece bir blok ötemdeki bir başka huzurevinde son günlerini geçiren, aynı derecede efsanevi Holly Woodlawn’ın elini tuttum. Düzensiz bir şekilde nefes alması ben yanındayken ölebileceğini düşündürdü. Aramızda, atlılardan oluşan bir geçit törenini andıran yoğun bir anı ve enerji geçişi hissettim.
Holly ve Alexis’le 10 yıl önce tanıştım. İkisi, hayatları boyunca hem kız kardeş gibi ve hem de rakiplerdi. Her ikisi de Porto Riko’da doğmuştu ve ikisi de ergenliklerinde önce New York’a, daha sonra Los Angeles’a göç etmişlerdi. Alexis, 1950’lerin sonlarında New York’a taşındı ve moda eğitimi aldı. 1960’ların başlarında genç bir kaçak olan Holly, Times Square’a kadar otostop çekerek geldi. Holly’nin yolculuğu, Lou Reed’in “Walk on the Wild Side” (Vahşi Taraftaki Yürüyüş) şarkısı ve ikonik yeraltı filmlerinde ölümsüzleştirilirken, Alexis’in etkisini yarım yamalak kaydedilen trans birey tarihine yerleştirmek biraz daha zordur. Alexis, Andy Warhol’un işlerinde yer almak yerine John Vaccaro’nun Theatre of the Ridiculous’unda, Scott Whitman ve Jack Smith’in filmlerinde rol aldı. Fransız-Amerikalı fotoğrafçı Gilles Larrain için bir ilham kaynağıydı ve 1970’lerde New York şehrinden trans efsaneleri içeren fotoğraf kitabı IDOLS’un kapağında yer aldı.
Holly, yıkıcı HIV/AIDS krizinin ardından, Studio 54’ün nihilist günlerinden ve Andy Warhol’un Fabrika’sının yüksek sosyeteye saldırılarından çok sonra Los Angeles’a taşındı ve kısa süre sonra Alexis de onu takip etti. Alexis ve Holly, benzer yollardan geçti ve sürekli birbirleriyle rekabet ettiler. Birkaç yıl boyunca hiç konuşmadıkları bile oldu. Bu süreçte Alexis, Holly’nin bir doğum günü partisinde gösterişli bir giriş yaptığını ve göz açıp kapayıncaya kadar, dakikalar içinde kaybolduğunu hatırlıyor.
Holly ve Alexis’in yolları her zaman kesişiyordu. Hatta Alexis’in düşüşünden sonra kısa bir süre aynı bakım evinde bile kaldılar. Bir ziyarette Holly’yi, ortalığın sakin olduğundan emin olmak için etrafına bakarken gördüm ve çileden çıkmış bir ses tonuyla fısıldayarak “Alexis burada!” dedi. Yine de Holly hastalandığında, tüm rekabet çözüldü: Alexis “Holly Lola”yı görmek için hastane odasının kapısını kırarcasına yumrukluyordu.
Holly’nin, insanları nadiren takdir ettiği anlardan birinde “Sen… bizim… geleceğimizsin” dediğini hatırlıyorum.
“Sen bizim geleceğimizsin” diye cevap verdim. Onda kendi geleceğimi gördüğümü ve onun hayatta kalmasının benim hayatta kalmamı sağladığını bilmesini istedim.
Yeni neslin sorumlulukları
Gelecek neslin bir sanatçısı ve trans bireyi olarak, trans efsane kişilerle ilişki kurmak kendimi geleceğe hazırlama fırsatı verdi ve bana başka hiçbir şekilde erişemeyeceğim hayatta kalma stratejileri öğretti. Bu ilişkiler sayesinde nesiller boyu süren trans her birey ve toplumsal cinsiyete sahip olmayan insanlar için hak mücadelesi veren birçok insan olduğunu hatırlatıyor. Yaşlanacak kadar şanslı olursam umarım genç insanlar yanımda olur ve ben de onların gözlerine bakıp mücadelemizin devam ettiğini görebilirim. Yaptığımız fedakârlıklar ve refaha ulaşmamızın önüne konulan engelleri aşma mücadelemiz, hepimizin daha iyi bir geleceğe sahip olması içindi.
Broadly’s Trans Legends (Broadly’nin Trans Efsaneleri) sözlü tarih projesi ile bu tarihe tanık -ve bu tarihin önemli karakterleri- olan 13 trans bireyin hikâyesini ve bilgeliğini derleyerek LGBTQ bireylerin mücadelesine ışık tutuyoruz. Kuşaklar arasında bağlantı kurarak zaman yolculuğu yapan, kendi geleceğimiz için ışık yaratan ve geçmişimizin yankılarını hissettiğimiz bir gezgin oluyoruz. Gerçek tehditler ve tehlikelerle karşılaşan insanların yanı sıra, öykülerimizin sadece ölüm ve şiddet hakkında olmadığını hatırlatıyoruz.
Transseksüel Anma Günü’nde öldürülen trans kadınları anmak için bu yazıyla hayatta kalmak üzerine konuşabilecek trans bireylerle röportaj yapmayı seçtim. Toplumun bu dışlanmış kesimindeki herkes acılarla dolu hayatlar yaşadı ve birçok kız kardeşinin şiddete maruz kaldığına ve öldürüldüğüne şahit oldu. Bazı azınlık topluluklardan aldıkları destek ve azimleri sayesinde hayatta kalmayı başardılar -ama herkes bu kadar şanslı değil. Toplumun sınırlarında yaşayan birçok trans bireyin hikâyesi diğer trans bireylerin hayatta kalması için bir rehberdir.
Aradığım bazı efsaneler emekliye ayrıldı ve artık kamu hayatına ilgi duymadıkları için röportaj teklifimi reddetti. Büyükannem vasıtasıyla tanıştığım bir efsane olan Kusursuz Sabrina benimle uzun uzun konuştu fakat mahallesinde genç bir trans birey öldürüldüğünden dolayı hedef olabileceğini düşündüğü için bu yazıda gerçek isminin geçmesini ve öne çıkarılmayı istemedi.
Bu projenin araştırma aşamasında, Amerika Birleşik Devletleri’nde yaşayan yaklaşık 100 trans bireyle görüştüm ve bu röportajlar sadece buz dağının görünen ucu.
Translara miras kalan tarih
Bazen bir markette alışveriş sepetimi sürerken veya bir doktorun ofisinde otururken hafif hafif “Walk on the Wild Side”ın sözlerini duyar gibi olurum. Lou Reed’in bariton sesi Holly Teyze’nin hikâyesinin başlancını şöyle anlatıyor: “Holly, Miami’den geldi, ABD boyunca otostop yaptı, kaşlarını yolda kopardı, bacaklarını tıraş etti, erkekti kadın oldu. ‘Hey bebeğim, vahşi tarafa bir yürüyüş yap’ dedi…” Çevremdeki insanların çoğu neredeyse 50 yıl önce yazılmış olmasına rağmen bu şarkının önemli bir trans birey olan Holly Woodlawn’ın hayatını anlattığını, hatta Holly Woodlawn’ın kim olduğunu bile bilmiyor. Bizden önce gelen efsanelerin isimlerini bilsek de bilmesek de bize dokunuyorlar, içimizdeler, DNA’mızı cesaretle besliyorlar, her zaferimizi kutluyor ve her adaletsizlikte bize destek oluyorlar.
Miss Major Griffin-Gracy
Miss Major Griffin-Gracy hayatı boyunca transseksüel kadınların hastane ve hapishane gibi kurumlarda kilit altında tutulmasına karşı mücadele eden Şikagolu emektar bir Stonewall sivil hakları savunucusudur. Miss Major, 1960’ların başlarında New York şehrine taşındı ve hayatta kalmak için yıllarca seks işçiliği yaptı. New York’ta Sylvia Rivera ve Marsha P. Johnson ile tanıştı. Fakat Miss Major, polis ile aralarında geçen bir olay nedeniyle beş yıl hapis cezasına çarptırıldığı için Stonewall ayaklanmalarını takip eden yıllarda çok ortaya çıkmadı. Miss Major, Birleşik Devletler’deki hapishane sistemi, ırkçılık ve transfobiye karşı mücadele ettiği kırk yıllık aktivizm geçmişine sahip. Sosyal adalet alanında ödüllü bir lider ve kısa süre önce Arkansas’taki Little Rock’taki Griffin-Gracy Evi’ni kurdu.
Sezgi üzerine:
“Yaşlandıkça, içgüdülerimi takip etmeyi daha iyi öğrendim. Çünkü her şeyi bilmiyorum ve bir şeye güvenmek zorundayım. Benim için yol gösterici bir ışık oldu. İçgüdülerimi dinlemediğimde ya hapse girdim ya da dövüldüm. Yani şimdi sezgilerim bir şey söylediğinde bir durup düşünüyorum ve sezgilerimi takip etmeye başlıyorum.
[Little Rock, Arkansas]’a geldiğimden beri her şey harika! Güney’de yaşayan trans ve cinsiyet uyumsuz bireylere fayda sağlayacak bir konumda olduğumu hissediyorum. Sadece Arkansas’la sınırlı kalmak istemiyorum. Tüm Güney’de faydalı olmak istiyorum çünkü buradaki topluluk, 50’li yılların sonlarında yaşıyor ve biz 2018’deyiz. New York ya da San Francisco gibi trans ve cinsiyet uyumsuz bireylerin hayatları çoğunlukla kıyı şeridinde geçiyor. Bu genç kadınlar ve erkekler gündüz vakti dışarıya çıkamadığı için birçok şeyden faydalanamıyor. İnsanlar onları işe almadığı için vergilerini ödeyebilecekleri işlerde çalışamıyorlar.
Ben de bunun üzerine kâr amacı gütmeyen bir STK kurdum. Böylece kızlara yardım edebileceğim, onları eğitebileceğim, onlara bu dünya ve toplumla nasıl pazarlık yapılacağını ve bunu yapmak için muhtaç oldukları kudretin damarlarındaki asil kanda mevcut olduğunu anlatabileceğim. Böylece toplumun saçmalıklarına karşı dayanıklı ve dirençli olmalarını sağlayacak gücü bulmalarını sağlayabilir, bu saçmalıklara birlikte isyan bayrağı çekebiliriz. Biz, yaşamaya layık değiliz ve var olmamalıyız saçmalıklarını kabul ederek büyüdük. Bu hükümet de trans bireylere aynı şekilde hissettirmek için elinden geleni yapıyor. Öyleyse cesur olmalıyız ve kimliğimizi kazanmalıyız. Bu insanlar gelmeden önce onurlandırılıyorduk, takdir ediliyorduk ve bize hayranlık duyuluyordu. Ve eğer bu dünya kendi hareketini üretecekse, bu devrime önderlik etmek için en çok ezilen halk olan, benim de içinde bulunduğum siyah trans topluluğundan biri lider olarak desteklenmeli.”
Sabel Samone-Loreca
Sabel Samone-Loreca’nın HIV pozitif teşhisinden HIV/AIDS’le yaşayan insanların önde gelen savunucularından biri olma yolculuğu uzun ve sıra dışı bir hikâye. Sadece 3 yıl hayatı kaldığını düşünerek 90’lı yılların başında Kaliforniya’ya taşındı. Fakat Samone-Loreca hayatta kaldı, azmini ve merhametini aktivizme dönüştürdü. Kaliforniya’da yeni bir hayata başladı. HIV destek grupları kurdu ve San Francisco’da ACT UP ile çalışırken, Kaliforniya’da evlenen ilk trans kadın olmak gibi trans topluluğu için çığır açıcı anlar yaşadı. Son dönemlerde evlendiği Luis A. Loreca bir gençlik hakları savunucusuydu ve 2005’te 35 yaşında kanserden öldü. Samone-Loreca şu anda Starbucks’ta baristalık yaparken kurumun desteklediği Community Partners’ta (Topluluk Ortakları) denetçilik yapıyor ve EVERYBODY spor salonunda NSAM Sertifikalı Kişisel Antrenör olarak eğitim veriyor.
Hayatta kalma üzerine:
“Bazı günlerde karanlıkta kalmak istediğinizi biliyorum. Tüm pencereleri ve kapıları kapatmak ve sadece karanlıkta kalmak istiyorsunuz ama biraz bekleyip sabrederseniz, sadece biraz daha dayanırsanız ışık perde ve pencerelerin arasından geçiyor. Dediğim gibi: Siyah bir başkan gördüm, bir kadının başkanlık yarışına dahil olduğuna şahit oldum, hayatım boyunca bütün bu şeyleri değiştiren ve gerçekleşmesini sağlayan benim. Yeni yetişen çocukları görüyorum – işimden dolayı çocukları gözlemleme şansım var. Büyüyüp geliştiklerini görüyorum. Onların üniversitelere girdiklerini görüyorum ve bundan on yıl sonra, bizim için bambaşka bir dünya olacağına inanıyorum.”
İyileşme üzerine:
“WAR (Women Against Rape/Kadınlar Tecavüze Karşı) adlı bir programa katılmıştım ve doktorum ‘Hayatını daha iyi hale getirmek için ne yapabilirim? Seni mutlu etmek için ne yapabilirim?’ diye sordu. Ona cinsiyet geçişi yapmak istediğimi söyledim, ama bunun ne anlama geldiğini ve neye benzediğini bilmiyordum. Bir gün benimle bilgisayar karşısına oturdu ve yedi ya da sekiz çeşit hormon tedavisini inceledik. Bana her biri için bir reçete yazdı ve ‘Temiz kaldığın ve kendini dağıtmadığın sürece sana reçete yazmaya devam edeceğim’ dedi. O günden beri hiçbir reçetemi aksatmadım.”
Judy Bowen
Judy Bowen, Stonewall Inn’deki ayaklanmadan sonra New York’ta iki trans grup destek örgütü başlatan bir trans aktivist. Ancak Bowen, Güney’de mütedeyyin yani dindar ve muhafazakâr bir evde büyüdü ardından evanjelik bir gazete için muhabir olarak çalıştı. Gençliğinde trans kimliğini gizleyemedi ve intihar girişiminden sonra annesinden destek buldu. Knoxville’de ırkçı ve transfobik şiddete tanık olduktan sonra New York’a taşındı. Orada kalırsa öldürüleceğinden endişeleniyordu. New York’ta, Stonewall ayaklanmalarından önce Greenwich Village’da yaşadı ve trans insanlarla dolu bir toplulukta kendini buldu. Trans tıbbın ünlü öncüsü Harry Benjamin’le çalışan bir organizatör ve toplum aktivistiydi. Sonunda Las Vegas’a taşındı ve New York’un zengin yirminci yüzyıl ortaları trans tarihi uzmanı.
Dostluk üzerine:
“Marsha P Johnson’dan çok şey öğrendim. O zaman boyum 1,62 idi şimdi 1,57 m. Marsha iri, uzun boylu, bir siyah kraliçe transseksüeldi ve korkusuzdu. Onunla konuşmaya başlamadan önce onu izlerdim. İkimiz de başak burcuyduk, o 1945’te doğmuştu, bazen birlikte kahve içmeye giderdik ve onun sayesinde korkusuzca polisler hakkında atıp tutabilirdik. Başka bir deyişle, cezalandırılmadan, açık ve özgürce kendimizi ifade etmemiz gerektiği gerçeğiyle yetiştirildik ancak bugün bu, başkan tarafından gittikçe zorlaşıyor. Kim olduğunuzdan utanmadan yaşama özgürlüğüne sahipsiniz.”
Aktivizm üzerine:
“Polis gerçekten çok kötüydü. İlk tutuklandığımda, Long Island’da bir kulüpte düzenlenen bir güzellik yarışmasına katılmıştım ve polis baskın yapıp herkesi hapse attı. Polis baskını sonucu vücudumda oluşan çürükler 3 ay boyunca geçmedi. İnsanların ayağa kalktığı ve ‘Artık buna tahammül etmeyeceğiz’ diyerek ayaklandığı Stonewall’un hemen altındaki Christopher Sokağı’nda yaşadım. Temelde polis tarafından en çok vurulan trans bireylerdi. Bu benim kurtuluşumdu. Büyük bir ‘Red Light District’ olan Village Meydanı’ndan Times Meydanı’na taşındık. Times Meydanı’nda Tango Room adlı bir kulüpte çalışıyordum. [Stonewall ayaklanması] birkaç gece sürdü ama sadece belli bloklarda olaylar yaşandı. Ancak bazen olayların yaşandığı bölgeden sadece iki blok ötedeki daireme zar zor ulaşıyordum. Ben her zaman bir aktivist oldum.”
Chilli Pepper
Chilli Pepper onlarca yıl profesyonel “kadın taklitçisi” olarak sahne alan bir Şikago efsanesidir. Pepper, 70’lerde trans topluluğunun ilk simgelerinden biri olarak ün kazandı. Ayrıca 1980’lerde Phil Donahue ve Oprah Winfrey gibi ulusal çapta yayımlanan talk şovlarda konuşan HIV/AIDS destekçileri arasında lider isimlerden biriydi.
Kültürel miras üzerine:
“Birbirinize karşı kibarsanız -hayatı kendinize ve sizden sonra gelenler için daha iyi hale getirmeye çalışıyorsanız- bu, yapabileceğiniz en iyi şeydir. Sadece kibar olmaya çalışıyor ve diğer her şeyi bir kenara bırakıp sadece arkadaş edinmek ve huzurlu bir yaşam sürdürmeye çalışmak istiyorsanız bu, gerçekten muhteşemdir. Bunu yapmak biz ve bizden önce gelen insanlar için daha zordu. [Trans atalarımız] sayesinde bizim hayatımız onlarınkinden daha iyi oldu. Bizim için bunu sağladılar ama neler çektiklerini tam olarak bilmiyoruz. Bunun farkında değiliz. Ama eminim ki kendi zamanlarında oldukları kişi olabilmek için çok sıkıntı çektiler. Umarım zamanla insanlar ya da sadece bu dünya kim olduğunuz kararını tamamen size bırakır. Bu, isteyebileceğin her şeyi; müziğin durduğu ana kadar çaba gösterin ne olursa olsun yaşamana izin verilmesi için mücadele edin.”
Felicia Elizondo
Felicia “Flames” Elizondo, San Francisco’da faaliyet gösteren bir aktivist, tarihçi, şovmen, diva, Vietnam Savaşı gazisi ve uzun bir süreç sonucu HIV/AIDS’ten kurtuldu. Tarihi 1966 Compton’s Cafeteria Ayaklanması sırasında San Francisco Compton’s Cafeteria’nın düzenli müşterisiydi. Susan Stryker ve Victor Silverman tarafından yönetilen 2005 yapımı Screaming Queens: The Riot at Compton’s Cafeteria belgeselinde de yer aldı.
Toplum üzeri̇ne:
“Tüm servis elemanlarının gelip parti yaptığı YMCA’nın [San Francisco’da] hemen yanında bir mendirek vardı. Market Street’ten yukarı yürüdüğünüzde Tenderloin’den (Bölge) geçmek zorunda kalıyordunuz ve buralar La La Land’e benziyordu. Demek istediğim, istediğimiz kişi olabiliyorduk ve bu bizi endişelendirmiyordu. Burası kızların sıra dışı makyaj, saç ve peruklarıyla ihtiyaçları olan her şeyi karşıladıkları bir bölgeydi.
Çok genç yaştaydım ve kız arkadaşlarım -hepsi San Jose’li kraliçelerdi- San Francisco’ya geldi ve saç perisi* (insanların saçlarındaki bitleri temizleyen emekçiler) olmaya başladı. Bunun dışında geçinebilmenin tek yolu uyuşturucu satmak ya da fuhuştu. Çünkü bizi işe almıyorlardı. San Francisco’da çalışamazsın çünkü birçok insan kıskanıyor ve dışlayabiliyor. Ne demek istediğimi anlıyor musun?
Compton’s Cafeteria bizim için evrenin merkeziydi. Geceleri yaşadığımızdan ve arkadaşlarımızı görebileceğimizden emin olduğumuz bir yerdi. Bir sosyal kulüp gibiydi – ucuz yiyecek, ucuz kahve, ucuz kahvaltı. Her iki tarafta pencereler; Taylor Street’in bir köşesinde ve Turk Street’in diğer köşesinde pencerelerden başka bir şey yoktu. Kimin geldiğini, kimin dışarı çıktığını, kimin orada olduğunu ve kim olmadığını görebilirdiniz. Çoğu zaman Compton’s döner bir kapı gibiydi.”
Sheri Payne
Sheri Payne, Şikago’da doğup büyüdü. 80’li yıllardan beri 1969’ta kurulan Şikago’nun efsanevi gece kulübü Baton’da sahne alıyor.
Özsaygı üzerine:
“Güvensiz hissediyorsanız ve bilmediğiniz çok şey olduğunu düşünüyorsanız birisiyle konuşun. Bu benim tavsiyem [genç trans bireyler için]. Yine de her şeyi bildiğinizi sanmayın çünkü gençsiniz. Size bazı şeyleri nasıl önleyebileceğinizi ve nasıl dürüst olabileceğinizi öğretebiliriz!
Kızlar, kendinizi çok ciddiye almayın. Eğer tüm yol boyunca cinsiyet değiştirmeyecekseniz sahip olduklarınızı kabullenin ve devam edin! İnsanların bir kız olarak doğmadığınızı bilmesinden gurur duyun. Bunda yanlış bir şey yok! Onu kucaklamalısınız. Trans doğdukları gerçeğini kucaklayan genç kızları seviyorum. İşte ben buyum. Yani bunu kucaklayabilirsin, kaçmayı bırak. Ben kaçmıyorum.”
Victoria Cruz
Victoria Cruz, Porto Riko’da doğdu Brooklyn’de büyüdü ve Manhattan şehir merkezindeki LGBTİQ+ topluluğunda huzur buldu. New York’un gece hayatına girdi ve transseksüel sivil hakları savunucuları Marsha P. Johnson ve Sylvia Rivera ile arkadaş oldu. Cruz, Johnson’ın ölümü ile ilgili rahatsız edici koşulları araştırdığı belgesel film The Death and Life of Marsha P. Johnson’daki (Marsha P. Johnson’ın Ölümü ve Hayatı) rolüyle 2017’de dikkatleri üzerine çekti. Cruz, crossdressing’in (karşı cinsiyet için tasarlanan kıyafetleri giymek) suç olduğu bir dönemde yaşadı, uyuşturucu bağımlılığı ve cinsel şiddet mağduru oldu. Yaşam deneyimi sonunda onu bir gönüllü olarak başladığı ve nihayetinde bir aile içi şiddet danışmanı haline geldiği Anti-Şiddet Projesi’ne getirdi. Bugün emekli oldu ama trans haklarını savunmaya devam ediyor ve trans bireylere karşı şiddete son vermek için açık sözlü bir eylemci olarak hayatına devam ediyor.
Direniş üzerine:
“60’lı yıllarda duyulmamıştı çünkü bir trans olarak yakalanırsanız, bir sonraki gün mahkemeden aksi karar çıksa bile hapse atılırsınız. Ben kısa boylu olduğumdan dolayı genellikle fark edilmediğim için şanslıydım. Ayrıca o dönemlerde homoseksüellere alkol vermek yasaktı. Kanun buydu.”
[New York’taki] Julius Bar’ı biliyor musun? 1969’un başlarında, Mayıs ayında, “sip in” diye bir şey oldu. Bazı insanlar Julius’a girdiler, eşcinsel olduklarını söylediler ve bir şeyler içmek istediler. İçki servis eden Julius Bar ise baskına uğradı. Buna “sip in” diyorlardı. Bir sonraki ay Stonewall İsyanı gerçekleşti. İnsanlar polisle yaşadığı bu saçmalıktan, barlara ve benzeri yerlere baskın yaparken tutuklanmaktan bıkmışlardı. Unutmayın: Siyah hareketi ve kadın hareketi gayet güçlü bir şekilde ilerliyordu. Eşcinsel hareketin başlamasının tam zamanıydı.”
Ceyenne Doroshow
Ceyenne Doroshow, trans bireylerin hak savunucusu ve trans seks işçilerine bütünsel destek sağlayan GLITS örgütünün kurucusudur. Hayatı boyunca New York’ta yaşayan Doroshow, LGBTIQ+ topluluğu için çalışan birçok kurulda söz sahibi ve toplumdaki trans kadınlara yönelik fırsat eşitsizliği üzerine çalışıyor. Doroshow, kraliçe Kusursuz Sabrina’nın (Jack Doroshow) kızıdır ve Cooking in Heels (Topuklularla Yemek Yapmak) yemek kitabının ortak yazarıdır. Doroshow, Major gibi, HBO’nun Oz dizisinden ikonik transseksüel belgesellere kadar, film endüstrisinde de kendine rol buldu.
Temsil üzerine:
“Suistimal ile karşı karşıya kaldığınızda birine söyleyin. Bunu yapmak için -toplum veya okulunuz tarafından- engellendiğinizi hissettiğinizde güvenebileceğiniz bir yere yönelin ve kendinizi eğitin. Trans topluluğu olarak, genç neslin bizim yükselemediğimiz yerlere ulaşması için çalışmalıyız. Bu, yaşamın her alanında bizden insanlar görmek istediğim anlamına geliyor. Bizi medyada görmek istiyorum, bizi avukat, doktor, yargıç, politikacı, kongre üyesi olarak görmek istiyorum, ciddiye alınmamız için sosyal yaşamda daha fazla temsil edilmemiz gerekiyor.”
Gerçek üzerine:
“Zaman zaman beni çocukluktan tanıyan insanlarla karşılaşırdım ve bana ‘Öldüğünü duydum’ derlerdi. ‘Peki, bunu kim söyledi?’ ‘Ailen.’ Ben de derdim ki ‘Tatlım, ölü değilim. Ne olduğumu görüyorsun.’ Öldüğümü söylemek ne olduğumu söylemekten daha kolay olabilirdi ancak ben gerçeklerimle yaşıyorum.”
Jackie Shane
Jackie Shane, 1960’larda bir müzisyen olarak sahneye çıktı. Gezgin bir karnavalda müziğe başladıktan sonra 1967’de albümünü Any Other Way’i yayımladı. Shane, birçok eyalette crossdressing’in (karşı cinsle ilişkili olan giyim eşyası ve diğer eşyaların giyilmesi) yasa dışı sayıldığı 1950’lerden beri bir kadın olarak yaşıyor. Hayat hikâyesi bir film gibi: çete ile karşılaşır, adam kaçırır ve insanların yıllarca öldürüldüğünü düşündüğü ortadan kayboluşlar görür. Son on yıldır Shane’in işlerine karşı yükselen bir ilgi var. Shane şu an Nashville’de yaşıyor.
Otonomi üzerine:
“Ben hayatımı engelleyecek hiçbir şeyin yoluma çıkmasına izin vermem. Hiçbir şey. Hiçbir zaman. Doğanı değiştiremezsin ve kurallarına uyduğun sürece belirlediğin yolda ilerlemende bir problem çıkmaz. Kazandıklarının ve sahip olduklarının elinden alınmasına izin verdiğinde kaybedersin. Arkadaşın olsa bile insanlara ‘Bu benim hayatım ve ben onu istediğim şekilde yaşayacağım. Sana da nasıl yaşaman gerektiğini söylemeyeceğim. Sana söyleyeceğim tek şey sen kendi işine bak, ben kendiminkine’ diyebilmelisin.
Hatırlayabildiğim kadarıyla ben böyle yaşadım. Kendi kurallarımla yaşıyorum. Ağlamıyorum, inlemedim, sağ sola saldırmadım ve şikâyet etmiyorum. Yapmam gerekeni yapıyorum. Birisi söyledi diye değil, Jackie için en iyisini Jackie bilir. Ve sizin için en iyi olanı bilmiyorsanız öğrenin. Kalabalıktan uzaklaşarak öğrenin. İnsanlara söylediğim gibi, çoğu insan karbon kopyadır ama kendini, bir liderin peşinden koşmaktan vazgeçip kendi akışına bırakmadan önce kim olduğunu asla bilemezsin.”
Karina Samala
Karina Samala, transseksüel güzellik yarışmaları ve ABD’de transseksüellere eşitlik için çalışan bir eylemci ve ödüllü bir sanatçıdır. Bugün, Samala, 1965’te kurulan, ülkenin en eski LGBT örgütlerinden birinin bir bölümü olan Los Angeles İmparatorluk Mahkemesi Yönetim Kurulu Başkanı ve ülkenin en eski LGBT örgütlerinden biri olan Transseksüel Danışma Kurulu’nda görev yapıyor. Aynı zamanda Miss USA yarışmasını düzenleyen kişidir. Ve sonra Kraliçe ABD, Kraliçe Kraliçe, Evrenin Kraliçesi. Bunların hepsi trans güzellik yarışmaları. Samala ayrıca, trans kişilerle polis etkileşimlerini geliştirmek için ve Batı Hollywood’un Transgender Danışmanlık Kurulu gibi çeşitli LGBT toplum örgütlerine yardımcı oluyor.
Direnç üzerine:
“Birleşmemiz gerekiyor. Hayatta kalmak için birbirimizle çalışmak zorundayız ve düşündüğümüzden daha çok kişiyiz. Hayatta kalmak için birlikte olmalıyız. Ayrıca sokaklarda olmalı, gösterilere katılmalıyız. Böylece var olduğumuzu ve onlarla birlikte çalıştığımızı görebiliriz. Ayrıca oy verin! Herkese oy vermesini söyleyin. Bize yardım etmek için herkese ihtiyacımız var! Transseksüelleri onurlandırmamız gerek. Özellikle de ölenleri; onlar için savaşmalıyız. Bize yardım edecek doğru kişiler için oy kullanmalıyız. Bu çok önemli. Yapacak çok işimiz var. Herkesin birbirine saygı duyduğu ve tüm trans bireylerin yaşam alanlarının kalitesinin iyileştiği özgür bir dünya inşa etmeliyiz.”
Sandy Stone
Sandy Stone yazar, sanatçı ve cinsiyet teorisine akademik katkıları bulunan, modern transgender çalışmalarının temelini atan akademik teorisyenlerden biri. Aynı zamanda 1970’lerin önde gelen radikal feminist örgütü ve müzik kolektifi olan Olivia Records’ta da kökleri olan bir sanatçı. Radikal feminist Janice Raymond’un 1979’da transseksüel insanlara saldıran kötü şöhretli metinlerden biri Transseksüel İmparatorluğu’nu yazmasının ardından Stone’un Olivia Records’taki rolü önemli bir başlık olarak öne çıktı. Stone, kadın hareketini bölmekle suçlanarak hedef gösteriliyordu; hayatı sık sık tehlikeye girdi ve 1987’de, İmparatorluk Geri Dönüş: Bir Transseksüel Manifesto metnini yazdı. Stone’un çalışması, Raymond’un savunduğu teoriyi ortadan kaldırdı ve zamanın trans nesline ilham kaynağı oldu. Stone bugün Teksas ve Kaliforniya’da çalışan bir akademisyen.
Güvenlik üzerine:
“Bir kadın topluluğunu keşfetmeye başladığımda, farklı şeyler yapan kadın çevreleri ve ‘sadece kadınlar’ gruplarına rastlıyordum. Bu ilginçti. Geleneksel cins kadın kültürüne bulaşmadan, hiçbir önyargıya uymayan özgür bir kadın olabilirsiniz. Bu görüş bugün biraz daha yaygın olsa da o zaman bir aydınlanma gibiydi. Olivia [Records]’a gidip ABD’de lezbiyenler için güvenli evlerin bulunduğunu ve kıyıdan kıyıya geçerken asla erkek temsili ile karşılaşılmayan paralel bir alt kültür ya da süper kültür olduğunu keşfettim. Her yerde. Ülke çapında bir rizom gibi. Bir süre o rizomda yaşadım.”
Tiffany Arieagus
1960’larda Tiffany Arieagus annesiyle birlikte sivil haklar yürüyüşlerinde yürüyordu. Bu deneyim ona politik bir amaç verdi ve dünyadaki rolünü nasıl algıladığını şekillendirdi. Arieagus uluslararası alanda tanınmış bir şovmen ve Güney Amerika, Kanada, Meksika ve ABD’de transgender güzellik yarışmalarında yaklaşık 50 derecesi var. Film endüstrisinde de çalıştı. Bir konut dava yönetim programı yöneticisi olarak bugün HIV/AIDS ile yaşayan topluluklara hizmet ediyor. Arieagus, başkalarının hizmetinde çalışmaya devam ediyor ve profesyonel eğlence hayatını dünyayla paylaşıyor.
Kurumlaşma üzerine:
“Tarihi değiştirmek için bir şansınız varsa değiştirin. Hayatınızı daha iyi hale getirme şansınız varsa bunu yapın. Sadece para kazanarak hayatınızı daha iyi hale getiremezsiniz çünkü dünyadaki tüm paranın sahibi olsanız da dünyadaki en yalnız insan olabilirsiniz. Dünyadaki bütün paraya sahip olup mutsuz olabilirsiniz. Dünyadaki bütün paraya sahip olabilirsiniz ve evinizde saklanmanız gerekir çünkü komşularınızın bön bön bakışlarına maruz kalmadan dışarı çıkamazsınız. Peki, bunu nasıl değiştirirsiniz? Dik durup konuşarak. Sesin duyulsun. Bu şekilde başkalarının da bu güce sahip olduklarının farkına varmalarına yardım edersiniz çünkü el ele tutuşur, bağlanır, konuşur ve içinizdeki gücü kelimelere döker ve sayıca güçlenirsiniz. Benim istediğim bu.
Eşcinsel gururu geçit törenimiz var. Oğlanları, lezbiyenleri ve gençleri görebildiğimiz farklı etkinlikler var ama translara özgü daha az etkinlik var. Onlar temelde şovmendir çünkü diğer herkes radarın altında kalmak istiyor. Ne kadar güzel ne kadar ikna edici olduğunuz önemli değil. Herkesi kandıramazsınız. Yani kimseyi kandırmaya çalışarak zaman kaybetmeyin. Kendinize karşı dürüst olun. Bu tavsiye yaşlı bir kadından geliyor.”
Mia Yamamoto
Mia Yamamoto 1985’ten bu yana kamu savunma bürosunda ve özel olarak çalışan, Kaliforniya’nın önde gelen savunma avukatlarından biri. 1943’te Arizona’daki bir Japon kampında doğdu ve daha sonra medeni haklar hareketine katkıda bulunmak arzusu ile hukuk fakültesine gitmeden önce Vietnam Savaşı’nda görev aldı. Çalışmalarıyla sayısız ödül aldı ve LGBTIQ+ bireyler ve marjinal grupların önemli bir yasal savunucusu oldu.
Dayanışma üzerine:
“Mümkün olduğu kadar görünür olmam gerektiğini hissediyorum çünkü yalnızca riyakâr ve ikiyüzlü insanlar tarafından değil, Birleşik Devletler Başkanı tarafından hedef gösteriliyoruz. Onlar hedef gösterildiğinden beri bu insanlarla dayanışma içinde oldum. Düşündüm ki ben bir Müslümanım, ben bir Yahudiyim, siyahım, ben bir kadınım – hedef gösterdiği herkes benim. Partiye geç kalmıyoruz. Son zamanlarda trans insanları hedef gösteriyor ama kendimi daha çok tanımladığım diğer grupları da uzun süredir hedef gösteriyor. Önemsemem gereken insanlar bunlar, çünkü imtiyazlı -ve hayatlarını rahatlıkla geçirebilen- insanlar tarafından yeterince umursanmıyorlar. Onlar mücadele ediyorlar ve benim gibi insanların onlar için mücadele edeceğine güveniyorlar. Sınırlarımızda biten herhangi bir mülteci gibi onlar da desteğimize muhtaç erkek ve kız kardeşlerimiz. Onlar bizim sorumluluğumuz ve yükümlülüğümüz. Vatandaşlıktan faydalanan herkesin ABD’li olmanın ahlaki anlamda ne anlama geldiği konusuna dikkat etmesi gerekir.”